Tomris’in Aşkı ile Tanımak – I

Tomris Uyar ile tanışmamızın ardından, şiirlerinde olduğu gibi aşklarında da yolları kesişen ustalar ile devam ediyoruz. Zira Tomris’in hayatlarına dokunduğu yerden dizelerine döküldü onların aşkları; Cemal Süreya, Turgut Uyar ve Edip Cansever.

Gibisi Olmayan Adam “Cemal Süreya”

Gerçek adıyla Cemalettin Seber, 1931 yılının Erzincan’ında Hüseyin ve Gülbeyaz’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Göçmen olarak nitelendirdiği zorlu yaşamı ise henüz altı yaşındayken Dersim’deki çatışma ortamından çıkartılan diğer aileler ile birlikte eski bir trenle geldiği Bilecik’te, annesi Gülbeyaz Hanımın ölümü ile başlar. Küçük yaşında anne sevgisinden yoksun kalışına, kardeşleri ile birlikte yaşadığı üvey anne zulmü de eklendi. Kendisini edebiyata yönelten en keskin nedeni annesinde bulması ve hayatının ana çizgisinin, aradığının şevkat olması da bu yüzden olsa gerek.

Annem çok küçükken öldü

Beni öp, sonra doğur beni.

Çocukluğunda eline geçen her şeyi okuyan Süreya, ikinci bir doğum tarihinin Dostoyevski’den Karamazov Kardeşler romanını okuduğu 1943 yılı olduğunu belirtir. Dostoyevski’nin yazma konusunda kendisine etkisi de yadsınamaz; “Ondan sonra hiç huzur kalmadı bende.” Ahmet Muhip Dıranas’ın “Kar” şiirini keşfi de şiire ilgisini artırmıştır.

Arkadaşlarına Dersim’den geldiğini söylemekten çekindiği ve onlarla oyun oynamak yerine duvarlara Nazım Hikmet şiirleri karaladığı çocukluk yıllarının ardından 1950’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakultesi-Maliye bölümüne başladı. Burada sıra arkadaşı Sezai Karakoç ile birlikte şairliğe ilk adımlarını atmış oldu ancak kendisine güvenememe, utangaçlık ve belki de kusursuzu araması nedeniyle yazdıklarını uzun süre bekletti. Çevresinin üstelemelerine dayanamayarak “Şarkısı Beyaz” şiirini 1953 yılında Mülkiye Dergisi’nde yayınlandı. 1954’de yazdığı “Gül” şiiri ise Türk şiirinde önemli bir çıkış, kopma olarak anılmaktadır. Fakülte dergisi Kazgan’ın yayın kurulu başkanı olan Süreya, “Cemasef” takma adıyla yazı ve şiirlerini yayımlamaya devam etti.

Ortaokul arkadaşı ve ‘aynı masada mektuplaştığı’ aşkı Seniha Nemli ile evlendi. Birbirlerinin “gibisi olmayanı” oldular. Seniha’nın “gibisi olmayan adam”ı Süreya, kara tahtaya yazdığı şu satırlarla anlatmıştı ilk aşkını; Seni sevdiğim anda her şey kızıl oldu, masmavi defterlerim kızıl mısralarla doldu.

Eskişehir’de stajer memurluk ile başladığı işine 1955 güzünde İstanbul’a atanıp yardımcı maliye müfettişi olarak devam eder. Burada kendisine oluşturduğu edebiyat dünyası, ailesini ihmal etmesine neden olurken ayrılığı da beraberinde getirecektir.

Süreya için “kumaşın ilk metresi” olan ilk kitabı Üvercinka, 1958’de yayımlanmasının ardından 1959 yılında Yeditepe Şiir Armağanı’nı alarak İkinci Yeni’nin de sembolü olur. Barışa, aşka, dayatmaya dönük bir kavram olarak nitelendirdiği Üvercinka; güvercin kanadının kısaltılması ile oluşturulmuş bir sözcük. Üvercinka, eşi Seniha Hanım hamileyken tanıştığı ama birlikte olamayacaklarını bildiğinden terk ettiği genç bir kadındır. Evliliklerinin sıkıntılı bir dönemine denk gelen bu ilişki, kızları Ayçe’nin doğumundan sonra kendisinden vazgeçemeyeceğini iyice anladığı Seniha hanıma olan sevgisinin önüne geçememiştir. Adını hiç açıklamadığı bu sır aşkı, ağustos ayında son bulsa da Süreya’nın satırlarında hiç dinmedi: “Acıların adını, ağustos koymalılar.”

Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Soyadındaki “Y” harfini kaybedişine dair iki farklı hikaye anlatılır; Süreya olarak 1956 yılında yayınladığı “Elma” şiirini “adımın bir harfini atıyorum” diye bitirerek arkadaşı ile bir telefon numarası üzerine girdiği iddiayı kaybettiğini ilan etmiş olur şair. Bu durumu önemli kılan da telefon numarasının “Güvercin Kanadı’ olmasıdır tabi. Onun aşkı ile dolup taşırdığı kalbini yine onun için eksiltmiştir, kaybedeceğini bile bile yapmıştır bunu, kendisini cezalandırmak ister gibi. Diğer hikayede ise soyadlarından bir harf karşılığında, Sezai Karakoç’un bize “Mona Roza” olarak tanıştıracağı Muazzez Akkaya’yı elde etme yarışına girerler ve soyadından harf silinen şairimiz Cemal Süreya olur.

Dizelerinden payına düşen ise aşklarının peşinde yalpalanmak oldu Süreya’nın. Annesinin ardından şevkat ve güvenli bir liman arayışı hep devam etti. Seniha Nemli’den boşandıktan sonra Tomris Uyar ile yaşadığı aşk da dindiremedi bu arayışı; oğlu Memo’nun annesi Zuhal Tekkanat, Güngör Demiray ve son olarak da Birsen Sağnak ile evlendi. Zira Süreya, aşk ve şiirle beslenerek yaşayabilirdi ancak.

Cemal Süreya, 1960 yılında Papirüs Dergisi’ni yayımlamaya başlamıştı ancak Paris’e görevli olarak gönderildiği için yalnızca dört sayı çıkarabildi. Memuriyetten istifa eden Süreya, Ülkü Tamer ile birlikte o dönem evli olduğu Tomris Uyar, Edip Cansever ve diğer yazar arkadaşlarının da desteğini alarak yaşadıkları maddi sıkıntılara rağmen 1970’e kadar Papirüs’ü yayımlamaya devam etti. Burjuvaziye ve yozlaşmaya karşı mücadele vermiş, yerli kalabilen Süreya’nın, sosyalist fikirlerin savunulduğu, genç yazarların yuvası olan dergisi Papirüs; kırk yedi sayıdan sonra yine maddi sebeplerle kapandı. Süreya, memuriyete tekrar dönmek zorunda kalsa da 1978’de emekli olur ancak yazmaya ve üretmeye devam eder. 1980 öncesinde tekrar yayınlamaya başladıkları Papirüs’ün bu son kalkışması da ekonomik sıkıntılar ve darbe nedeniyle kısa soluklu oldu. Papirüs yolculuğunu ve kendi yaşamını şu sözleri ile özetlemiştir Süreya; bir dergidir benim yaşamım / bu yüzden ben ölmem/ batarım.

“Sevda Sözleri” kitabını çıkardığı yıllarda, Milliyet Sanat ve Hürriyet Gösteri Dergisinde okuyucularıyla günlüklerini paylaştı. Çocukça Dergisi’nde “Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi” köşesinde çocuklara yazdığı yazılarla yer aldı. Saçak Dergisi’nde sanat ve kültür yöneticiliği yaptı. Yakın arkadaşı Doğu Perinçek ile birlikte 2000’e Doğru Dergisi’nde “İzdüşümler” adıyla edebiyat, iş dünyası ve politika çevrelerinden pek çok ismin ruhuna inecek kadar derin bir anlatımla portrelerini yazdı.

Cemal Süreya bütün bunların yanısıra, Papirüs de dahil olmak üzere çeşitli dergi ve gazetelerde takma isimlerle yazmış, çevirmiş ve çizmiştir; Osman Mazlum, Ali Fakir, Dr. Suat Hüseyin, Hasan Basri, Charles Suares, Suna Gün, Ali Hakir, Hüseyin Karayazı, Adil Fırat…

Dilin Köpüğü: Şiir

Asıl yeteneğinin neye olduğunu keşfedemese de sayısız yoldan kendisine beliren yalnızca şiir olmuş ve orada derinleşmiştir Süreya. Doğu ve batı edebiyatının bir çelişkisi olarak nitelediği şiirinde deneyimlerinden, toplumdan ve özellikle tarihten yansımalar görürüz. Ona göre hayatın, dilin hatta kültürün köpüğüdür şiir. Birikmiş bütün bilgiden beslenmesi gerekir.

İlk kez bir edebiyat düşüncesine ulaşan İkinci Yeni kuşağı, kendinden öncekileri etkileyebilmiş tek kuşaktır. İkinci Yeni şairliğinin adının önünde geçmesini yadırgar. O dönemde birbirlerinden etkilenerek, şiirin alışılmış kalıplarını yıkıp çağrışımlarla dolu farklı bir tarzı benimsemeleri onları İkinci Yeni şairi yapsa da aslında her biri zamanla ayrışmıştır birbirlerinden. Süreya “neyse yine odur”. Birbirlerine ulaşamayan insanların aşklarından ziyade, kavuşmuş sevdaları anlatan şehirli şiirlerinde acı ve sevinci ustada birleştirir. Düzen barındıramayacaktır şiir, düzene isyan eder. Ona göre, “Şiir bir karşı çıkma sanatıdır.”

Şiir kitapları, romanlardan daha az satıyor. Ancak şiiri sadece kitap satışına göre değerlendiremeyiz. Şiir, yenilenebilecek hisler yaratır ve tekrar tekrar okunarak daha çok tüketilir. Şiir üzerine düşünen ve yazan Süreya, şiirden yana olmuştur. Az satılsa da çok okunan yine şiirdir zira. Az üretmiştir ama bu kadarıyla geleceğe kalmayı önemser. Kalıcı olma yolunda; Karacaoğlan, Yahya Kemal ve Nazım Hikmet gibi geleceğin dilini şiirde yakalayabilmek gerekir.

Yazdığı şiirle düşüncesi arasındaki mesafenin arttığını fark eden Süreya, ellili yaşlarından sonra şiirden uzaklaşıp düz yazıyla daha çok uğraşmıştır

Şiire Dahil: Tomrisli Yıllar

Evliliklerinin sıkıntılı süreçlerinde tanışan Cemal Süreya ve Tomris Uyar, eşlerinden ayrılıp birlikte geçirdiği üç yılı; ev işlerinden fikir tartışmalarına, meyhanelerinden çalışmalarına kadar her alanda “eşit” olarak paylaştılar.

Erhan Altan’ın 2005’te yayımlanan “Turgut Uyar Üzerine Tomris Uyar’la Söyleşi/Ben Koşarım Aşağılara, Koşarım” kitabında bu ilişkinin başlangıcını anlatmıştır. “Kendisini tanıdığımda ben evliydim, o da evliydi. Ankara’da tanıştık, Sanatseverler Derneği’nde -hiç unutmuyorum-… O, bana herhalde bir arkadaşıyla, yani Ülkü Tamer’le evli ve edebiyata düşkün genç bir kız olarak ilgi gösterdi ama çok sıradan bir ilgi gösterdi. Ben de onun, sandığımdan çok daha -nasıl söylesem- daha derin demeyeyim de, daha keşfedilmeye değer bir insan olduğunu düşündüm.”

Süreya evinde olmayı, çalışmayı çok seven bir adamdır. Hastalandığında çaylar yapıp yatağa getirmeleri, başında oturmaları, saçlarını okşamaları ile Tomris’ini şaşırtmıştır. Kıskançlığını engelleyemediği için pişmanlık duyan, acı çeken bir sevgiliydi Süreya.

Tomris, memuriyet hayatının getirdiği düzenli hayatından sıkılmış ve takım elbiselerinden kurtarmıştır onu. İlişkilerindeki dominant taraf olan Tomris’in akşamları biraz geç gelmesini istemesi üzerine; normalde altıda evde olan Süreya, saatini geçirir. Sonradan anlaşılır ki kendisi kapının önünde oturup saatin dolmasını beklemektedir. Tomris, yaşadıkları duruma bir isim verecektir elbet; şahsiyet rötarı.

Papirüs’ü birlikte yayımlarken yaşadıkları yoğunluk kadar büyük bir aşkla devam eden birliktelikleri, Cemal Süreya’nın edebiyatımızdaki yerini sağlamlaştırdığı eserlerinde karşılığını bulmuştur.



Sayım

“Ayışığında oturduk

Bileğinden öptüm seni

Sonra ayakta öptüm

Dudağından öptüm seni

Kapı aralığında öptüm

Soluğunda öptüm seni

Bahçede çocuklar vardı

Çocuğundan öptüm seni

Evime götürdüm yatağımda

Kasığından öptüm seni

Başka evlerde karşılaştık

İliğinden öptüm seni

En sonunda caddelere çıkardım

Kaynağından öptüm seni…



Cemal Süreya, üç yılın sonunda biten aşklarından sonra pişman olur; “daha nen olayım isterdin, onursuzunum senim.” Tomris’in Turgut Uyar ile evlenmesinden sonra, Papirüs çalışmaları ile birlikte dostlukları da devam etti. Ancak Süreya, beraber gittikleri mekanlara bir daha adımını atamamıştır. Tomris, onun bu ruh halini; “Beni bıraktı ama rahat edemedi. Ona göre bana sahip olunamazdı. Senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikayen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim, benim ağzımdan kimse duymayacak, dedi ve doğrusu hiç yazmadı” sözleri ile anlatır.

On yedi dergi, birkaç evlilik, bir meslek, bir banka batıran Süreya, tüm bunlara rağmen “Hayatımı başka bir hayatla değiştirmek istemediğime göre demek ki mutsuz değilim” der. Henüz 59 yaşında, 1990 yılının 9 ocağında kaybettik onu; hastane yatağından şu son satırlarına süzülürken tatminkarlığı;

Üstü Kalsın

Ölüyorum tanrım

Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür

Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat

Fena değildir…

Üstü kalsın…

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın