Halksız Demokrasi

Demokrasi halkın yönetime doğrudan, kendi iradesi ile katıldığı siyasal sistemin adıdır. Bu kavramın üst anlamı egemenliğin ulusun iradesi ile kullanılmasıdır. Demokrasileri belirleyen temel, halkın söz ve karar sahibi olmasıdır. İşte bu nedenledir ki, ancak seçimler ve sonuçlarının hakkaniyetle kabullenilebilmesi ile yaşama geçer. Demokrasinin oluşabilmesi için gerekli şartlar olduğu gibi halkın katılımı ile yapılan her seçim de gerçek bir demokrasiyi belirlemez. Şayet seçim, katılanların eşit haklarına ve adil bir hukuk sistemine dayanmıyorsa, halkın iradesi ipotek altında demektir. Siyasal söylemde bu tür seçimlerin ismi ya “cici demokrasi” ya da “Filipin tarzı” demokrasidir. Bu tür demokrasiler ancak oligarşik yönetimlerin yaptığı göstermelik bir sandıksal oyunun adıdır. Oysa söz konusu olan sandık değil, katılımın baskıdan ve adaletsizlikten uzak sağlanmasıdır.

Diktatörlüklerde genel olarak seçim, kendilerini güçlü kılmak için uyguladıkları bir yöntemdir. Aslında bu yönetimlerinin sandığa gereksinimleri yoktur. Zira halk, onlar için bir araçtır. Onlara göre bu aracı kullanmak da kendilerinin doğal bir hakkıdır. Nasıl ki, orman vahşi yaşamın vazgeçilmez bir alanı ise diktatörler için de ülkeleri öyle bir alandır. Zaman zaman göstermelik seçimler de yapılabilir…Nasıl olsa imam bildiğini okuyacaktır… Egemenliğin seçimle ulus tarafından belirlenmesi, diktatörlerin benimseyip özümseyerek kubullenmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Kibir ve ihtiras bir diktatör için yönetme isteğinin ilk adımıdır. Bu durum kaçınılmaz olarak kendilerini yalan söylemeye mecbur eder. Zira yalan söylemek onların alın yazısıdır. Yalan söylenmeden bir halksız demokrasi uygulamak asla mümkün değildir.

Bütün bu tanımlamalardan sonra ülkemizdeki yönetim tarzına bakabiliriz. 1946 dan itibaren çok partili demokratik rejim çeşitli aşamalardan geçerek 2002 Kasıma gelinmiştir. İşte bu tarihte yapılan seçimlerde, AKP ve Onun yönetimi uygun bulduğu durakta inmek için demokrasi tramvayına binmiş bulunmaktadır. Rejimin zafiyetlerinden yararlanarak, hukukun üstünlüğü, insan hakları, yoksulluk, yoksunluk ve yasaklar kullanılarak toplumun çeşitli kesimlerinden derledikleri- sol dönek ve liberal görüşteki kişiler-den sağladıkları halkın üçte birinin oyu ile AKP yönetimi ele aldı. AB ve ABD gibi güçlü devletlerle göstermelik ilişkilerle iktidarını sağlamlaştırdı. Devletin tüm kadrolarını bazı tarikatlarla paylaşıp doldurarak, Cumhuriyet’in temelini oymaya başladı. Her yaptığı hamlede birlikte yola çıktıkları kadroyu iktidardan uzaklaştırarak bugünlere geldi. Kendilerinin de itiraf ettiği gibi devlet içinde paralel bir devlet oluşturdu. Bu durum kaçınılmaz olarak iktidar içi çatışma doğurdu. Sonunda 17/25 Aralık tarihine gelindi. İşte o günlerde, ansızın beklenmedik bir anda, devletin usulsüz soyulması, yolsuzluk kaseti savaşı paralelin bir kanadı tarafından basın aracılığı ile piyasaya sürüldü. Evlere yapılan baskınlar, tutuklamalar bakan çocuklarından banka müdürlerine uzandı… Savaşı, yönetim gücünü elinde tutan kazandı. Bu kez paralelin diğer bölümü gücünü kullanarak tutuklamalar yaptı. Önce tutuklananlar serbest bırakıldı ve 17/25 tarihi milat ilan edildi. Çünkü iktidar artık egemenliği tek başına ele geçirmiş oldu. Baskı ve şiddet basit bir memurdan amirine, hakiminden savcısına ve giderek basına uygulanmaya başladı. 7-Haziran-2015 seçimleri bu savaş ve yolsuzluklar sonucu AKP’yi parlamentoda azınlıkta bıraktı. Bir takım ayak oyunları ile seçim yenilenmek için anayasa rafa kaldırıldı. Daha açık ifade ile anayasa buzdolabına konularak donduruldu. Böylece halksız demokrasi yürürlüğe girmiş oldu. AKP nin işine geldiğinde anayasa raftan indirilir, işlerine gelmediğinde kaldırılıyordu. Kürt Hareketi ile yapılan açılım süreci ortadan kaldırılarak göz yumulan eylemler üzerine tank ve top ile gidilmeye başlandı. Gerekçe terörle mücadele. Kardeş Beşar Esad bir anda düşman Esed oluverdi. Sonunda yapılan 1- kasım-2015 seçimi ile parlamentoda tekrar çoğunluk sağlandı.

Ayrıştırma ve çatışma AKP nin siyaset anlayışının ayrılmaz bir parçasıdır. Halk arasında yıllardır söylene gelen “İngiliz siyaseti” diye bir anlayış vardır. Buna göre toplumları ve ulusları bölüp, parçalamak İngiliz yönetiminin değişmez uygulamasıdır. Bugün ülkemizde de halk bu anlayışla yönetilmektedir. Buna göre toplum Türk-Kürt, Sunni- Alevi ve Laik- Antilaik olarak bölünmüş bulunmaktadır. Zaman içerisinde hangisi o günün siyasetine uygun görülürse AKP onu uygulamaktadır.

Komşularımız arasında sıfır düşmanlıktan, sıfır dostluk yaratılarak ülke kan gölüne çevrildi. Çünkü diktatörler hep kandan beslenirler. Dinsel ve etnik söylemler de bu siyasetin tuzu biberi oldu. Bir Rus Uçağı düşürülerek kahramanlığı karar verenler tarafından paylaşılmaz oldu. Turizm battı, domatesler tarlada kaldı. İŞİD ve Barzani ile yapılan petrol ticareti dosya halinde Rusya tarafından BM verildi. Böylece dış ilişkilerde siyaset kör dövüşüne döndü.

Paralel devletin yenilen kanadı geliyorum diye diye bir darbe girişiminde bulundu. Kimlerin yaptığı bilindiği halde, nasıl yapıldığı ve sorumluların kim olduğu açıklanmayan bu darbe girişimi iktidarın eline fırsat geçirdi. OHAL ile T.B.M.M. nin yetkileri tek bir kişinin eline teslim edilerek kanun hükmünde kanunlarla anayasa bu kez toptan ortadan kaldırıldı. Ne hukuk kaldı ne de adalet. Tek kişinin kararları ulusun egemenliğinin üstüne çıktı. Her darbenin bir siyaset ayağı olması gerekirken, çaycısından genel müdürüne, generalinden üç günlük erine varana kadar cezaevlerine dolduruldu. FETÖ tarikatı terör ve şiddetin kaynağı olarak ilan edildi. FETÖ ile ortak yönetilen devlet bir anda FETÖ düşmanı oluverdi.

Bu darbeyi kimlerin teşvik ettiği henüz su yüzüne çıkmış değildir. Kimler sorumlu, kim bu işi organize etti bilindiği halde bilinmezlikten gelinerek bir buçuk senedir her gün bir gurup insan tutuklanarak cezaevlerine tıkılmaktadır. Yıllardır FETÖ aleyhtarları ve Gülen hakkında sayısız yazılar yazan yazar ve gazeteciler hala tutuklanmaya devam etmektedir. Bütün bunlar bize nereye sürüklendiğimizi göstermektedir. Hedeflenen 2023 tarihi ülkenin karanlığa gömüleceği tarihtir. Muaviye İslamı denilen zenginlerin İslamı, yolsuzluk ve yoksulluğu artırarak İslami yaşamı 2023’te tek adam yönetimi ile uygulamaya geçirmek stratejik AKP siyasetidir. Bu tür dini yönetimler güzellikleri ve yaşamı ahirete havale etmektedir. Bu dünya bir lokma bir hırka dünyasıdır halk için. Ama yönetici kadrolar için ise şatafat ve sefahat dünyası, bu dünyadır.

Monarşik demokrasiler vardır. Bunlar tarihsel süreç içerisinde halk tarafından, monarkları yönetimde temsili olarak başlarında bulundurmakta ama siyaset dışı tutmaktadırlar. İngiltere ve İsveç’te olduğu gibi. Ülkemizdeki siyasi rejimin adı ne olursa olsun, İster monarşi, ister otokrasi isterse demokrasi olsun bunların hepsi açık adıyla diktatörlüktür ve bir halksız demokrasidir.

Bunları da sevebilirsiniz