Arsızla Hırsız HAYIR Gelmez

Bir ülke ve toplumda insanlar evrensel olan değerleri yok saymaya başlarsa, orada soysuzlaşma artıyor demektir. Soysuzlaşmanın çoğaldığı bir toplumda ise değer yargıları yerle yeksan olur. Bu oluşumun temelinde yoksulluk ve yoksunluk başta gelir. Zira insanlar yaşamları için çalışmak ve kazanmak zorundadır. İşte bu zorunluluk insanı zorladığında, bazen onu onursuzlaştırarak yüzsüzleştirebilir. Başkalarına ait olanları kendi mülkiyetine geçirerek hırsız bile eder. Hırsızlık tüm toplumlarda ahlak dışıdır. Yaşadığımız sosyal yapı dalkavukları ve soytarıları aşağılayarak onları hor gördüğü halde, bazen güç bu durumun üstünü örterek insanların sessizleşmesine sebep olur. Böyle bir durum toplumun arsızlığı ve hırsızlığı onayladığı anlamına gelmez. Giderek sessizleşen insanlar açıktan gücün yüzüne karşı bağıramazsa da, içten içe toplumda tepkiyi yoğunlaştırır.

Arsız insan ne yaptığından utanır ne de çenesini tutar. Her ortamda konuştuğu gibi, yaptığı ahlak dışı olaylara da gerekçeler bularak, kendini savunur. Yüzsüzlük bu tür insanlar için bir yaşam şekline dönüşür. Ar duygusu çatladığı için onur ve haysiyet onun için bir anlam ifade etmez. Kendi çıkarları için doğru ve yanlışın hiçbir önemi ve anlamı olmadığı için güç karşısında HAYIR kelimesini hiç kullanmazlar. Çıkarları ve hedefleri için doğru veya yanlışın önemi olmadığından güç karşısında hep evet demeyi şiar edinir. İşte bu nedenle de toplumda “kork korkmazdan, utan utanmazdan” diye bir özdeyiş oluşmuştur.

Arsızlık her geçen gün toplumda yaygınlaşmaktadır. Oysa bu ulusun geçmişinde arsızlık yüz karası olarak tanımlanır ve böyle bir duruma düşmekten kaçınılırdı. Ulusal kurtuluş savaşı sırasında Mustafa Kemal, Albay Reşat Çiğiltepe’yi stratejik bir tepeyi almak üzere görevlendirir. Düşman, güçlü direnişi ile tepenin alınmasını geciktirir. Verdiği sözü saatinde yerine getiremeyen albay, tepenin alınmasından on beş dakika önce elindeki silahla intihar eder. Çiğiltepe “düşman güçlü direniyor” diyerek arsızlık edebilirdi. Ama bu yola sapmadan onuru ile yaşamına son verir. Bir askerin kimliğinin oluşmasını iyi bilirim. Çünkü Albay Reşat’ın yetiştiği okulda ben de okudum.

Oysa bugüne dönüp baktığımızda arsızlığın fazlasıyla prim yaptığını görmekteyiz. TSK nın en üst rütbesine ve makamına gelmiş biri olan günümüz Genel Kurmay Başkanı, 15-Temmuz-2016 FETÖ ayaklanmasında astları tarafından aşağılanarak, boğazı sıkılıp tartaklanıp sonra da kelepçelenerek Mürted (Akıncılar) Üssüne götürülür. Orada neler olur bilinmemektedir. İsyan bastırıldıktan sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi kendisini esir alan astı ile birlikte aynı helikopterle Başbakan’ın huzuruna gelir. Ve bugün de üstlendiği göreve hiçbir şey olmamış gibi devam etmektedir.

Bugün ülkeyi yöneten hükümetin bazı bakanları, geçmişte ağıza alınamayacak kadar hakaretler ederek AKP ve onun yöneticileri hakkında söylemlerde bulunmuşlardı. Şimdi geçmişte söylediklerini unutarak can ciğer kuzu sarması olarak ülke hakkında karar almaktadırlar. Vah bu memleketin haline…

Günümüz iktidarının siyasal ideoloğu olan şair Necip Fazıl, Cumhuriyet İktidarı tarafından zeki ve yetenekli görülerek birkaç kişi ile birlikte devlet bursu ile Paris’e eğitim için gönderilir. Diğerleri eğitimlerini başarı ile tamamlarken Necip Fazıl Paris kumarhanelerinde sürter. Bu durumu öğrenen devlet, bursunu elinden alarak tekrar yurda çağırır. İşte o günden sonra varlığını Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı olarak sürdürür. Ölene dek de zehir saçmaya devam eder.

Yine bir başkası var ki, aklın ve havsalanın alamayacağı kadar cumhuriyet ve devlet düşmanlığı yaparak iktidara tarih bilgileri vermektedir. “ Keşke Ulusal Kurtuluş savaşı kazanılmasaydı da bu Yunanlılar ülkede kalsaydı” diyecek kadar ileri gitmektedir. Ulusal bilinçten yoksun bu zat, AKP iktidarı tarafından izzet-i ikbal ile itibar görmekte ve devletin tepe noktasında ağırlanmaktadır. Kendisi bir meczup olarak raporlu olduğu halde saçma ve aslı astarı olmayan bilgilerle devleti yönetenleri bilgi sahibi yapmaktadır.

İktidar sahipleri, cumhuriyet ve rejim düşmanlığı ile hamurlarını mayalarken ahlak ve etik duygulardan yoksun olarak iktidarlarını sürdürme çabasındadırlar. Bütün Atatürk ve millet düşmanlıklarına rağmen, başları zora girince de Atatürk’ün arkasına sığınmaktan başka çare bulamamaktadırlar. Kendi akıldanelerine sığınmaktan korkan bu iktidar, 15-Temmuz-2016 FETÖ ayaklanmasında AKP Genel Merkez Binası’nın ön cephesine duvarın yarısını kaplayan Atatürk Posteri asmaktan ve ulusu aldatmaktan çıkar ummaktadır.

Yukarıda anlattıklarım riyakarlıklarının sadece bir kısmıdır. İzledikleri dış politika biraz izlenirse, dünyada ne kadar Atatürk düşmanı devlet ve devletcik varsa onlarla can ciğer kuzu sarması dostluk kurmaktadırlar. Başları sıkıştıkça Atatürk’e sarılan iktidar, ulusu aldatıp Cumhuriyeti ortadan kaldırmak için yollarına devam etmektedir. Çünkü arsızların kelime haznelerinde dün yoktur. Söyledikleri ve yaptıkları her şeyi daha ertesi günü yok sayıp, üstelik tam tersini söyleyerek çıkarlarını kollamasını çok iyi bilirler. Bu zihniyet ve anlayışı yaşam biçimi yapanlardan hiç bir şekilde hayır gelmeyeceği ortada durmaktadır.

Hırsızlar ise başkalarının mülkiyetinde olan her tür varlığı kendi mülkiyetlerine geçirirken, başkalarından çalınan varlıklar onları besleyen yaşam tarzıdır.

Hırsızlık sadece taşınabilir mallar için geçerli alan değildir. Mal ve geçerli akçe çalmaktan daha beteri insanların inanç ve değer yargılarını çalmaktır. Bu alan daha çok inanç kurumları üzerinde siyasetin yaptığı aldatmacalardır. Toplumlar iki temel inanç üzerinde çok hassas davranırlar. Bunlar din ve etnik kimliktir. Bu her iki kavram toplumu bir arada tutarak o toplumun ulus oluşturmasının temel ögeleridir. Toplumun her bireyinin etnik kimliği ve inancı için göze alamayacağı hiçbir şey yoktur. İşte bu nedenle de din ve etnik istismar siyaset için çok verimli bir alandır. Son zamanlarda artan dini istismar siyaset bataklığının tipik örneğidir. Örneğin; son yıllarda devlet ricali resmi görüşmeler için dince kutsal olan Mekke’ye gitmektedir. Oraya gitmişken bir de Umre yapalım diyerek Kabe’yi ziyaret etmektedir. Bu asla dini vecibeyi yerine getirmek anlamını içermemektedir. Zira, Hac ve Umre ziyaretlerinin koşulları vardır. Borç para ile Hac yapılamaz. Çoluk çocuğun rızkından keserek yine yapılamaz. Ancak gereksinimlerinden biriktirdiğin para ile Hac Müslümanlara farz kılınmıştır. Gitmişken bir de şuraya uğrayalım mantığı ile yapılan bu ziyaretler medya aracılığı ile reklamlaştırılarak siyasetin mezesi yapılmaktadır. Böylece insanların inançları çalınarak kolay yoldan çıkar sağlanmaktadır. Hele biri var ki; tüm yaşamıyla İslamı istismar ederek din alimi geçinmektedir. Alenen İslam’ı bir ticari geçim alanı gibi görmekte ve zenginliği adına kullanmaktadır. Medyada sık sık konuşarak kendi aklınca insanlara İslamın gereklerini açıklamaktadır. Örneğin yanmaz kefen satarak müminleri cehennem ateşinde yanmaktan kurtarmaya çalışmaktadır. Madem sattığı kefen cehennemde bu dünyadaki günahlarına mahsuben yanmayacaksa, yaşarken sevap işlemenin ne anlamı var. Söz konusu hocadan alırsın bir kefen, cehennemde yanmaktan kurtulursun. Bunun gibi daha niceleri var…

Bu mantık ve anlayış ile devlet yönetmek ne yurttaşlara ne de devlete yarar sağlar. Devleti zenginlik kaynağı olarak gören zihniyet, ancak halkı ile birlikte devleti de yoksullaştırarak çökmesine ve giderek tarih sahnesinden silinmesine sebep olur. Nitekim Osmanlı’nın son iki yüz yılı böyle gelişmiş ve sonunda yıkılıp gitmiştir. Tarih ancak onurlu ve akıllı insanlar için pusula görevi yapar. Arsız ve hırsızlardan tarihin hiçbir döneminde hayır gelmemiştir, geleceği de yoktur.

Tüm dinler insanların mutluluğu için vardır. Oysa son zamanlarda siyasetçilerimiz ve din hocalarımız insanların din duygularını arsızca çalarak kendi ikballerini ve çıkarlarını kollayıp sömürü çarkını döndürmektedirler. Böyle yalanlarla devlet yönetmek toplumun soysuzlaşmasının en büyük destekçisidir. Arsızca ve hırsızlıkla devlet yönetmek devletin felaketine zemin hazırlamaktır. Tarih arsız ve hırsızların devlet yönettiklerinde bir gün devletin tarih sahnesinden silineceğini yazmaktadır ve yazmaya devam edecektir.

Gözleri kendi ihtiraslarından ve doyumsuzluklarından başka hiçbir şey görmeyen toplum önderleri ve devlet yöneticileri yarattıkları olumsuzluklara asla HAYIR demezler. Ama biz bunların tüm bizlere sundukları arsızlıklara ve soygunlara HAYIR diyeceğiz. Huzurlu ve mutlu bir gelecek kurmak, bizlerin hayırlı ellerindedir.

Bunları da sevebilirsiniz