Bir Darbe Analizi

Fethullah Gülen’in (FG) kurduğu teşkilatın (cemaat) dört aşaması olduğu anlaşılıyor. Bir; Kuruluş dönemi (1970- 1990) İki; Genişleme dönemi (1990- 2000) Üç: Devleti ele geçirme dönemi (2002-2013) Dört; Çıkar çatışmasında geri düşme ve yenilme dönemi (2013-…) Ve 15 Temmuz 2016; FG, hem egemenlik alanının giderek daralmaya başladığını gördüğünden… Ve hem de; asker, yargı, polis, bürokrasi ve üniversitelerdeki kadrolaşmasının bir darbe yapabilecek güce ulaştığına inandığından, hızlı bir hazırlığa girdi. Yalnız başına değil elbette… ‘Ülke elden gidiyor!’ korkusuna kapılan kimi Atatürkçülerle, ‘fırsat bu fırsat, yerimizi alalım!’ diyen kimi fırsatçıları da yanına alarak… Eski   İstihbaratçılar  Uyumadı               İlk dönemden son döneme kadar, hem askeri ve hem de sivil istihbaratçılar her şeyin farkında oldu. Ancak devlet yönetimlerinin, çeşitli nedenlerle bu istihbaratı değerlendirme farklılıkları FG örgütüne büyük şans verdi. Sadece askeri yönetimlerin bu istihbaratı ciddiye aldığını görüyoruz; FG, 1971’de cezaevine konuldu, 1980’de ise kaçınca hakkında yakalama emri çıkarıldı. Ülkeyi yöneten siyasilerin ona dokunmamalarının iki nedeni vardı. Bir; FG cemaatinin oylarını yitirmemek… İki; FG’nin bir imam olması nedeniyle, yüzde yetmişi muhafazakâr olan halkımızın tepkisinden korkmak… Özal, Demirel, Çiller hep bu düşüncelerle FG’nin “Genişleme” dönemine göz yumdular. Ecevit’in FG’ye tavır almamasının nedeni merkez sağda olanlardan farklıydı. O, FG’nin ülkede bir darbe yapabilecek düzeyde kadrolaşmaya sahip olmadığına inanmış olmalıydı. Bir de, Ecevit’in FG’de gördüğü başka bir şey vardı; Onun tüm dünyada açılmış olan okulları Türkiye’nin tanıtımında çok önemli buluyordu. Pasif Haksızlıklar Dönemi Gelişme döneminde FG hareketi, siyasilerin oportünizmi ya da körlüğü nedeniyle çok başarılı oldu; Sınav sorularını çalarak, sınav jürilerini ele geçirerek, bürokrasi içinde bir koruma zinciri oluşturarak; askeri okullara, polis okullarına, yargıya, bürokrasiye yerleştiler. Sayısız insanın hakkını yediler, yerine, FG’ye biat edecek asker, polis, yargı mensubu ve her meslekten on binlerce kişiyi devlet kadrolarına yerleştirdiler… Nasıl bir Müslümanlıksa yaptıkları! Devleti  Paylaşamamak… Yıl, 2003 FG hareketi, artık devleti paylaşacak potansiyele ulaşmıştı. Asıl büyük şansı da, İslam’ı referans olarak kullanan bir partinin iktidara gelmesiydi. Ortak payda İslam olunca, birlikte çalışmanın önü açılmıştı… Ülkede yapılacak çok şey vardı ve hedef tekti; Ülkeyi laik rejimden kurtarmak ve bir “Ilımlı İslam Devleti’ kurmak. ABD’nin planladığı “Yeşil Kuşak” içinde zaten Türkiye için düşünülen rejim buydu. Bu nedenle AKP+FG Koalisyonu biçilmiş kaftandı. ABD+AKP+FG, üçü el ele vererek bunun gereğini yerine getirmeye çalıştılar. Bu sırada ABD, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde fırtınalar estiriyor, ülkeleri yerle bir edip hem rejimlerini değiştiriyor ve hem de milyonlarca insanı öldürüyordu… Türkiye’de ise ABD’nin, birlikte çalışmalarını istediği AKP ve FG, bir aşamadan sonra devleti paylaşamaz oldular. FG’nin adamları, gemi azıya almıştı. Sadece devletin ana damarlarını ele geçirmekle kalmıyor, ne kadar Atatürkçü ve yurtsever varsa, kumpaslar kurarak hepsini cezaevlerine dolduruyordu… Atatürkçülerden kurtulmuş olmak, siyasi işbirlikçilerinin de –başlangıçta- hoşuna gitmiş olsa da, FG’nin doymak bilmeyen iştahını görünce, ilk kez başlarına gelecekleri anlamaya başladılar; “Ne istedilerse verdik! Daha ne istiyorlar?” diye açıklama yaptılar. Bundan sonra, siyasi iktidar ile onun yönetimdeki ortağı FG arasında kıran kırana bir savaş başladı… Güçlü olan Tayyip Erdoğan’dı. FG’yi köşeye sıkıştırdı; Ya kabuğuna çekilerek, kendini vaazlarına verecekti… Ya da son bir çaba içinde, bazı güçleri de yanına alarak darbe yapacaktı… Artık  FG Yok; Ya Sonrası? Hani, “Bundan sonra tufan!” diye bir söz vardır ya, FG de böyle düşünerek bu darbe girişiminde bulunmuş olmalı… Kendini tufana bıraktı… İktidardan indirmeye çalıştığı Cumhurbaşkanı’nı öylesine güçlü hale getirdi ki, artık bundan sonra ondan başka güç kalmadı. Böylesine sınırsız güce sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum ama, bu güce sahip olanların bunu nasıl yöneteceği önemli bir sorudur… Ama yapacağı ilk şey herhalde, halkın ilgisini bir an önce oya dönüştürmek olacaktır. Türkiye’nin geleceği mi? Onu gidin falcıya sorun…

Bunları da sevebilirsiniz