Prof. Dr. Şadan Gökovalı, kültür ve sanat yaşamımızın önemli bir parçasıydı. Onu geçen Ocak sonunda yitirdiğimizde içimde büyük bir kütüphanenin yok olduğunu duyumsadım. Bir kütüphanenin nasıl yok olduğunu rahmetli Kamuran İnan’dan öğrenmiştim. Bir gün arayarak sağlığını sorduğumda şöyle demişti bana;
“Bu soruya Kızılderililerin bir sözünü kullanarak cevap vereyim. Bilge Kızılderililerden biri öldüğünde, bir kütüphanenin yandığı söylenirmiş. Şimdi benim yaptığım şey de yanmadan önce kendi kütüphanemden kitap kurtarmak!”
Sonra da biraz duraklamış ve şöyle sürdürmüştü;
“Azizim yazıyorum ve beyin kütüphanemden, ölmeden önce kitap kurtarıyorum. Hem geriye bir şeyler bırakmış oluyorum hem de acılarım azalıyor!”
Prof. Dr. Şadan Gökovalı’yı bir yönüyle Kamuran İnan’a benzetirdim; Belleği onun kadar güçlü, kendi ilgi alanlarında (yazar, rehber, gazeteci, şair ve akademisyen) çok geniş bilgi birikimine sahip, bu birikimle sürekli makaleler ve kitaplar yazan bir kişiydi.
Bir de, bilimsel yardımseverliği vardı ki, ona soru soran kim olursa olsun, merakını giderinceye kadar anlatır da anlatırdı. Hatta kimi zaman soru soran öğrencilerini evine çağırdığını ve -oldukça geniş olan- kütüphanesini kullanarak onu aydınlatmaya çalıştığını biliyorum.
Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı) manevi oğluydu. Azra Erhat da ölmeden önce (1982) şu vasiyeti bırakmıştı;
“Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Azra Erhat, anamdan babamdan çok şey aldım. Fakat mayam Atatürk’tür. Her birini canımdan çok sevdiğim Türk gençleri içinde şu üçünü kendime evlat seçtim: Şadan Gökovalı, Cengiz Bektaş ve Ayşe Abakan. Ama onlara başkaları gibi para pul, mal mülk değil görev bırakıyorum. İyiyi, güzeli, doğruyu aramayı sürdürsünler!”
Şadan Hoca’nın bana da büyük iyilikleri olmuştur. Zeytin kitaplarımın ikisinde önsözü o yazmıştır. Hatta, Columella’ya ait olan “Zeytin bütün ağaçların birincisidir!” sözünü ilk Şadan Hoca’dan duymuştum. Daha sonra, geçen yıl çıkan ve MÖ 132’de başlayan ilk anti emperyalist başkaldırı, Aristonikos isyanının romanı olan kitabımın arka kapak yazısını da o yazmıştı.
Son yıllarda bazı sağlık sorunları vardı. Küçük bir emboli nedeniyle konuşma yeteneği sınırlı hale gelse de, belleği inanılmaz derecede parlaktı. Kitaplığında, hangi kitabın nerede olduğunu ve aradığı konunun kitabın hangi sayfasında bulunduğuna kadar her şeyi çok iyi bilir, anında kitabı getirip önünüze koyardı.
Ölmeden birkaç ay önce, evinin önündeki sokağa adının verilmesi sırasında Konak Belediye Başkanı Sayın Abdül Batur’un düzenlediği törene katılmıştım. Heyecandan yerinde duramıyordu. “Bugün çok mutluyum,” demişti bana. “Abdül Başkan’ın bu yaptığımı hiçbir zaman unutmayacağım!”
Düşünüyorum da, ne değerlerimiz var, yaşarken akla bile gelmeyen! Keşke belediye başkanları bu insanlara, daha yaşarken değerli oldukları duygusunu verecek bir şeyler yapabilseler…
Onun yitirilmesi ile sadece benim değil çok sayıda öğrencisinin ve kültür insanın da yüreği yandı. Çünkü onun boşluğunu doldurmak gerçekten çok zor!