SON DURAĞA GELİNDİ

AKP kurucu başkanı, günümüz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 1994 Yerel Yönetim Seçimi sonucu İstanbul Belediye Başkanı olduktan sonra “demokrasi tramvaya benzer, binerim istediğim durakta inerim” demişti. Çeşitli duraklarda inip bindikten sonra, bugün geldiğimiz durak, kendisi için son duraktır. Bindiği tramvayın vatmanları sık sık değişerek Erdoğan’ı indiği bu son durağa taşıdılar. Her durak kendisi için ileri atılacak yeni bir hamle oldu. Bu süreçte sadece demokrasi bir araç olarak kullanılmadı. Her tür siyasal, ekonomik ve sosyal yapıyı nabızlara göre şerbet vererek kendisine yandaş yaptı. Ülke içindeki bu şerbetleme, yolculuğunu bitirmesine yetmeyeceği için, demokrasi ve özgürlük söylemleri ile başta AB olmak üzere tüm uluslararası sivil toplum kuruluşlarını arkasına almayı başardı. Sağladığı bu desteklerle Cumhuriyet’in ne kadar kurum ve kuruluşu varsa hepsini yozlaştırıp, yandaşlarının eline teslim etti. Sessiz ve sakin, devleti bugün sürüklendiği açmazlara getirdi. Her geçen gün biraz daha güçlendikçe vaadlerini bir tarafa bırakarak esas amacına (laik Cumhuriyeti yıkmak) ve tek adamlığa doğru ilerledi. Aldatılan liberaller, dönek solcular ve TÜSİAD başta olmak üzere işverenleri yanından uzaklaştırarak Cumhuriyete meydan okumaya başladı. Kurumların başındaki T.C. leri kaldırarak dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek için ana okulları dahil eğitimi açmaza sürükleyerek, düşündüğü İslami yönetimi ülkeye dayatmaya başladı. Bu gelişmeler olurken rüşvet, yolsuzluk ve adam kayırmacılık sarmalına alınan ülke bir gece ansızın deprem yaşadı. En yakın yandaşı olan Fettullahcıları devlet içinde paralel örgütlenme olarak niteleyerek tutuklatıp uzaklaştırdı.17-25 Aralık gecesini kendisine karşı darbe olarak niteledi. Sebep de dört bakan ve oğlunun yolsuzluk ve rüşvetle tutuklanma istemi oldu. Oysa bu şahısların bir ömre sığmayacak zenginlikleri gerçekti ve hesap vermeleri gerekirdi. “Devlet benim” mantığının, Erdoğan’ın bir yönetim şekli olduğu her alanda belirgin olarak anlaşılıyordu. Devlet kendisi olunca onun zenginliklerinden istediği kadarını almayı kendinde hak görüyordu. İşte bu anlayış birlikte yola çıktığı en yakınlarının önce AKP’den daha sonra siyasetten uzaklaştırılmasını kaçınılmaz kılıyordu, nitekim de böyle oldu. Sınır tanımaz ihtiras ve kibri yalnız ülkede değil, tüm dünyada Cumhuriyet Devleti’nin yalnızlaşmasına neden oldu. “Stratejik Derinlik” adı ile geliştirilen siyaset, bitmiş, tarihin karanlık sayfaları arasına sürüklenmiş Osmanlılığı, yeni Osmanlı siyaseti olarak gündeme getirerek, ülkeyi ve kendilerini dipsiz kuyulara indirdi. AKP geçmiş tarihe sahiplendikçe, geçmişin siyasal problemleri gündeme yeniden oturur oldu. Oysa tarihle yüzleşmek ancak güçlü devletlerin yapacağı bir iştir. Ordusu pasifize edilmiş, ekonomisi dışarıdan alınan borçla ayakta durmaya çalışan, üretmeyen sadece tüketen bir ülke değil dünyada lider olmak, kendi mahallesinde bile muhtar olamaz. Hayalle devlet yönetilirse, hayaller gerçekleşmediğinde göz yaşı dökmek bir işe yaramaz. Söz konusu Erdoğan anlayışı Mustafa kemal’in “Yurtta Barış, Dünyada Barış” siyaseti ülkede savaş, dünyada savaş anlayışına dönüştürüldü. Tarih bilinci olmayan, Osmanlı’nın son iki yüzyılını anlamayan mantık, Asya’dan Afrika’ya dost ve komşuları kan gölüne çevirdi. Başka ülkelerin içişlerine karışmayı doğal hak görerek yönetim değişikliklerine destek verip, büyük adamlık rolüne soyundu. İslami silahlı örgütlere destek vererek aklınca kendini Halife yerine koydu. Bu davranış uluslar arası siyasi arenada dışlanmasına neden oldu. Dışlandıkça saldırganlaştı, hem partisi içinde hem de demokraside tek adam cübbesi giyinerek otokratik yönetimini ülkeye dayatmaya başladı. Anayasayı ara sıra buz dolabına, bazen rafa kaldırarak ülkeyi kuruluş felsefesi dışına çıkardı. Kendi makam koltuğunu ve konumunun bu yasaya bağlı olduğunu unuttu, giderek gücünü kendi varlığından almaya başladı. Bir insan dayandığı ağacı kökünden keserse altında kalma ihtimali her an vardır. Yasalardan alınmayan bir güç karşısındakileri de aynı konuma getirir ve o insanlarda direnme hakkını doğurur. Gelinen nokta işte budur. Kendi iç güvenliğini sağlayamayan bir ülke komşularını düzene sokmaya kalkarsa, hüsran kaçınılmazdır. Dünyada demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda son sıralarda yer alan Erdoğan Yönetimi, Suriye sorunu üzerine yapılan görüşmelere dahi alınmazken, dünya liderliğine soyunmak ve oynamak abesle iştigal etmektir. Korkarım Cumhuriyetimiz, Osmanlının Birinci Dünya Savaşı öncesi paylaşılması gibi, bugün de aynı şeyle yüz yüze gelmez. Zira tek dostu Uganda olan bir ülke, tarih sahnesinden silinmiş demektir. Bütün bunları düşündükçe, Başkanlık Sistemi isteği ve yeni bir anayasa isteği Erdoğan’da son durağa geldiği kanaatini doğurmuş bulunmaktadır. Yol bitti, vatman tramvaydan indi. Bundan sonrasına ancak yeni bir araçla gidilebilinir. Bu nedenle İktidar mensupları arasından bazı kişiler artık her akıllarına geleni söylemeyi kendilerinde bir hak olarak görmektedir. İşte yine bu nedenle hesaplaşmak kaçınılmazdır. Ben yaparım olur düşüncesine, SEN YAPAMAZSIN demek artık Cumhuriyet için hak olarak önümüzde durmaktadır. Bu görev tarihin dönen tekerliğinin içinde saklı durmaktadır. Onu durduğu yerden çıkarıp tekerleği döndürmek, aydınların ve halkın üzerine düşen bir görevdir. Zira, Erdoğan’ın geldiği son durak, Cumhuriyet sevdalıları için ilk durak olmalıdır.

Bunları da sevebilirsiniz