15 Temmuz Şeriatçı kalkışmasını iyi analiz edebilmek, ülkemizin bugün içinde bulunduğu, umursamazlığın ve aymazlığın nelere mal olduğunu görmek için karşı devrim kronolojisini ve gelişmeleri iyi bilmek ve görmek gerekir.
Daha kurtuluş savaşının başlarında;
Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i ilhak Cemiyetlerine karşı, emperyalist devletler yanlarına padişahı da alarak diğer işbirlikçilerle (şeriatçılar ve Kürt milliyetçileri) birlikte Sevr’i dayatmak için; İngiliz Muhipleri cemiyeti, Vilson Prensipler Cemiyeti, Kürdistan Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti vb. gibi kuruluşlarla Mustafa Kemal ve O’nun devrimlerine karşı savaş açarak O’nu ve arkadaşlarını ölüm cezasına mahkûm ettirmişlerdir.
Bugün hala bu şer odakları işbirliklerini devam ettirmektedirler.
Amaçları Lozan’ı tanımamak, Sevr’i dayatmak ve CUMHURİYETİ ortadan kaldırıp yerine İslam’a dayalı bir şeriat devletini kurmaktır.
ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Marshall yardımları bahanesiyle girdiği Türkiye’de ise, siyasal İslamcı kesimden öncü işbirlikçi olarak nurcuları seçmiştir.
Devamlı olarak; “Türkiye’nin Yeni Dünya Düzeni içindeki yeri ılımlı İslam’dır. Kemalizm’i bırakmalıdır. Batı’nın çıkarı, Türkiye’nin Batı ile değil, ılımlı İslam’la bütünleşmesindedir.” Dayatmasını yapmıştır, yapmaktadır. Daha sonraları daha da azgınlaşarak;
CIA Ajanı Graham Fuller: “Kemalizm’e Son; Osmanlı’yla Övünün, Fethullahçı olun.” diye aynı dayatmalarını tekrarlamaktadır.
Şimdi gelelim Karşı Devrim Kronolojisine
CHP Dönemi
4 Şubat 1949: İki “meczup” Meclis’te ezan okuyor.
15 Şubat 1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması öneriliyor.
1 Mart 1950: CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor.
Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19 idi.
12 Nisan 1950: Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor.
***
DP Dönemi
29 Mayıs 1950: Başbakan Menderes, sadece “Millete mal olmuş inkılaplarımızı saklı tutacağız” diyerek irticaya ilk işareti veriyor.
16 Haziran 1950: Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.
5 Temmuz 1950: Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.
21 Ekim 1950: Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar veriyor.
3 Aralık 1950: Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılıyor. Böylece Kuran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.
1953: Köy Enstitüleri, İlköğretmen Okulları’na dönüştürüldü.
1953: Yasa değişikliği ile “siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak, öğretim üyeliğinden çıkarılmaya neden olan bir suç” sayılmaya başladı.
1954: 25 yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.
1955’te Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor: “Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasa’yı bile değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz.”
Menderes, 1956’da Konya’da halka hitap ederken “ortaokullara din dersleri konulacağını” açıklıyor.
13 Eylül 1956: Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.
Başbakan Menderes, 1957’de Ödemiş’te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor: “Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun.”
Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde ulunuyor: “İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii’ni de ikinci bir Kâbe yapacağız.”
14 Şubat 1957: Başbakan Menderes, Ankara’da Kocatepe Camii’nin yapımı için Cami Yaptırma Derneği’ne 100.000 TL bağış yapıyor.
19 Mayıs 1957: Kayseri’de halka yaptığı açıklama Menderes, “DP’nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını, Süleymaniye’nin 500’üncü yıl dönümünü kutlamak için Müslümanların İstanbul’a davet dileceğini” söylüyor.
1957 – 1958: Liselere seçmeli din dersi kondu.
1959: Din dersleri öğretmeni yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.
***
AP Dönemi
26 Haziran 1965: Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, “İmam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerinin” müjdesini veriyor.
15 Nisan 1966: Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor.
31 Mayıs 1966: Demirel, Kayseri’de halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor: “Bugün Türkiye’de gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır.”
17 Mayıs 1967: İmam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.
20 Ağustos 1967: İzmir’de İslam Enstitüsü’nün temelleri Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılıyor.
Aralık 1967: Meclis’te iftar yemekleri verilmeye başlanıyor. 21 Şubat 1968: Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, “Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmaktır” diyor.
19 Şubat 1969: Mehmet Şevki Eygi adlı, emperyalizmin maşası İslamcı yazar, ABD’nin 6. Filosu’nu protesto eden yurtsever gençler üzerine “ABD bizim Kâbe’miz, cihada hazır olun” sloganları ile dincileri saldırtıp o günün tarihlere “Kanlı Pazar” olarak geçmesini sağlamıştır.
3 Mayıs 1969: Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in cenaze namazında gerici kalkışma.
1 Ekim 1969: Seçimlere bir gün kala Adalet Partisi’nin “kır atlı Kur’an” dağıttığı haberleri basına yansıyor.
***
CHP- MSP / Milliyetçi Cephe Dönemleri
26 Ocak 1973: Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor. (CHP- MSP Koalisyonu kuruluyor)
1974 – 1977: Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.
1975-1976: Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.
1976-1977: Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.
1977-1978: Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor. Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor.
Kahramanmaraş ‘ta 21-25 Aralık 1978 tarihleri arasında meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı…
Sol parti ve dernek binaları ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara “Allah için savaşa, Müslüman Türkiye” sloganları yazılmıştı. Buna karşın Süleyman Demirel, şunları söylemişti:
“Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz.”
12 Haziran 1979: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor:
“Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere Kur’an dersi konulmalı. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamıyor?”
4 Temmuz 1980: Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken başbakan Demirel “Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın!” diyerek “solun kalesi” diye anılan Fatsa’yı hedef gösteriyordu.
22 Temmuz 1980: Kemal Türker’in öldürülmesi.
7 Eylül 1980: MSP’nin Konya’da düzenlediği Kudüs mitinginde yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu: “Dinsiz devlet yıkılacak elbet… Şeriat gelecek… Laiklik dinsizliktir... Anayasa Kuran… Ya şeriat ya ölüm… Cihada hazırız…”
12 Eylül 1980 Faşizmi “bizim
Amerika’nın fedailiğine soyunan, Amerikalıların çocuklar” dedikleri generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasi parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı top yekûn bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı birikimi üzerinden silindir gibi geçildi… Ulusal birlik yerine dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran, günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale’de yaptığı konuşmada:
“Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz” diyordu.[1]
(ERGÜN POYRAZIN-MUSANIN AKP’Sİ ADLI KİTABI-SAYFA / 71 MİLLİ GÖRÜŞÇÜLERDEN DİNLEYELİM)
O ara başbakan mason Bülent Ulusu İslam konferansında: “Türkiye’yi temsilen, biz İslam ortak pazarı istiyoruz.” diyor.
Gene aynı konferansta, İslam ülkelerinin aldığı bir karara Katılarak, bizim kanunlarımızın da, Kur’an hükümlerine uygun hale getirilmesine dair bir anlaşmayı imzalamış.
Bu belge hakkında bilgi ve belge geçmişti elimize. Hâlbuki bizler böyle olmasını istediğimiz için yargılanıyorduk.(Zira bu vaat şeriat hükümlerinin kabulü oluyordu.)
“Gerçekte,” der Machiavelli, “hiçbir ülkede olağandışı bir yasa yapıcı yoktur ki, Tanrı’ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi.” Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık bir takım nedenler yoktur.”[2]
Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın 10. Maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı.
Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına yasal dayanak hazırlandı.
12 Eylül’de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra Erdal İnönü veto edilerek seçimlere katılması engellenirken Nakşibendi tarikatının üyesi olan Turgut Özal’ın Çankaya’ya kadar tırmanması sağlandı. Nitekim Özal’ın, “12 Eylül olmasaydı iktidara gelemezdik.” biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı.
Mart 1987: Demirel, Öğretim Birliği Yasası’nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu göz ardı ederek şunları söylemiştir: “Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok. …Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir. Şayet Kur’an kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur.
Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır.”
1989: TCK’nın Türkiye’de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı. Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.
28 Aralık 1989: Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.
31 Ocak 1990: Prof. Dr. Muammer Aksoy’un öldürülmesi.
4 Eylül 1990: Turan Dursun’un öldürülmesi.
6 Ekim 1990: Prof. Dr. Bahriye Üçok’un öldürülmesi.
24 Ocak 1993: Uğur Mumcu, “İmam-Subay” başlıklı yazısından iki gün sonra bir suikasta kurban gitti.
2 Temmuz 1993: Sivas’ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir Sultan Abdal Kültür Etkinliklerinin 3. gününde, yobazlar ortalığı kana buladı.
Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı.
Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli’ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı:
“Zafer İslam’ın… Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak!.. Şeriat gelecek zulüm bitecek… Kahrolsun laiklik…”
27 Mart 1994: Yerel seçimlerle RP’nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki belediyelerin, Ankara ve İstanbul’daki anakent belediyelerinin tüm olanakları RP’nin eline geçti. Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı.
Erbakan, “Refah iktidara gelecek. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak? Kansız mı?
60 milyon buna karar verecek” diyordu.
5 Nisan 1994: Tarihli kararlarını ilan ederken Tansu Çiller, “Son sosyalist devleti de yıktık.” sözleriyle Kemalizm’in sosyal devlet alanında sağladığı cılız da olsa kazanımları kastediyordu.
10 Kasım 1994: Anıtkabir’de Atatürk’e çirkin bir saldırı yapıldı. Saldırgan, “Taşlara, kemiklere secde etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz. Kur’an’a davet ediyorum.” diye slogan attı.
1997: Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, “Laiklere şeriat enjekte edilecek” diyordu.
1997: Şevket Yılmaz , “Allah’ın size soracağı soru şöyle: Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?”
Hasan Hüseyin Ceylan, “Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!”. Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, “Bu törenlere içim kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin.”
Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik, “Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak.” diyorlardı.
Ve Nihayet Şubat 1997… Özal’ın halefi olan Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutunda verdiği iftar yemeğine Türkiye’nin en ünlü din baronlarını davet ederek, toplumsal gerilimi tırmandırdı. Laikliğin tanımı bile değiştirilerek, “Laiklik, din özgürlüğüdür.”;
“Din ise birleştirici ve lâzımdır.” denilmeye başlandı. Eğitim yoluyla bu ülkede, “İktidar olursak, içkinin içilip içilmeyeceğini referanduma götürürüz” diyen Tayyip Erdoğan gibi şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi. Bu kafa sahipleri, iktidar olup cesaret ettikleri takdirde çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de referanduma götüreceklerinden, bir yandan uluslararası yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarından, artık hiçbir kuşkumuz kalmadı.
21 Ekim 1999: Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmesi.
Akp’nin İktidara Getirilmesi
ÖZELLİŞTERMELER
BORÇLARIN İKİYE KATLANMASI,
18 Aralık 2002: Prof Dr. Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi.
PKK terörünün azması.
Devamını sizler de biliyorsunuz. Yazayım dedim. Baktım ki yüzlerce sayfaya sığmayacak onun için sizin değerlendirmelerinize bırakıyorum.
Sonuç Olarak Geldiğimiz Nokta:
20 Ağustos 2016’da Gaziantep’te bir düğün törenine dinci IŞİD terör örgütünün canlı bomba ile yaptığı katliam,
54 yurttaşımız ölü,
Yüzlerce yurttaşımız yaralı…