Önce Müzik 3 – Barok – Klasik – Romantik

Milattan önceki dönemde oluşup, gelişerek gelen ve yaşamın birçok alanında yer bulan müzik, milatta sonra Rönesans’a kadar geçen süreç içinde her zaman kilisenin baskısı altında kalmıştır.

6. ve 7. yüzyıllarda Ambresius, Gregorius gibi bazı din adamlarının müzik üzerine yaptıkları çalışmalar, batı sanat müziğinin oluşumunda etkili olmuştur. Bu dönemde, kilisenin öncülüğünde bilimsel çalışmalar başlatılmış ve ezgilerin geleceğe doğru bir biçimde taşınabilmesi yönünde ilk nota sistemleri Neumalar, oluşturulmuştur. Bu dönemin önde gelen ayin müziği MİSSA dır. Özellikle 10. yüzyıldan başlayarak din dışı ezgiler yavaş yavaş yaygınlaşmaya başlamış ve 11. – 13. yüzyılda Avrupa’daki derebeylerin şatolarında, kalelerinde şarkılar, şiirler okuyan, kentten kente, hatta en küçük yerleşim birimlerine kadar dolaşan “gezgin şarkıcılar” türemiştir. Bunlar, kilisenin baskısından kurtularak güncel konuları, politikayı, aşkı ve doğayı anlatan ezgiler söylemişlerdir.

14. yüzyılda müzikte ritim yapısı, çok ses gelişmiş ve çalgılara gösterilen ilgi artmıştır. Müziksel anlatımda duygu özgürlüğü yaygınlaşmış, armonik düzen belli bir tonal merkez oluşturma ve ritmik çeşitlemelerde zenginleşme başlamıştır.

15. yüzyıldan sonra Rönesans ile tüm sanat dallarında insancıl bir ruh egemen olur. Sanat üreticileri artık bireysel duygularını özgürce anlatabilmekte, çevresinde olan biteni sorgulayabilmekte ve kendilerince yorumlar getirebilmektedirler. Orta çağda yalnızca cennete hazırlanmak üzerine kurulu üretimler, yerini insan yaşamına, doğaya, duygu ve düşüncelere bırakmış, insan olmanın bilinci önem kazanmıştır.

15. ve 16 yüzyıllarda giderek, çok seslilik daha da gelişmiş, ses ve çalgının uyumlu beraberliği ile daha karmaşık bir armonik yapının ortaya çıkması sağlanmıştır. A Capella (çalgı eşliksiz) korolar önem kazanmış, dans müziği gelişmiş, devingen ve karmaşık ritimler yepyeni formlar oluşmuştur.

Çalgı müziği de bu dönemde giderek ağırlığını hissettirmiş; piyano ve klavsene temel olmuş klavikord, epinet, psalterion gibi çalgılar ortaya çıkmıştır.

Yine bu dönemde 15. yüzyılın ortalarında icat edilmiş matbaa sayesinde notaların basılabilmesi ve çoğaltılması sağlanmış ve bu durum müziği yayılmasında önemli rol oynamıştır.

BAROK DÖNEM

1600 ile 1750 yılları arasında İtalya’da ilk opera denemeleriyle başlayıp, Johann Sebastian Bach’ın ölümüne kadar geçen dönemi tanımlar. Binlerce yıllık sürecin ardından müzik bu dönemde, yaşadığı oluşum ve gelişim sonunda günümüzde bilinen en gelişmiş haline dönüşür. Barok kelimesi, sözlük anlamıyla barocco, “biçimsiz inci” anlamına gelmektedir. Barok sanatı, müziğin yanı sıra resim, heykel, mimarlık gibi farklı alanları da içine alır. Barok bir anlamda sarayın sanatı olarak da nitelenmektedir. Rönesans’ta yaşanan sadelik, temiz ve saf olma eğilimlerinin ardından bu dönemin temel sanatsal yaklaşımında, aristokratlarının aşırı süslemeye ilgi duyan ince bir yaklaşımının yattığını söyleyebiliriz. Rönesans’ın tekdüzeliğini öne çıkaran müzikal anlayışı, barok çağında köklü bir değişim geçirerek “kontrast” kavramının öne çıktığı, çalgıların birbirleriyle savaştığı, karşıtlık oluşturduğu bir yapıya dönüşür. Daha sonra gelen klasik dönem sanatçıları, barok eserlerini karmaşık, süslü, zevksiz ve abartılı bulup bu dönem sanatını “barok” nitelemesiyle aşağılamak amacı için kullanmışlardır. Ancak barok çağın müzikal yapısı, armoni kuralları, daha sonra gelen tüm dönemler için temel alınacak bir nitelik taşır.

İyi bir gelişim evresi geçiren piyano için, Barok çağda belki de zayıf bir sese ve sert tuşelere sahip olması nedeniyle dönemin sanatçıları tarafından eser yazılmamıştır. Ancak dönemin gözde çalgısı klavsen için yumuşak tonlara ve yüksek sese sahip olması nedeniyle birçok eser yazılmıştır. Barok dönemde, ulusal yapıdan çıkıp uluslararası alanda evrensel bir dile kavuşan müzikal yapısının başlıca özelliklerini kısaca özetleyebiliriz.

  1. Birçok ses, armoni ve hatta melodi, boşluk bırakmadan aynı anda çalınır.

  2. Sürekli bas (Basso continuo) dönemin tipik karakteridir.

  3. Müzikal yapıda sürekli iniş – çıkışlara, birbirini tutmayan akorlara yer verilir ve çok seslilik artık vaz geçilmez bir unsurdur.

  4. Klavsen, gözde ve yoğun kullanılan bir çalgıdır.

  5. Fügler sık olarak kullanılır.

  6. Sesler arasında kontrastlar ve zıtlıklar vardır.

  7. Seslerin ilk kez çalgı grupları için ayrı ayrı yazılmasına, bir başka anlamda orkestral yapı, bu dönemde başlamıştır. Oysa daha önceki çağlarda ezgi, tüm çalgılar tarafından yorumlanırdı.

  8. Çalgıların birçoğu günümüzdeki yapısına benzer hale dönüştü (örneğin kemanlar). Kemanların önemi giderek arttı.

  9. Ritimsel yapıda ciddi değişimler gözlenmez, eserler genellikle başladığı ritim ile biterlerdi.

Bütün bu değişiklikler birbirlerine paralel olarak müzikteki yerini aldılar ve barok dönemini oluşturdular. Geri plandaki kadanslar veya armonik yapı üzerine solistlik ortaya çıktı ve bu da doğal olarak melodiyi ortaya çıkardı. Bir önceki Rönesans döneminde, müzikal yapının en belirgin özelliği olarak, çalgıların aynı anda başlayıp aynı anda eseri bitirmiş oldukları yönünde bir yorum yapılabilir. Barok dönemle birlikte müzik, “kontrast” kavramı ile tanışır. Aynı tınılardaki çalgılar birbirleriyle savaşırcasına, birbirleri ile karşıtlık oluşturarak eserde yerlerini aldılar. Klasik Dönem sanatçıları dahi, her ne kadar Barok dönem eserlerini karmaşık, süslü, zevksiz ve abartılı olarak adlandırıp, “Barok” kelimesini aşağılayıcı manada kullansalar da kendi kullandıkları ve günümüze kadar uzanan birçok armoni kuralını bu dönemin ustalarından öğrenmişler ve yer yer kopyalamışlardır. 150 yıla yayılan bir süreci etkileyen Barok akımının son dönemi Johann Sebastian Bach’ın etkisi altında geçmiştir. Bu dönemde konçertolar devri başlamıştır. Orta çağ ve Rönesans’ta ses şiddeti, hep aynı seviyede kullanılmaktaydı. Barok dönemde müziksel ifadeyi güçlendirmek için “Piyano – düşük ses” ve “forte – gür ses” terimleri ile eserlerde ses şiddetinin önemi ve katkısı ortaya çıkmıştır.

Barok dönemin bir diğer yeniliği ise geçmişte müzikal yapıda bulunmayan ve eserin başka bir bölüme geçeceğini ya da bittiğini belirten bir olgunun kullanılmasıdır. Eserlerde kapanışlar ve geçişler daha güçlü yer alır. Rönesans’tan Barok müziğe sıçrayan metne bağlı müzikal anlatım, konuşma dilindeki vurguların abartılmasına neden olmuştur. Barok dönemde doğan Opera ve Kantatlar günümüzde de aynı kurala bağlı kalınarak abartılı bir dilde seslendirilirler. Barok dönemle beraber çalgı müziği, büyük ilerleme gösterir. Yalnız çalgılar için bestelenen yapıtlar çoğalır. Ses müziği ve çalgı müziğinin birleştirilmesi de Barok dönemde filizlenir. 16. yüzyılın sona ermesiyle birlikte İtalyan besteciler madrigal adını verdikleri, şiirler üzerine yazdıkları çok sesli müzikler üzerine yoğunlaşmaya başlamışlardır.

Monteverdi’nin opera eserleri ve madrigalleri, barok dönemin ilk zamanlarının zirve noktası olmuş. Barok çağın önde gelen bestecilerinden Alman besteci George Frederic Handel, çok önemli bir eser olan Messiah oratoryosunu bestelemiştir (1741). Sonat, kendini barok dönemin ilk zamanlarında bulmuş bir başka müzik tarzıdır. 17.yüzyılın sonlarına doğru (barok dönemin ortaları), bu sonat formu Konçerto Grosso şekline dönüşmüş ve daha sonra da Konçerto ortaya çıkmıştır. Bach’ın Brandenburg Konçertoları, Konçerto Grosso stilinin bu dönemdeki şüphesiz en iyi örneklerindendir. Ayrıca en az Bach’ın olduğu kadar, Antonio Vivaldi’nin solo konçertoları da bu dönemin en önemli eserleri arasındadır. Özetle barok dönemde, sonat, konçerto ve vokal formlar gelişmiştir. 16.yüzyılın ortalarında eski kilise modal yapısında değişimler yaşanmış ve zamanla, anahtarlar arasındaki bağ ve geçişler bir sistem halini almıştır. Bach’ın “İyi Düzenlenmiş Klavye” (Well-tempered clavier) adlı eseri bu bağı anlamak için iyi bir örnektir. Bu eser ayrıca bir başka iki önemli barok özelliği yapısı içinde barındırmaktadır: Prelüd ve Füg. Barok dönemin en gözde çalgısı klavsen (harpsikort) dur.

Klavsen (Fr.) / Harpsichord (En.)

Barok müzik döneminin önde gelen müzik insanlarını, George Frideric Handel, Johann Sebastian Bach, Antonio Vivaldi, Joseph Haydn, Jean-Baptiste Lully, Arcangelo Corelli, Claudio Monteverdi, Jean-Philippe Rameau, George Philipp Teleman ve Henry Purcell şeklinde sıralayabiliriz.

KLASİK DÖNEM (18.YÜZYILIN İKİNCİ YARISI).

Milattan önceki çağların değerlerini temel alıp, o dönemin klasikleşmiş kültürlerine öykünerek, yüzyıllar boyu kalıcı olabilecek, kusursuz ve benzerleri arasında örnek olabilecek düzeyde üretilen eserleri, “Klasik Değerler” olarak tanımlayabiliriz.

On sekizinci yüzyılın ikinci yarısında, Mozart ve Haydn’ın simgesi olduğu bu dönemde besteciler, mükemmelliği aradılar.

J. S. Bach’ın ölümü 1750’den, L. V. Beethoven’in ölümü 1827’ye kadar geçen dönemi, müzik tarihçileri Klasik Dönem olarak adlandırmaktadırlar. Klasik dönem sanatını özetle; dengeli ve sağlam bir yapının önem kazandığı, kuramcı lığın esas alındığı, orkestra ailesinin yapılandığı, senfonik eserlerin ortaya çıktığı, başta piyano olmak üzere çalgı müziğine dönük besteler yapıldığı, çeşitli müzik biçemlerinin yalın bir anlatımla geniş halk kitlelerine seslendiği bir dönem olarak niteleyebiliriz. Klasik dönemde; uzun, oldukça süslü ve kontrpuanı esas alan Barok çağ anlatımı yerini, daha aydınlık, oldukça sade ve net bir sanata bırakmıştır. Yalınlık ve anlaşılabilir kuramlar ile donanmış bu dönem eserlerindeki netlik, orkestranın tek bir çalgı gibi kullanılabilmesine yol açmıştır.

Klasik ve daha sonra gelen Romantik çağın özünde, Rousseau’nun sevimli, yalın ve kolay anlaşılır müzik düşüncesinin büyük önemi olduğunu söyleyebiliriz. Rousseau’nun görüşleri, Gluck’tan başlayarak bir birleşimin, bir uzlaşmanın dürtüsü olmuştur. Klasik Çağ sanatını, “Barok” dönemin bir yandan süslemelere olan düşkünlüğü ile kazandığı zenginliğe, öte yandan Renaissance’ın çok ses ustalarının geleneğini sürdüren bestecilerin karmaşıklığına oranla daha ileri yapan şey, müzik dilinin başlıca üç öğesi melodi, ritim ve armoni dilinin bu dönemde önemli ölçüde gelişim göstermesidir. 18. yüzyılın ortalarında Güney Almanya’da Mannheim Okulu olarak bilinen ve zamanın ünlü besteci ve yorumcularının bir araya geldiği topluluk, dönemin müziğine damgasını vurur ve senfoni biçimini yeni çağa sunacak bir orkestra geleneğini ortaya çıkarır. Bu bağlamda Mannheim Okulunun müzik tarihindeki yeri oldukça önemlidir.

MANNHEIM OKULU

18. yüzyılın ikinci yarısının müziğini kavramak için o dönemin sosyal yapılanmasına kısaca bakmakta büyük yarar vardır. Bu dönemde kilisenin yapaylığına karşı bir ayaklanma başlar. Dinde doğallık önem kazanır, bağnaz düşünce yerini sağduyuya bırakır. Bireysel özgürlük, yavaş yavaş otoritenin yerini alır. Tüm örgütler, bilim, sanat, din ve diğer kurumlar bireye hizmet eder. İnsan yaşamı sanatla donanır. Sıradan insana seslenebilen kültür etkinlikleri düzenlenir. Böylece eskiden salt soylulara ait olan sanat ve kültür dünyasında, artık halk da yerini almaya başlar.

Amerika bağımsızlık bildirgesi ve Anayasasının ilanı, çağın sonundaki Fransız Devrimi, bu çağın en önemli toplumsal olaylarıdır. Bilimsel buluşlar, endüstri devrimi, orta sınıfın doğması ve doğallığa övgü, yeni çağa esin kaynağı olmuştur. Klasik çağ, aynı zamanda insanın birey olarak değerlendiği, insancıl düşüncenin öne çıktığı bir dönemdir.

Uluslararası kardeşlik önem kazanmıştır. Seçkin insanlar yerine genel halk kitleleri önemlidir. Yoğun olarak soyluların saraylarında gerçekleşen müzik sunumları değişime uğramış ve ilk kez geniş kitlelerinin katıldığı halk konserleri başlamıştır. Nota yazısı hemen herkesin kolaylıkla anlayabileceği bir yapıya dönüşmüştür. Müziğin görevi doğayı olduğu gibi ve zarif bir anlatımla yansıtmak, gerçekçi gözlemlere dayalı sesleri duyurmaktır. 18. yüzyıl sonundaki kuramcılara göre müzik, uyumlu seslerle duyguları kamçılayan ve herhangi bir kalıbı örnek almaksızın, kendi doğal akışı içinde gelişen güzel bir sanat dalıdır. Hiçbir zaman aşırı süsleme ya da şaşırtmaca yoluyla değil, duygulara doğrudan seslenerek dinleyiciyi coşturmaktır.

WOLFGAN AMADEUS MOZART

 FRANZ JOSEPH HAYDN

18. yüzyıl ortasında ve sonundaki ideal müzik, uluslararası bir dil sergilemeli ve eğlendirdiği kadar soylu olmalıdır. Derin duyguları zarifçe dışa vurmalıdır. Bu yapılanma, klasik dönemin en büyük ustaları olan Christoph Willibald Gluck (1714 -1787), Franz Joseph Haydn (1732 – 1809) ve 36 yıl gibi kısacık ömrü ile çağa damgasını vurmuş olan Wolfgang Amadeus Mozart’ı hazırlamıştır. Büyük usta Ludwig Van Beethoven (1770 – 1827) ise klasik dönemin olduğu kadar romantik döneminde bestecisi sayılır.

CHRISTOPH WILLIBALD GLUCK

LUDWIG VAN BEETHOVEN

Klasik Dönemde Müzik Biçimleri:

Klasik dönemde yaratılan ve gelişim gösteren en önemli müzik biçimleri “senfoni” ve “sonat” tır. Bu çağda piyano önem kazanır ve onun için konçertolar yazılır. Öne çıkan bir diğer biçim ise dört yaylı çalgı için yazılan kuartetlerdir. Opera ise Gluck ve Mozart’ın yapıtlarında yeni bir boyut kazanmıştır.

KUARTET

KLASİK PİYANO

ROMANTİK DÖNEM (19. Yüzyıl)

Müzikte romantik çağ, 18. yüzyılın sonlarından 20.yüzyılın başlarına kadar geçen yaklaşık yüzyıllık bir süreyi kapsar. 18. yüzyılın sonlarında toplumsal alanda yaşanan devrimler ve yeni özgürlük hareketleri, müzik sanatını da etkilemiştir. Romantik dönemin özünde, bireyin farklılığının bilincine varmış olmasının önemli bir yeri vardır. Egonun öne çıkması, her şeyden önemli olanın “ben” olması, bu dönemin özelliğini yansıtır. Bu dönem, hep birilerine ya da birilerinin isteklerine boyun ekmek, belirlenmiş kurallara bağlı kalmak gibi yönlendirmeler yerine bireysel bilincin geliştiği yeni bir çağ olarak nitelenebilir. Sanatçı artık, birikimleri düzeyinde kendine özgü yeni arayışlar içine girmektedir. Ancak hemen şunu da eklemek gerekir ki, böylesine özgürlükçü yaklaşımlar her dönemde, sanatçıyla birlikte yaşamıştır. Bu anlayış, 19. yüzyılda sanat yapıtlarına daha yoğun ve abartılı biçimde yansıdığı için bu dönemin kimliğini oluşturur. Klasik dönemin sağlam yapısı, öz ve net anlatıma önem veren bestecisi bu dönemde, bir türlü sözünü bitirmeyen, yapısal çerçevelerde düşünceni sınırlamaktan kaçınan, iç dünyasının karmaşasını sanatına yansıttıkça tekniğini de karmaşık hale getiren bir biçime dönüştürür.

Romantik, klasik akımın kuralcı yapısına karşı gelip, düşüncesini özgürce eserlerine yansıtmaya çalışır ve kendini anlatmanın yollarını arar. Diğer taraftan, armoniyi ve çalgıları duygusal bir biçimde yorumlarken önceki dönemin kusursuzluğunu bir kenara bırakır. Klasik dönemin özünde yatan antik çağın anıtlarına özgü abidevi ve mükemmel yapısı yerine bireyselliğe ve duygusallığa öykünür.

Bu dönem sanatçıları artık; yalnızca krallara, soylu ailelere ve onların yanındaki küçük topluluklara seslenmekten uzaklaşıp, yapıtlarıyla geniş kitlelere ulaşmaya çalışmaktadır. Artık toplumsal olaylara ilgi duyar ve halkın sorunlarına duyarlıdır. Üretimlerini finanse eden soyluların yerini, konser kuruluşları ve festivaller alır. Şimdi krallar ve aristokratlar yoktur, sosyal yaşamda önemli bir noktaya gelen subaylar, politikacılar ve sanayiciler onların yerine gelirler. Ancak eski yöneticiler saraylarında, şatolarında sanata zaman ayırırlarken yeni yöneticiler, daha çok kendi işleriyle uğraşıyorlar ve sanattan uzak duruyorlardı. Bu durum, müzik üreticileri açısından oldukça sıkıntı yaratmıştır. Diğer taraftan romantik çağın bestecisi, önceki dönemlerde yüksek sanata ilgi duyan dar bir çevreye dönük üretim anlayışı yerine şimdi sanattan uzak kalmış çok daha büyük bir çevre için üretim yapmak zorundaydı. Böylesine bir kitleye ulaşamayacağını bilen bu dönem bestecileri, kendi içlerine kapanmış, özgür ve kendince üretimlere yönelmeye çalışmışlardır.

Romantizmin bir diğer yanı da gerçekçiliktir. Bu çağın ruhunda yatan idealler, çoğunlukla dünyasaldır. Bu dönemin önde gelen bestecilerinden hiçbiri kilise için müzik yazmamıştır. Bu çağın bir başka vurgusu da doğadan yansır. Sanayileşmenin, gürültülü ve kalabalık şehir yaşamının getirdiği bunalımdan kaçan sanatçı, doğayı arar ve ona sığınır.

Romantik çağın müziğinde uzun kesintisiz melodik çizgilerin ve farklı ritimlerin egemen olduğunu söyleyebiliriz. Genel anlamda bu dönemin en gözde çalgısı piyano olmuş, senfonik müzik yanında “oda müzikleri”, “lied”, “koral müzik” önde gelen formlar olmuştur.

RICHARD WAGNER

GUİSEPPE VERDI

  NICCOLO PAGANINI

Dönemi yaratan en önemli romantikler arasında,

Carl Maria von Weber (1786-1826), Franz Schubert (1797-1828), Felix Mendelssohn (1809-1847), Robert Schumann (1810-1856), Frederic Chopin (1810-1849), Niccolo Paganini (1782-1840), Hector Berlioz (1803-1869), Franz Liszt (1811-1886), Johannes Brahms (1833-1897), George Bizet (1838-1875), Gioacchino Rossini (1797-1848), Gaetano Donizetti (1797-1848), Guiseppe Verdi (1818-1901), Richard Wagner (1813-1883) sıralanabilir.

FREDERIC CHOPIN

 FRANZ SCHUBERT

 GIOACCHINO ROSSINI

19. yüzyılın sonlarına doğru filizlenen ulusçuluk, Post-Romantizm (geç romantizm) ve izlenimcilik akımları da köklerini romantizmden almıştı

Bunları da sevebilirsiniz