Mehter ve Avrupa Etkileşimi

Özellikle 17 ve 18 inci yüzyıllarda batı dünyasında görülen Alla Turca anlayışı ve Mehter; Avrupa Bandosunun oluşumunu sağlamış, Mozart, Beethoven, Haydn, Gluck, Mussorgsky, Brahms gibi besteciler ile orkestra müziğini doğrudan etkilemiştir. Bu etki, eserlerin bir bölümünde görüldüğü gibi doğrudan Türk Marşlarının yazılmasına da neden olmuştur.

Amerikalı Etnomüzikolog Dr. Karl Signell, “Mozart’ın La Majör piyano konçertosunun (K.331) son bölümü, La majör keman konçertosu (K.219) ve Saraydan Kız Kaçırma operası ile Haydn, Beethoven gibi bestecilerin bu çalışmalar ile benzerlik taşıyan eserleri genellikle “Türk” kavramıyla tanımlanır. Bu adlandırma sadece popüler bir söylem değil, çoğunlukla bestecilerin kendileri tarafından öne sürülen betimleyici bir kavramdır. Bu eserlerin sultanların muhafızları olan yeniçeri bandosunun müziğinden etkilenilerek ortaya çıkarıldığı bilinmektedir. Bu belirleme, üslubun ve çalgıların detaylı bir karşılaştırılması yapıldığında sadece bu besteciler üzerindeki döneme has Türk düşkünlüğü (Turkomania) etkisi ile açıklamaya yetmez, aynı zamanda doğu-batı kültürel etkileşiminin bazı önemli kalıcı sonuçlarını da anlamamızı sağlar” demektedir. (*)

(*) Karl Signal – Mozart ve Mehter (Makale) – Mehter- Oğuz Elbaş (s. 397- 405)

SELÇUK’TA MEHTER

Selçuk ile Anadolu’ya gelen Mehter, Osmanlı’da saygın bir yere sahip olmuş, imparatorluğun kurucusu Osman Gazi Mehter’i ayakta dinlemiştir. Daha sonra gelen padişahlar da nevbet dövülmesini ayakta dinlemiştir. Ancak bu töre, II. Mehmet (Fatih) zamanında uygulamadan kaldırılmıştır. (*)

(*) Oğuz Elbaş – Mehter – T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı / Yıl 2019 – (s. 57)

Osmanlı’da Mehterin, savaşlarda çok önemli bir görevi vardı. Paris (Fransa) doğumlu Jean Antoine Guer notlarında, “bu askeri müzik, ordunun tüm hareketlerini izler, savaş süresince vezirin yakınında kalır ve heyecanlı askeri birliklerin heyecanını koruyabilmesi için hiç durmadan çalardı. Yeniçeriler mehter müziğini artık duymazlarsa, bu savaşın kötüye gitmesinin hatta olası bir geri çekilmenin habercisi olarak kabul edilirdi” demektedir. Mehterin elbette savaşta olduğu kadar barışta da çok önemli görevleri vardı. Günün belli saatlerinde özellikle ezan vakti nevbet vurulurdu.

Rus asıllı Amerikalı müzik yazarı Nicholas Bessaraboff (1894 – 1973), Mehter altyapısındaki kavramsal Geleneksel Türk Müziği’nin ezgisel ve çalgısal özelliklerinin, büyük davullar ve diğer vurmalı çalgılar ile baş döndürücü ve görkemli birlikteliğinin, müziğinin temelinde yer aldığını ifade etmektedir. Günümüzde çağdaş Türk dünyasında Mehter müziği hala kitleleri etkileyebilmektedir.

Mehter, Davul, Zurna, Zil, Nakkare, Boru, Çevgan ve Kös çalgılardan oluşmaktadır. Bu çalgılar arasında vurmalılar, özellikle batı dünyasında ilgi ile karşılanmıştır. Ritmin gücü çok etkilidir. Çevgan ya da Türk Hilali olarak bilinen çalgı, Avrupa’da “Jingling Johnnie”, “chapeau chinois”, “schellenbaum” vb. olarak bilinmektedir. Çevgan, aşağı yukarı sallandığında çıngırak benzeri hafif bir çınlama sesi oluşur. Birden fazlası çalındığında güçlü bir ses oluşturduğu gibi görsel olarak da bir etki yaratmaktadır.

ÇEVGAN

CHAPEAU

CHİNOİS

Mehter çalgıları toplu olarak tüm gücüyle çaldığında vurmalıların, melodiyi bastırdığı da oluyordu. Zurna ve boru ile vurmalılar arasında bir güç savaşı yaşandığı söylenebilir. Mehter müziğinin kendine özgü bu özelliği, konçerto bölümünde sessizliği koruyan yumuşak sesli pasajların, daha geniş ve daha volümlü çalgılarla seslendirilen ve bir Barok Müzik türü olan “concerto grosso” ya yani solo çalgının orkestra eşliğinde çalmasına dönüşmesine gerekçe olabilir. Bu yapı, Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma operasının uvertürü ve diğer benzer çalışmaların yan ısıra, K.331 alla turca da etkili bir şekilde yer almıştır. Bilindiği üzere Mehterin ana görevi, askerleri coşturmak için yaptığı müzikti. Bu müzik ve coşku, batı dünyasını ve bestecileri doğrudan etkiliyordu.

20. yüzyılın ilk çeyreğinde yeniçerinin ortadan kaldırılmasıyla birlikte gözden düşen ve resmi görevi sona eren Mehterin yerini, oluşumunu sağladığı bando alıyordu. İngiliz müzikolog ve orkestra şefi Henry George Farmer (1882 – 1965) “Savaşın İşaretleri Askeri Müziğin Yükselişi ve Gelişimi” başlıklı kitabında Mehterin batı dünyasına olan etkileri ile ilgili önemli açıklamalar yapar. Farmer bu eserinde Mehterin yaptığı müziği değerlendirerek “Bu dayanılmaz sesle karşılaşan rakiplerin kolaylıkla mağlup olması hiç de şaşırtıcı olarak görülmemelidir. Alışık olmadıkları bu muazzam gürültüye rağmen komşu hükümdarların bu askeri bandonun görünüşünden (genellikle doğunun en abartılı giyim üsluplarını uyguluyorlardı) etkilenmeleri kaçınılmazdı. Bu etki sonuç verdi ve Polonya Kralı bir Mehter takımını “tüm teçhizatıyla” Sultan’dan temin etti. Çok kısa bir sürede “Türk Müziği” salgını Avrupa Ordularının çoğuna sirayet etti. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda askerî bandonun kuruluşu için, şövalye Von Der Trenck’in birliklerinin önünde bir Türk Bandosu (Mehter) ile Viyana’ya girdiği tarihin 1741 olduğu söylenebilir. Mareşal de Saxe 1741’deki savaş esnasında süvari birliklerinde bu bandoları (Mehter) kullanması, Fransa’nın seçkin birliklerine taşınmasına da neden olmuştur. Mareşal Saxe, ‘marşların seçilmesinin ve davul vuruşlarının olgunlaşmasının altında Yeniçeri müziğinin itici gücü yatar’ der. Kudretli devlet adamı ve general Büyük Frederik bile böylesi bir “Türk Müziği” örneğinin tadına varmadan rahat edememiş ve bu “şarklıların” etkileyici görünüşlerinden ve çalgılarından öylesine memnun kalmıştı ki, Wagner’in dediğine göre kendisine bağlı tüm askerî bandolara vurmalı çalgılar eklemiş ve bunları icra etmek üzere sarıklar ve gösterişli giysilerle donanmış zencileri görevlendirmişti” açıklamasını yapmaktadır. Farmer kitabında kıta Avrupa’sında bu heyecanın yarım yüzyıldan fazla sürdüğünü ifade eder. Ayrıca, York Dükünün izinsiz bir şekilde Muhafız Bandosuna süslü Tuğ ve Çevganlar eşliğinde Türk çalgılarını eklemek için izin istemeye dönük yoğun çaba göstermesi, kralı oldukça rahatsız ettiği anlaşılmaktadır.

Farmer İngilizler için, Türk Müziğinin uygun adım yürüyüşünün birlikleri düzene sokma yönündeki inanılmaz etkisini kısa sürede keşfettiklerinden emin olabiliriz açıklamasını yapar. Uygun adım yürüyüşü İngiliz ordusu için daha sonra da üzerinde önemle durulan bir konu olmuştur. Bu nedenle yürüyüş ritmini belirleme işlevini mükemmel bir şekilde gerçekleştiren bas davul ve ziller, yürüyen birlikler tarafından benimsenmiştir.

Osmanlı fetihleri sona erince, mehter kültürü ve müziği Avrupa’da yayılmaya başladı. Avrupa’ya gönderilen ilk Osmanlı elçileri gittikleri ülkelere kendi musiki topluluklarını da götürdüler. Avrupalılar, Mehterin görkemli yapısını, debdebesini, alışılmadık giysilerini ilgiyle karşıladılar ve hayranlık duydular. Farmer, Lehistan kralı ile Romen voyvodası, Türk bandosu kurdular açıklamasını yaparken XVIII. yüzyılın ilk yarısında Mehterin sesi batı dünyasını etkisi altına aldı ve bu süreçte başlayan doğu modası rüzgârı, güzel sanatlar alanını Türk çeşnisi olarak sarmaya başladı demektedir. Açıklamasının devamında, Türk bandosu tutkusu bir yığın alışılmadık, süslü renklere bezenerek yarım yüzyıl boyunca Avrupa kıtasında esti diyerek de ekleme yapar.

Avrupa’nın “Türk Bandosu” özentisi, gerçek Türk mehterini yeni bir kılığa sokup onu bir karnaval dünyasına taşıma çabasıydı. Diğer taraftan bu özenti mehteri gerçek anlamından koparıp ona yeni anlamlar yükleme çabası hâline dönüşüyordu. Büyük Türk efsanesinin uyandırdığı eski korkular kaybolmuş, yerini karnaval benzeri bir kutlama şenliği havasına bırakmıştı. Yeniden yaratılan efsane, Türk’ü renkli bir gösteri havası verilen bir halk şenliğinin başkahramanı olarak tanımlıyordu. Türk sedası, halk gösterilerinin sıcak havası dışında moda hâline gelen “alla turca” akımına da yansıdı, böylece Batı sanat müziğinin ağırbaşlı örneklerine, Türklük konulu operalara esin kaynağı oldu.

Amerika Utah’taki Brigham Young Üniversitesinde Genel Müzik Eğitim profesörü olan Dr. Harrison Powley, “Mehter: Batılı Algılar ve Taklitleri” başlıklı yazısında XIV. yüzyıldan XVIII. yüzyıl ortalarına kadar Avrupalılar için Türk imajı acımasız ve barbar bir kafir olgusu şeklindeydi. Bu acımasızlığın sembolü olarak yeni asker anlamına gelen Yeniçeri görülmekteydi. Avrupalılar “Mehter Müziği” yerine “Yeniçeri Müziği” terimini kullanıyorlardı. Powley, XVII. yüzyıl sonlarında başlayarak bu terim yerine “Türk Müziği” kullanılmıştır, açıklamasını yapar.

Alman şair, org müzisyeni, besteci Christian Friedrich Daniel Schubart (1739-1791), “Ideen zu einer Asthetik der Tonkunst” başlıklı eserinde Türk müziği ile ilgili bazı açıklamalar yapar. Schubart burada 1740’lardan beri Avrupa müziğinin bir parçası olan “Türk Müziği” ve “Türk Askeri Müziği’ni” karşılaştırarak “40 yıl önce Alman ordusundaki pek çok alayın Türk Müziği ile tanışması, Türk çalgıları üzerine çalışmalar yapılmasına neden oldu. Bu müziğin o kadar savaşçı bir karakteri vardı ki en yüreksiz ruhlara bile cesaret veriyordu. Buna rağmen, 80 ile 100 kişi arasındaki güçlü kadroları ile müzik icra eden Yeniçerileri dinleme şansı bulan birinin buruk bir tebessümle, kendi toplumunda ortaya konan taklitlerin “Türk Müziğinin” yapısını nasıl bozduğunu anlayabiliyordu” açıklamasını yapmaktadır. Burada da açıkça görülmektedir ki başarısız örnekler de olsa Avrupa’da Türk müziği başlığı altında Mehter topluluklarının benzerleri oluşturulmuştur. Schubert bir başka açıklamasında büyükelçi Ahmet Efendi onuruna Türk Müziği konseri sunulmuş. Büyükelçi, bu Türk Müziği olamaz diyerek dinletiyi protesto etmiş, bunun üzerine Büyük Frederick’in gerçek bir Türk Bandosu oluşturduğunu ifade etmiştir. Bunlara ek olarak Schubert, “Viyana’da imparatoru eğlendirmek için kurulmuş olan operalarda Gluck, Türk müzisyenlere yer vermiş ve sahne çukurunda onlara çaldırmıştır” şeklinde görüş belirtir.

Türk Müziği Avrupa’da ancak XVIII. yüzyılda popüler olsa da Lully’le (1633-1687) başlayan Fransız opera tarihi belgelerinde pek çok dışarıdan alınmış unsur görülebilir. Türk kültürüne ait özel sahneler Campra (1670–1774) ve Rameau (1683–1764) tarafından bestelenen operalarda da bulunmaktadır. Gluck’un Le cadii dupé (1761) ve La rencontre impréveue (1764) adlı eserleri, XVIII. Yüzyılın üçüncü çeyreğinde ortaya çıkmış bir popüler tür olan egzotik operaların iki tipik örneğidir. Haydn L’incontro improvviso (1775) isimli eserinde Türk çalgılarını zil, çelik üçgen ve tef kullanarak keşfetmeye çalışmıştır. Mozart’ın Die Entführung aus dem Serail (saraydan kız kaçırma, 1782) isimli eseri ise hâlen dünyanın en büyük opera topluluklarının repertuarında olmaya devam etmektedir. Bestecinin hem K.219 sayılı La Majör Keman Konçertosunda hem de K.331 sayılı La Majör Piyano Sonatında Türk müziği tarzındaki öğelere rastlanır. Beethoven “Türk Müziğini”, op. 113 sayılı Die Ruinen von Athen adlı eserinde, op. 91 sayılı Wellingtons Sieg’da ve op. 125 sayılı 9. Senfonisinin son bölümünde etkin bir şekilde kullanmıştır. Savaşa dair senfonilerde “Türk Müziğininin” kullanımı Beethoven’nın yapıtlarından onlarca yıl öncesinde de gayet popülerdi. George Druschetzky (1745–1819) ve Franz Christoph Neubauer (yaklaşık 1760–1795)’ın yazdıkları buna benzer eserler (1780-1790), örnek olarak verilebilir. Bununla birlikte Muzio Clementi’nin (1752–1832) ve Daniel Steibelt’in (1756–1823) solo piyano ve vurmalı çalgı eşliği için yazdığı eserler de aynı dönem içinde moda olmuş yapıtlardı. Bu moda, erken XIX. yüzyıl Avrupa’sında, “yeniçeri vurgusu” (Janissary stop) olarak adlandırılan özel mekanizmalarının yardımıyla daha gerçekçi savaş tınılarını üretebilen birçok piyanonun üretilmesine yol açmıştır. XVIII. yüzyılın ikinci yarısı boyunca besteci ve dinleyiciler vurmalı çalgıların “Türk Müziğinin” ayırt edici bir özelliği olduğunu düşünmüşlerdir.

Signell, Farmer’ın açıklamalarını temel alarak, bugün modern anlamdaki askeri bandoların Osmanlı’daki ilk örneklerinden geliştirildiğini ifade eder. XVII. yüzyılda Fransa, İngiltere ve Almanya’da başlayan oluşum, XVIII. yüzyılın başlarına gelindiğinde tüm Avrupa’da etkisini hissettirmiştir. Signell Türkler ’den alınıp bugüne kadar kullanılan çalgıları, iki grupta inceler. Birinci grupta hiç değişime uğramayan Bas Davul, Zil ve Çevgan, ikinci grupta ise Türk vurmalı çalgılarından esinlenilerek farklı kültürel etkiler ile yeniden yapılandırılan timpani, trampet, çan, çelik üçgen ve zilli tef olarak sınıflamaktadır. Ayrıca Avrupa’da yaygın olarak benimsenen ilk vurmalı çalgının da büyük davul (kös) olduğunu belirtmektedir.

Signell, Mozart ve çağdaşlarının eserlerinde yansıyan “Türk Müziği” olgusunun ve bu olgunun kaynağını anlayabilmemiz için Avrupa’daki Türk imgesine kısaca bakmak gerekir diyerek açıklamalar yapar. “XVII. Ve XVIII. yüzyıllarda Türk karakteri tüm Avrupa’da oldukça popülerdi. Viyanalı küçük çocuklar “Türk” sözcüğü ile korkutulurdu. Türkler gibi giyinen insanlar egzotik eşyalar satardı. Bu zaman diliminde gerçek bir Türk düşkünlüğü görülmekteydi. Şehirde Türk kahvehaneleri açılmıştı ve Türk şekerlemeleri satılmaktaydı. Türk çalgıları Askeri Bandolarda yerini almıştı. Otantik Mehter takımları Avrupa saraylarında düzenli performanslar sergilemekteydi. O dönemde kurulan askeri bandolar, yeniçeri müziğinin savaşçı ruhunu ve vurmalı çalgıların renkli tınılarını taklit etmeye çalışıyorlardı”.

Signell, bu dönemde popüler olan ve “düm – tek – tek – tek” olarak adlandırılabilecek ritmik yapıyı Beethoven, Mozart yazdıkları Türk marşlarında kullanmışlardır. Yazar ayrıca Mozart’ın Türk müziğine olan düşkünlüğünün kaynağında bazı Türk Müziği örnekleri ile Gluck’un “Mekke’den Hacılar” operası olduğunu belirtmektedir.

1780’li yıllarda Yeniçeri Müziği, Avrupa’nın kendi dinamikleri içinde gelişim gösterdi. Signell, “Haydn’ın “Millitary” isimli 100 numaralı Sol Majör senfonisinin Andante bölümündeki volümlü uygulamaların, standart Türk tipi renkler olarak kabul edilebilir. Eserde kuvvetli vuruşlar, bas davul ve ziller ile vurgulanırken hızlı bir yürüyüş sergilemektedir” değerlendirmesini yapmaktadır.

Beethoven’in 9. Senfonisinin son bölümüne eklediği mehter müziğinin özelliklerini yansıtan bölüm oldukça ilginçtir. Beethoven dönemin Türk müziği etkisiyle ayrıca Türk marşı da yazmıştır.

Avrupa müziğindeki Türk düşkünlüğü XIX. Yüzyılın ilk dönemlerinde etkisini kaybetmesine karşın vurmalı çalgılar ve izleri orkestralarda kalıcı olmuştur. Sonuçta Mehterin o görkemli ruhunun batı dünyasının orkestra, opera ve bando müziğinde yaşamaya devam ettiğini söyleyebiliriz.

Bunları da sevebilirsiniz