Girizgâhsız konuşamaz olduk. Her yerde bir kamyon methiye düzmeden kimseye soru soramaz, iyi niyetimizi belgelemeden, şahitlerin huzurunda çok düzgün bir biçem tutturmadan eleştiri veremez olduk. Sözü dolandırmadan konuşmak, özü sulandırmadan sataşmak kabalıktan sayılır oldu. Halbuki eleştiri ve bildiğini söylemek hakikate ulaşmanın çoğu zaman en kısa yolu, kimi zaman da en kolayı. Fakat son zamanlarda bu biraz ayıp oldu. Neden, nasıl?
En iyi örneği sempozyumlardan veya akademik konferanslardan verilebilir. Örneğin bugün konferansların soru cevap kısmının belki de yarısı “öncelikle bu sunum için çok teşekkür ederiz” demekle geçiyor. Şöyle harikaydı, böyle güzeldi derken karşılıklı bir övgü tufanı başlıyor. Sonra? Sonrası ya korsan bildiri ya da dostlar alışverişte görsün soruları. Bir de tabii sonra yapılan “gıybet” var. Sorulacak soru sorulmaz, yüz yüze gelinmez; onun yerine bizim gibi düşünenlerin yanına gidilir, asıl soracağımız soru dost meclisinde eleştiri olarak verilir. Sonuç, yavaş ilerleyen bir bilim.
Biraz daha dürüst ve yüzleşmeden korkmayacak biçimde konuşmayı öğrensek iyi olacak. Nezaket ile dürüstlüğün birbiriyle çelişmediğini anımsamak, kamusal alanın tartışmasını da buna göre yürütmek gerek. Eğer hakikat gerçekten de çatışma üzerinden anlaşılıyor, hatta kimi zaman çatışarak yaratılıyorsa, gereksiz nezaket de hakikatin üstüne bir perde çekmek demek. Gerçi bu her zaman dümdüz konuşalım, hiç sözümüzü esirgemeyelim anlamına gelmiyor elbette. Bazen ayrıntıyı aktarmak için dolambaçlı yollar gerekiyor. Fakat diyorum ki yol dolanacaksak bir şeyleri daha iyi anlatmak için dolanalım. Korsan bildiriler ve uzun ama bir yere varmayan tartışmalar için değil, gerçekten düşünceleri çarpıştırırken düşüncelerimizi en iyi, en rafine haliyle sunabilmek için yapalım.
Kuşkusuz iyinin hakkını vermek kötüye kötü diyebilmeyi de içeriyor çünkü kötünün olmadığı yerde iyi de yok. İyi edebiyatı veya müziği kötüsünden ayırt etmek için “kötü” yazının veya müziğin ne olduğuna dair temel bir fikrimiz olması gerekiyor.
Bir başka mesele de “bana göre” demenin yaygınlaşması. Bu da görüşlerimizi fena halde sulandırmaya başladı. “Bence bu film güzel değil” demek ile “Bu film güzel değil” demek arasında çok da bir fark yok. “Bence” diye eklemenin işlevi ne ola? İhtimal, kişi yine ya gereksiz bir kibarlık ederek başkasının farklı bir görüşü olabileceğini iddia etmiş oluyor, öyleyse çok teşekkür ederiz ve Allah razı olsun, bize görüş edinme hakkı tanımış oldu. Bu arada bunu ilk diyen ben değilim elbette. Felsefede doğruluk hakkında söz söyleyenler buna “sönümcü doğruluk kuramları” (“deflationist theories of truth”) diyorlar. Bu kuramın “‘P’ doğrudur” demekle, “P” demek arasında bir fark olmadığını söyleyen bir ana varyantı var, ona da “gereksizci” (“redundancy”) doğruluk kuramı diyorlar. Burada elbette daha derin bir felsefi tartışma söz konusu, benim söylediğimin tamamen iletişimi kolaylaştırmak adına doğal dille ilgili bir öneri olduğunu belirtmek isterim.
“Öznellik” bildiren ara sözlerin, kalıpların günlük dilimizi ne kadar yorduğunun örneklerini tartışmayı kaybetmeye yakın insanlarda görebilirsiniz. “Bence böyle” veya “ama bu benim fikrim” iddiası bir düşünce tartışmasında genelde sığınılan son limandır. Böyle bir şeyle karşılaşıldığında “10 dakika önce tüm dünyayı temsil mi ediyordun da şimdi senin fikrin oldu?” diye sorulması gerekir, sorunuz. Zaten herkes kendi düşüncesinde ve inancında özgür (bunu kabul edemeyecek biriyle de zaten tartışmanın anlamı yoktur, hatta tartışmak tehlikeli bile olabilir). Dolayısıyla, “bu benim görüşüm, bu da senin görüşün; burada bırakalım” argümanı tartışmayı lojistik veya zamana bağlı nedenlerle ertelemek için iyi olabilir. Aksi takdirde, iki tarafın da görüşlerinin farklı olduğunu kabul etmek tartışmanın bir sonucu olamaz, o zaten tartışmanın nedenidir! Nitekim spesifik bir amacı olan bir söylev buyurmuyorsanız (bir başkasının görüşünü açıklamak, ders anlatmak, “şeytanın avukatlığını yapmak”) veya özel işlevi olan bir yerde (münazara, mahkeme salonu ve benzeri) değilseniz, asıl amaç da birini ikna etmek veya başkalarını açıklamaktan ziyade kendi görüşünüzü olduğu gibi aktarmak olmalı. Kısacası herkes zaten sizin kendi adınıza konuştuğunuzu varsayacak.
Kısacası, kötü görüşler vardır. İyi görüşlerin kötü sunumları vardır. Kötü görüşlerin iyi sunumları da vardır. Bunlara her zaman teşekkür etmek gerekmez. Sağlam olmayan bir argümana itiraz etmek hakikate karşı bir görevdir. Bu görevi yaparken de “sence” ve “bence”si yoktur, nitekim size katılmayan insanın o görüşün “genelgeçer” değil de sadece size veya bir gruba ait olduğunu anlaması ve aktarması an meselesidir. Kimse itiraz etmiyorsa tebrikler, nesnel bir hakikate yaklaşmışız demektir. Veya, hay aksi, birileri size gereksiz kibarlık ediyor demek. Gelin, dümdüz tartışalım.