Büyümeyi Yeniden Düşünmek ve Girişimci Devleti Yeniden Gözden Geçirmek

28 Ağustos 2023 Mariana Mazzucato

Üst düzey politika tartışmalarından ve siyasi manifestolardan gündelik haberlere kadar, ekonomik büyümeye yönelik endişe her katmanda mevcut. Alman hükümetinin son bütçesinde daha güçlü büyüme en önemli önceliklerden biri olarak belirleniyor. Hindistan’daki ulusal liderler ülkelerinin dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi unvanını yeniden kazanmasını istiyor. Çin’de ise deflasyon ihtimali gündemdeyken, hükümetin bu yıl için belirlediği yüzde 5’lik büyüme hedefini gerçekleştirme konusunda kaygılandığı açık.

Birleşik Krallık’ta muhalefetteki İşçi Partisi’nin lideri Keir Starmer, iktidar olmaları durumunda G7 ülkeleri arasında en yüksek ve sürdürülebilir büyümeyi sağlamayacaklarını vaat etti. İktidardaki Muhafazakâr Parti de benzer hedefler dile getiriyor (eski Başbakan Liz Truss’ın artık kötü şöhretli hale gelen sloganını hatırlayalım: “büyüme, büyüme ve yine büyüme”).

Ancak ekonomi politikaların merkezine büyümeyi koymak bir hatadır. Büyüme önemlidir ancak soyut bir kavram olarak ele alındığında tutarlı bir hedef ya da misyon değildir. Hükümetler belirli hedeflere (ister GSYH artışı olsun, ister toplam üretim) yönelmeden önce, ekonominin yönüne odaklanmalıdır. Sonuçta, eğer yüksek bir büyüme oranı kötü çalışma koşulları ya da fosil yakıt sektörünün genişlemesi pahasına sağlanıyorsa bütün bunlara değer mi?

Ayrıca, hükümetler doğrudan büyümeyi amaçlarken değil, başka hedeflerin peşindeyken bir yan sonuç olarak elde ettiklerinde çok daha başarılı olmuşlardır. Örneğin NASA’nın bir insanı Ay’a götürüp geri getirme misyonu; havacılık, malzeme bilimi, elektronik, beslenme ve yazılım alanlarında, sonradan ciddi ekonomik ve ticari değer yaratacak yeniliklerin önünü açtı. Ancak NASA bu teknolojileri bu amaçla geliştirmemişti. Eğer asıl hedef yalnızca üretimi artırmak olsaydı, muhtemelen bu yeniliklerin hiçbirini geliştirmeye çalışmazlardı.

Benzer şekilde, internet de uyduların birbiriyle iletişim kurma ihtiyacından doğmuştur. Geniş çapta benimsenmesi sayesinde, dijital GSYH son on yıldır fiziksel GSYH’den 2,5 kat daha hızlı büyümektedir ve dijital ekonominin 2025 yılı itibarıyla yaklaşık 20,8 trilyon dolar değerine ulaşması beklenmektedir. Ancak yine de, bu büyüme rakamları dijitalleşmenin sunduğu fırsatları değerlendirmenin bir sonucudur. Büyümenin kendisi bir amaç değildi.

Hükümetler dijital GSYH büyümesini hızlandırmaya odaklanmaktansa dijital eşitsizliği azaltmayı ve mevcut ile gelecekteki büyümenin büyük teknoloji şirketlerinin piyasa gücünü kötüye kullanmasına dayanmamasını sağlamayı amaçlamalıdır. Yapay zekâ alanında yaşanan baş döndürücü ilerlemeler göz önünde bulundurulduğunda, bir sonraki teknolojik devrimi kamu yararına yönlendirebilecek hükümetlere daha çok ihtiyaç duyuluyor.

Daha genel bir çerçevede bakıldığında, büyümeyi daha kapsayıcı bir yöne itmek; ekonomik faaliyetlerin finansallaşmasından uzaklaşmayı ve reel ekonomiye yapılan yatırımlara yeniden öncelik vermeyi gerektirir. Hali hazırda finansal olmayan pek çok şirket (üreticiler dâhil) insan sermayesi, makine teçhizatı ve Ar-Ge yatırımlarına harcadığından daha fazlasını hisse geri alımları ve temettü ödemelerine harcamaktadır. Bu tür faaliyetler kısa vadede şirketlerin hisse değerini artırabilse de, çalışanları geliştirmek için kullanılabilecek kaynakları azaltarak, sermayeye sahip olanlarla olmayanlar arasındaki uçurumu derinleştirir.

Finansallaşma, genellikle refah için değer yaratmaktan ziyade, kısa vadeli kazançlar ve sermaye çıkarları doğrultusunda değerin alınmasıyla ilgilidir. Kapsayıcı büyümenin sağlanabilmesi için emekçilerin asıl değer üreticileri olduğu gerçeği kabul edilmeli ve gelir-sermaye dengesine ilişkin tartışmalarda bu aktörlerin çıkarları ön planda tutulmalıdır.

Bu bağlamda, Birleşik Krallık İşçi Partisi’nin işçi haklarına ilişkin yeni tutumu endişe vericidir. Kurumsal liderlere hoş gözükmek ve “iş karşıtı” olduğu yönündeki iddialara karşılık vermek amacıyla, İşçi Partisi kısa süreli çalışanların daha güçlü korunmalarına dair taahhüdünü gevşetmiştir. Ancak, yatırım odaklı büyüme ile işçi hakları rekabet eden öncelikler olarak görülmemelidir. Şirketlerle işbirliğini işçilerin haklarına bağlılıkla dengelemek yalnızca kapsayıcı büyümeyi sağlamak için gerekli değildir, hatta uzun vadede verimlilik ve büyümeyi artırdığı da kanıtlanmıştır.

Ekonomiyi kendi başına bıraktığınızda sosyal açıdan arzu edilen bir yönde büyümeyecektir. On yıl önce de vurguladığım gibi, devletin önemli bir girişimci rolü vardır. Pandemi sonrasında hükümetlerin ekonomilerini canlandırma çabalarından sonra, sadece akıllıca değil, aynı zamanda çevreci ve kapsayıcı büyüme sağlamak amacıyla hâlâ yeni düşüncelere ihtiyaç duyduğumuz açıktır.

Hükümetlerin insanlara ve gezegenimize daha çok önem vererek odaklandığı, net politikalara dayanan ekonomik politika yol haritaları oluşturması şarttır. Şirketler için kamu desteği, daha yeşil ve daha kapsayıcı reel ekonomiye doğru daha iyi bir gelecek inşa edecek yeni yatırımlara bağlı olmalıdır. ABD’nin yerli yarı iletken endüstrisini canlandırmayı amaçlayan CHIPS ve Bilim Yasası buna iyi bir örnektir. Bu yasa, fonların hisse geri alımlarında kullanılmasını yasaklıyor. Gelecekte elde edilen kârların işgücü eğitimi için kullanılmasını gerektiren ek hükümler getirilebileceği de düşünülebilir.

Ancak büyümeyi doğru yöne yönlendirebilmek için, hükümetlerin kendi yetkinliklerine, enstrümanlarına ve kurumlarına yönelik hedef odaklı yatırımlar da yapması gerekmektedir. Merkez kapasitenin dış kaynaklara devredilmesi, hükümetlerin değişen ihtiyaç ve taleplere yanıt verme becerisini zayıflatmış; bu da zaman içinde amaca yönelik büyüme ve kamu yararı üretme potansiyellerini azaltmıştır. Daha da kötüsü, kamu sektörünün yetkinlikleri ve uzmanlığı içten içe aşındıkça, çıkar grupları tarafından etkilenmeye daha açık hale gelmiştir.

Hükümetler ancak doğru kapasite ve yetkinliklere sahip olduklarında kaynakları başarıyla mobilize edebilir. Ancak o zaman ortak hedefler doğrultusunda çalışmaya gönüllü şirketlerle uyumlu şekilde hareket edebilir. Hedef odaklı bir sanayi stratejisi, kamu ve özel sektörün karşılıklı faydaya dayalı şekilde iş birliği yapmasını gerektirir. Doğru uygulandığında, bu yaklaşım uzun vadeli kamu yararını ve paydaş değerini en üst düzeye çıkarabilir: yenilik odaklı büyüme, kapsayıcı büyüme ile eşanlamlı hale gelir. Bu strateji doğru bir biçimde hayata geçirildiğinde, uzun vadede kamu yararını ve paydaşların elde ettiği değeri artırabilir; böylece inovasyona dayalı büyüme, kapsayıcılığı da beraberinde getiren bir büyüme modeline dönüşür.

Sorulması gereken asıl soru ne kadar büyüyebileceğimizden ziyade nasıl bir büyüme istediğimizdir. Ekonomik üretim artışını daha kapsayıcı ve sürdürülebilir bir şekilde sağlamak için, hükümetlerin kendilerini değer yaratan ve ekonomiyi şekillendiren güçlü aktörler olarak konumlandırmaları gerekecektir. Kamu kurumlarını dar kapsamlı büyüme hedeflerine odaklamak yerine iddialı amaçlar doğrultusuna yeniden yapılandırmak, bize yirmi birinci yüzyılın büyük sorunlarını ele alma ve ekonominin doğru yönde büyümesini sağlama imkânı verecektir.”

Kaynakça

Akt:

Bunları da sevebilirsiniz