Demokrasi Olalım Derken Cumhuriyetten Olmak

Çok kısa olarak “cumhuriyet” kavramının esasını, ulusun, egemenliğini kendi elinde tuttuğu, egemenliği doğrudan kendisi ya da seçilmiş temsilcileri eliyle kullandığı  ve toplumda ayrıcalıklı sınıfların olmaması olarak açıklamak mümkün olduğu gibi, Fransız Devriminin sloganı, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” idealiyle/hedefiyle açıklamakta mümkün.

Ancak sanırım en güzel açıklama, Cumhuriyeti “kimsesizlerin kimsesi” diyerek tanımlayan, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ki.

Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu, devrimlerle şekillendirdiği cumhuriyet, vatandaşlarını etnik ya da dini kimlikleriyle tanımlamayan, etnik ve dini kimliği ne olursa olsun cumhuriyetin eşit vatandaşları olarak gören, ama özellikle etnik ya da dini kimliğine bakmaksızın esas olarak güçsüzün, kimsesizin devleti olduğunu yani sosyal devlet olduğunu açıkça ifade eden bir cumhuriyetti. Bu cumhuriyette egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve kimsesizlerin kimsesidir.

Tam da bu yüzden, Cumhuriyetin ilanı ile ayrıcalıklarını kaybeden, din tacirlerinin, savaş zamanları vatandaşın toprağına çökmüş toprak ağalarının, geçmişte ekonomik ve sosyal konumları nedeniyle güç sahibi olup, Yeni Cumhuriyetin efendisi, kimsesizi, köylüyü hor görenlerin, kendini bu cumhuriyetin sıradan vatandaşı olmaktan çok, Avrupa’nın, Amerika’nın zengin çevrelerinin parçası gören/zanneden, ülkenin madenini, tarım ürünlerini yabancıya satarak zengin olan tüccarın sevmediği bir cumhuriyet oldu. O kadar sevmediler ki, ilk günden itibaren, emperyalizmle iç içe bu cumhuriyeti yıkmak için çaba sarf ettiler. Şeyh Sait Ayaklanması, Kubilay ve arkadaşlarının şehit edilmesi, ekonomik bağımsızlık idealinin sonunun başlangıcı olan, ABD’li “uzmanlar” destekli 1948 İstanbul İktisat Kongresi ismini verdikleri, özünde Şeyh Sait ayaklanmasından farklı olmayan ekonomik başkaldırı tam da bu yüzden gerçekleştirildi. Servr’i dayatan ülkelerce desteklendi.

Acı olan ise cumhuriyetin bu iki temel niteliğinin de, Atatürk’ün hemen ölümü sonrasından başlanarak aşındırılması, yeniden din tacirlerine, yabancının ekonomik çıkarlarının “yerli” temsilcisi İstanbul sermayesine, din tacirlerine “özgürlük tanınmaya başlanması.

Bu “özgürleşme”sürecinin sonu, çok partili sistem oldu. “Demokrasi” kuruldu ama Cumhuriyet ortadan kaldırıldı. Bu yeni demokrasinin sahibi, patronlar, toprak ağaları, din tacirleri ve taşra eşrafı olurken “kimsesizler”, demokrasi oyununun dışında kaldı. Orhan Veli Kanık’ın Yaprak Gazetesi’nde, Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 14 Mayıs 1950 seçimlerinin hemen ertesinde yayınlanan 26. sayısında, “Seçimler Bitti” başlığıyla yazmış olduğu yazı, herkesten oy alacağını zannederek cumhuriyetin kurucu ideolojisinden vazgeçme hastalığının başlangıcının tam da o dönemde gerçekleştiğini ortaya koyuyor.

Seçimler Bitti” başlıklı yazı şu şekilde; “Seçimler bitti. Demokrat Parti, Halk Partisini büyük bir bozguna uğrattı. Oysaki Halk Partisi halkı kazanacağını umarak, fikirleriyle, prensiplerinden son zamanlarda ne fedakarlıklar etmişti. Bütün yayınlarına göz yumulan din dergileri, okullara konan din dersleri, yeniden açılan İlahiyat Fakülteleri, İmam, Hatip Kursları, türbeler, şahsi sermayeye sağlanan imtiyazlar, her tür irticaa tanınan haklar… Hiçbiri, hiçbiri kar etmedi. Zavallı Halk Partisi!”

Türk Düşününde Batı Sorunu” isimli kitabında, söz konusu dönemi ve o dönemki CHP politikalarını değerlendiren Niyazi Berkes’in görüşleri de, Orhan Veli ile büyük ölçüde benzer. Berkes’e göre; “Bizde particilik çok kez “üzüm üzüme baka baka kararır” sözüne uygun biçimde yürür… Partiler siyasi ideolojilere, ekonomik prensip ve programlara inanmadıklarından iktidarda kalmak ya da iktidara gelmek için, görünüşte bütün ulusu temsil etme gibi siyasal tekelcilik iddia ederken gerçekte üstün güç unsurlarına dayanma yoluna giderler”.

Sonuç olarak Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet, kurulmasının üzerinden yirmi yıl geçmemişken, yolundan çıkarılmaya başlandı, kurulduktan 27 yıl sonra da, “demokrasiyi kurma” adına, kimsesizlerin kimsesi olma hedefinden, egemenliğin milletin olması ülküsünden uzaklaşmaya başladı. Kimsesizler unutuldu, egemenlerin “demokrasisi” isimli siyaset tiyatrosu sahneyi işgal etti, Cumhuriyetin kurucu ilkelerini yok etme amaçlı karşı devrim neredeyse başarıya ulaşma noktasına geldi.

.

Cumhuriyetin kurucu değerlerinin, 100 yıllık yanlış olarak dillendirilmesinin, açılım adına moda olduğu, sıradanlaştırıldığı bu gün gelinen noktanın, bu yoldan çıkış sürecinin doğal sonucu olduğunu da ifade edip bitireyim.

Bunları da sevebilirsiniz