Merdiveni İtmek: Dünya Bankası, IMF ve Amerikan Hegemonyasına Bir Eleştiri

Son 75 yıldır, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kuruluşlar, ülkelerin kalkınabilmesi için çeşitli politika önerilerinde bulunuyorlar. Ancak benim savunduğum görüş, bu kurumların, gelişmiş ülkelerin kalkınma süreçlerinde uyguladıkları politikaları önermemeleri. Bunun yerine, Amerikan hegemonyasını sürdürmek adına neoliberal politikalar dayattıklarını düşünüyorum.

Dünya Bankası ve IMF’nin Önerdiği Politikalar: Neoliberalizmin Ön Plana Çıkışı

Bu kurumların önerdikleri politikalar arasında, devletin ekonomiden elini çekmesi, piyasaların serbestleşmesi ve uluslararası rekabete uygun hale getirilmesi gibi reformlar yer alıyor. Mesajları net: Devlet piyasaya müdahale etmesin, herkes istediği gibi pazarlara girip çıkabilsin. Bu reformları başarıyla uygulayan ülkeler kalkınacak, diğerleri ise geri kalacaktır, deniyor.

Ancak burada önemli bir soru ortaya çıkıyor: Gelişmiş ülkeler, serbest piyasa ve devletin az müdahale ettiği rekabetçi politikalar sayesinde mi kalkındılar? Cevap hayır. Bu noktada, “merdiveni itmek” olarak adlandırılan argüman devreye giriyor.

Gelişmiş Ülkelerin Gerçek Stratejileri: Korumacılık ve Devlet Müdahalesi

Günümüzde gelişmiş olan ülkeler, kalkınma süreçlerinde uluslararası rekabete hazır olmayan sanayilerini koruyarak büyüdüler. Bebek sanayi koruma politikaları olarak bilinen bu stratejiler, yüksek gümrük vergileri, ihracat ve ithalat kısıtlamaları, devlet teşvikleri gibi müdahaleleri içeriyordu.(Chang,2003)

Örneğin, 18. yüzyılda Britanya’da devletin imalat sektörüne yoğun müdahaleleri bulunuyordu. Bebek sanayilerini korumak için yüksek gümrük vergileri uygulandı ve hammadde ithalatında vergi indirimleri yapıldı. Ancak mamul ürünlere yüksek vergiler getirildi. Devlet, ayrıca bu malların kalitesini kontrol etmek için doğrudan müdahil oldu. (Chang,2003)

Hindistan’dan ithal edilen pamuklu ürünler Britanya ekonomisine zarar vermeye başladığında, bu ürünlerin ithalatı yasaklandı ve Hindistan’ın bu ürünleri üretmesi engellendi. Burada altını çizmek isterim ki, bu ülkeler serbest piyasayı savunurken, kendi kritik sektörlerini korumaktan hiçbir zaman çekinmediler. (Chang,2003)

Ancak bu ülkeler, sanayileri uluslararası rekabet gücüne ulaştığında, devlet müdahalesini azaltmaya başladılar. Britanya’da 19. yüzyılın ortalarında Tahıl Yasası’nın kaldırılmasıyla serbest ticaret politikalarına geçildi. Fakat bu noktaya gelene kadar Britanya binlerce ürün üzerinde gümrük vergileri uygulamıştı ve ancak Tahıl Yasası’nın uygulanması sürecinde bu sayı 50’nin altına inmişti. Ne zaman ki Amerikan ve Alman sanayileri Britanya’yı geçti, Britanya tekrar korumacı politikalara dönmüştü. (Chang,2003)

Amerika’ya bakacak olursak, bebek sanayi koruma politikaları, George Washington dönemi Hazine Sekreteri Alexander Hamilton tarafından 18. yüzyılda savunulmaya başlamıştı. Hamilton, raporlarında açık açık sanayilerin devlet desteği olmadan rekabet edemeyeceklerini savunuyordu. İlk başta bu görüşler ciddiye alınmasa da ilerleyen yıllarda özellikle mamul ürünlerde yüksek gümrük vergileriyle, iç ve dış savaşlarda doğal olarak bu sanayilerin rolünün artırılmasıyla ve Amerika’ya ihracattaki yüksek nakliyat bedelleri nedenleriyle bu sanayiler korundu. (Chang,2003)

Almanya ise bebek sanayi koruma stratejilerini farklı bir şekilde uyguladı. Almanya’da ileri teknolojili fabrikalar devlet desteğiyle kuruldu, sanayicilerle toprak sahipleri arasında işbirliği sağlandı ve iş gücü yetiştirmek için Ustalık Enstitüleri kuruldu. Beşeri sermayenin yetmediği zamanlarda yurtdışından nitelikli işçi getirildi. Ardından sanayilerinin gelişmesi için sabırla beklendi. Japonya’nın kalkınma süreci de Almanya’ya oldukça benzer bir yol izledi. (Chang,2003)

IMF ve Dünya Bankası’nın “Merdiveni İtme” Rolü

Bu ülkeler, küresel rekabet gücüne ulaştıktan sonra, kendilerinin kalkınma yöntemlerinin tam aksine, serbest ticaret politikalarını diğer ülkelere dayatmaya başladılar ve kendilerini yukarı çıkaran “merdiveni ittiler.”. Dünya Bankası ve IMF, neoliberal politikaların savunuculuğunu yaparak, gelişmekte olan ülkelerin kendi sanayilerini koruyup büyütmelerine engel oldular.

Bu duruma en iyi örneklerden biri malesef Türkiye’ye Barker Raporu’nda önerilenlerdir. 1950’li yıllarda Dünya Bankası, Türkiye’nin sanayileşmektense tarıma yönelmesini, çünkü sermaye ve teknik uzmanlık bakımından yetersiz olduğunu savundu. Türkiye, bu tavsiyeye uyarak, devlet eliyle sanayi desteğini durdurdu ve uzun vadede dış borca ve sıcak paraya bağımlı hale geldi. Bu, ülkenin ekonomik bağımsızlığını da zayıflattı.

Çin: Neoliberalizme Karşı Bir Başarı Öyküsü

Son yıllarda ise Çin, kalkınma süreçlerinde IMF ve Dünya Bankası’nın önerilerine meydan okuyan bir ülke olarak dikkat çekiyor. Çin, serbest piyasayı ve yapısal reformları değil, uzun vadeli devlet müdahalesine dayanan politikaları benimsedi ve bugün küresel bir güç haline geldi.

Çin, IMF’nin tavsiye ettiği şekilde yapısal reformlar yapmadan, devletin büyük şirketler üzerindeki kontrolünü sürdürerek kalkınmayı başardı. Üretim ekonomisine yöneldi, ileri teknolojileri öğrenip geliştirdi ve şu anda Avrupa için ABD’den daha büyük bir ticaret ortağı haline gelmek üzere. Bu, Amerikan hegemonyasına büyük bir darbe indirdi.

Küresel Kurumlarda Reform İhtiyacı

Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de Bretton Woods sisteminin ciddi meydan okumalarla karşı karşıya olduğunu ve daha kapsayıcı ve meşru kurumlara ihtiyaç duyulduğunu belirtti. Ben bu açıklamayı, mevcut düzenin sürdürülemez olduğunun ilanı olarak görüyorum(Bloomberg,2024).

Sonuç olarak, Amerika’nın ya yeni oyunlarla hegemonya düzenini sürdürmeye çalışacağını ya da mevcut küresel kurumların daha çoğulcu ve demokratik hale gelmesiyle birlikte hegemonyasının gücünü kaybedeceğini düşünüyorum.

Kaynak

Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü, Ha-Joon Chang, İletişim Yayınları,2003

https://www.bloomberght.com/bm-ve-bretton-woods-sistemi-21-yuzyilda-ciddi-meydan-okumalarla-karsi-karsiya-2360973

Bunları da sevebilirsiniz