İzmir’in Unutulan Kahramanı: Yüzbaşı Şerafettin Bey

Özet

Bir toplumun tarihi o toplumun bilinci için son derece önemlidir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz. Sömürgeci devletler ile milletini ve onurunu korumak isteyen bir ulusun savaşına destanlarda bile az rastlanır. Kurtuluş adına kan döken onca Ayşe Hanımlar, Sütçü İmamlar, Antepli Şahinler; nice askerler, erler, subaylar ve adı duyulmamış halk kahramanları…

İzmir’e ilk giren Türk Süvarisi Yüzbaşı Şerafettin Bey, kurtuluşun ilk günlerinde adı sıkça dönemin gazetelerinde yer alan ancak bugün konunun uzmanları dışında birçok kimse tarafından tanınmayan değerli bir şahsiyettir. Bu kahraman Türk subayı o günler de İzmir Fatihi olarak isimlendirilmiş, kendisine Mustafa Kemal Paşa tarafından “İzmir” soyadı verilerek adı adeta İzmir’le özdeşleştirilmiştir. Yüzbaşı Şerafettin ve arkadaşlarının ellerinde İzmir Hükümet Konağı’nda dalgalanan Türk Bayrağı, tüm dünyaya yeni bir dönemin başladığını haykırmaktadır.

GİRİŞ

Tarihin akışında meydana gelen değişikliklerde kişilerin yaptıklarının elbette çok önemli bir yeri vardır. Yakın tarihimizde dikkate şayan yüzlerce sima ve kişilik olduğu da bir gerçektir. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türkiye tarihinin oluşum ve gelişiminde etkili olan çok sayıda ismi sayabiliriz. Bu isimlerin bir kısmı icraatları ile çok belirgin bir şekilde ön plana çıkmışken bir kısmı da geçmişin sis perdesi arkasında unutulup gitmiştir. Ancak bu unutulmuşluk elbette bu kişilerin yaptıklarının değerinden bir şey kaybettirmez. Burada asıl olan bu kişilerin kendilerinden sonra gelen nesillere neler bıraktıkları ve onlara örnek olup olamadıklarıdır. Bu bağlamda Yüzbaşı Şerafettin Bey Türk tarihinde çok önemli bir yere sahip olmasına karşın toplumumuzun belleğinden ismi silinmiş pek çok kahramandan bir tanesidir. Kurtuluş Savaşı sırasında İzmir’e ilk giren süvari müfreze komutanı ve İzmir Hükümet Konağı’na Türk Bayrağı’nı çeken ilk süvari subayı olmasına karşın Türk toplumu bu isme adeta yabancıdır. Bütün yaptıklarına rağmen İzmir halkı da ismi çeşitli sokaklara, caddelere, parklara, kültür merkezi salonlarına verilen Yüzbaşı Şerafettin Beyi buralarda yaşayan insanların çok büyük kısmı maalesef bilmiyor. Bu Yüzbaşı Şerafettin Bey’in değil milletimizin ve ülkemizin ulusal şuuru adına büyük bir eksikliktir. Canını seve seve vatanı uğruna feda etmekten çekinmeyen bu mümtaz şahsiyetle İzmir ve Türk halkı ancak gurur duymalı ve bunu ulusal kimliğinin bir parçası saymalıdır.

Yüzbaşı Şerafettin Bey

Şerafettin Bey Kırımlı bir anne ve Maçkalı bir babanın 1889 yılında dünyaya gelmiş oğludur. 1906’da Harp Okulu’na girmiştir. 1909’da Harp Okulu’ndan mezun olmuş, teğmen rütbesine kavuşmuştur. İlk görev yeri 1909-1911 tarihleri arasında Numune Süvari Alayı’nın 4. Bölüğü olmuştur. 1912’de Süvari Tatbikat öğretmeni olmuştur. Ardından 15. Piyade Tümeni’nde görev almış, Şehzade Osman Fuat’ın yaverliğini yapmıştır. Bu görevi sırasında Şehzade Osman Fuat Bey, Şerafettin Bey’e bir saat hediye etmiştir. Kurtuluş Savaşı’ndan önce, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’na katılmıştır. 1913’te Gelibolu muharebelerine katılmış ve üsteğmen olmuştur. 1915’te Çanakkale’de Seddülbahir ve Kirte savaşlarında İngiliz-Fransız ittifakının karşısında savaşmıştır.1917 yılında Irak’ta Bir’üs-sebi muharebelerine katılmış, aynı yıl yüzbaşılığa getirilmiştir.1

Anadolu’nun emperyalist güçlerce işgal edilişine, pek çok vatansever gibi onun da yüreği yanmış, vatan savunmasında, kanlı vuruşmalarda yer almıştır. Türk Ulusunun adeta bir kader dönemi olan Sakarya Muharebelerinde, Döger Cephesinde, olağanüstü bir gayretle, bölüğünün başında savaşmıştır. Büyük Taarruzda 2. Süvari Tümeni, 4. Alayı ile de Belova, Kula, Dereköy, Sabuncubeli ve Bornova’da savaşmış; bu cephelerde adını asıl Sabuncubeli Muharebelerinde, bu muharebe sonrasında gerçekleştirilen Bornova’nın ve İzmir’in kurtarılışında duyurmuştur.

Yüzbaşı Şerafettin Bey, Kurtuluş Savaşı’nın bitiminden sonra Süvari Tatbikat Okulu Öğretmenliğine getirildi. 1927’de Fransa’ya öğrenime gitti; dönüşünde gene aynı okulda öğretmenlik görevine devam etti. 1930’da I. Süvari Tümeniyle şarkta görev yaptı. 1931’de yarbay oldu. 1933’te Süvari alay kumandan muavinliği göreviyle Ayvalık’ta, 1936’da 4. Alay kumandan muavinliğiyle Lüleburgaz’da bulundu. 1937’de albaylığa atanan Şerafettin Bey, Lüleburgaz’daki Motorlu Alay Kumandanlığına, 1939’da da 2. Alay kumandanlığı göreviyle Karaköse’ye tayin edildi. 1940’a kadar pek çok göreve getirilen Şerafettin Bey, emekli olmadan önce, 1940-1943 tarihleri arasında Kuleli Askerî Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. Askerlik hayatı içinde harp, kılıçlı liyakat, Kılıçlı mecidi ve İstiklal madalyaları almıştı. 1942’de parkinson hastalığına yakalandı; doktorlar bu hastalığın nedenini, İzmir’in kurtarılışı sırasında aldığı şarapnel yaralarına bağlıyorlardı. 28.8.1944 tarihinde hastalığı nedeniyle görev yapamayacak duruma gelince, birinci derecede malul olarak Albaylıktan emekliye ayrıldı.

Şerafettin Bey, Emin Paşa ve Binnaz Hanım’ın kızı Siret hanımla evliydi.; Bu evlilikten, birisi dört aylıkken ölen iki çocuğu dünyaya geldi. Hayatta kalan tek çocuğu olan kızı Gönül’e (Manioğlu) çağdaş bir eğitim sağlayabilmek için hastalığı döneminde büyük fedakârlıklara katlandı. Maddi zorluklarla karşılaştı; sık sık İstanbul Gureba Hastanesi’nde yatmak zorunda kaldı. Ölümünden önce, TRT Radyosu’nun İzmir’i anlatan programlarında adından ya söz edilmediğine ya da söz edilse bile öldüğünün söylendiğine tanık oldu; hatta silah arkadaşı ve komutanı Fahrettin Altay’ın kaleme aldığı anılarında, kendisinin vefat etmiş olarak yazdığını okudu. Ölümünden sonra da vefasızlık örnekleri yakasını bırakmadı; TRT televizyonu yaptığı programlarda, İzmir Hükümet Konağı’na Türk bayrağını çeken kişi olarak, medyaya ve kamuoyuna mal olmuş kimi kişilerin adlarını verdi. Gerçek dışı bu savlar üzerine kızı Gönül Manioğlu’nun bütün girişimlerine karşın, yetkililerin yanlışın düzeltileceği sözünü vermelerine karşın, bu yanıltıcı tutumdan vazgeçilmedi.

Eşi Siret Hanım’ın 1947’de ölümünden sonra, daha da zor günlerle karşı karşıya kaldı. Nihayet, 6 Kasım 1951’de, yurt savunmasında büyük özveriler göstermiş bu kahraman Türk askeri, bir köşede unutulmuş olarak vefat etti. Eşinin yanına, İstanbul’daki Yahya Efendi Kabristanı’ndaki aile mezarlığına gömüldü.

Buhara Halk Cumhuriyeti ve Hediyeleri

Sakarya Zaferi sonrası büyük zafer yurt içinde büyük bir coşkuyla kutlanmaktaydı. Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asım Paşa, Türk ulusunun bu büyük mücadeleyi yeni bir “Ergenekon” olarak değerlendirmekteydi.2 7 Ocak 1922’de Mustafa Kemal Paşa kendisini ziyarete gelen Buhara Halk Cumhuriyeti temsilcilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi binasında karşılamaktaydı. Buhara Halk Cumhuriyeti tarafından Paşa’ya üç kılıç ve bir de Kur’an-ı Kerim hediye edilmişti. Hediyeleri kabul eden Paşa Türk Ulusunun verdiği savaşı kutsayan temsilci kurula duyduğu minnet duygularını dile getirdi. Bu armağanların simgesel değeri vardı. Kılıçlar zaferi, Kur’an-ı Kerim kutsal dayanışmayı temsil ediyordu. Bu nedenle kılıçlar Türk ordusuna, Kur’an-ı Kerim de Türk Ulusuna armağan edildi. Mustafa Kemal Paşa temsil kurulunun huzurunda şu konuşmayı yaptı:

Buhara ahalisinin, Türkiye’deki Türk ve Müslüman kardeşlerine hediye olarak gönderdiği Kur’an-ı Kerim ile Türk Halk ordusuna kutlama nişanı ve tebriği olarak gönderdiği kılıç, dil ve tanrıya hizmeti temsil eden olağanüstü değerli iki armağandır. Bu emanetleri elinizden alırken, kalbim heyecan ile dolu. Halkımız ve ordumuz, uzaklardaki kardeşlerimizden gelen cesaret verici tebrik nişanelerinden şüphesiz çok duygulanacak ve mutlu olacaklardır. Dindaş ve karındaş Buhara halkının arzusunu yerine getirerek, bu kutsal kitabı millete, kutsal kılıcı da İzmir fatihine teslim edeceğim. Allah’ın yardımı ile İnönü ve Sakarya zaferlerini kazanan milli ordumuz, inşallah pek yakında bu kılıcı da kazanmış olacaktır. ” Mustafa Kemal Paşa üç kılıcın sadece birinden söz ediyordu. Buhara Hükümeti, üç kılıçtan birinin Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya, ikincisinin Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya, üçüncüsünün de İzmir’e giren ilk kahramana verilmesini istemişti. Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa iki kılıcı aldıktan sonra üçüncü kılıç İzmir’e girecek ilk fatihe verilmek üzere saklandı.3

Gazi ulusunu büyük jestten haberdar etmişti. Konu yavaş yavaş basına ve kamuoyuna yayılmaktaydı. Üçüncü kılıcın manevi değeri konuşuluyordu. İzmir’in özlemi ve düşü alevlenmişti. Neredeyse bin yıllık bir Tük yurdunun İşgal altında olması onu geri alma isteğini daha da güçlendiriyordu. Tüm özlem İzmir i ulusal kutsallığı olan bir kent konumuna getirmişti. Türk ordusunda görev yapan tüm zabitlerin zihni bu armağana ulaşma hayalleri kurmaktaydı.4

İzmir’in Kurtuluşu

26 Ağustos sabahı saat 5.30’da Türk topçusunun atışlarıyla büyük taarruz başladı. Yunan idare-i askeriyesi henüz durumun ciddiyetini anlamamıştı. Düşman, Dumlupınar Meydan Muharebesini kaybettikten sonra bile savunma düzenini düşünüyordu. İzmir’deki Yunanlıların düşüncesine göre Afyonkarahisar ve Dumlupınar Muharebelerini (Başkumandan Muharebesi) kaybetme nedeni olarak tarih boyunca deniz kenarında yaşamış Yunanlıların Anadolu’nun ortasında, denizden uzak kalmalarını görüyorlardı. Yunanlıların umdukları asıl şey deniz kenarına yakın bir alanda savaşmaktı. Gediz ağzı, Menemen, Manisa, Nif dağları, Mahmut dağı, Torbalı çevrelerinde savaşırlarsa başarılı olan taraf olacaklarını düşünüyorlardı. Yüzbaşı Şerafettin Bey, Süvari Kolordusuna bağlı 2. Süvari Tümeni’nin 4. Alayı’nda bölük komutanı olarak görev yapıyordu. Kolordu Komutanı Fahrettin (Altay) Paşa’ydı. Amaçları düşmanın nakliye kollarına, yürüyüş kollarına, cephane ve erzak depolarına ani baskınlar yapmaktı. Türk süvarisinin böyle bir misyonu ve önemi vardı. Süvari için önemli olan, atı ve kılıcıydı. At ve kılıç, Türk süvarisinin vazgeçilmez yoldaşıydı. Yüzbaşı Şerafettin de süvariydi. O da atının üstünde, düşman hatlarına kılıcıyla saldıran, binlerce kahramandan yalnızca bir tanesiydi. Düşmana cepheden asıl saldırıyı 1. Ordu, topçu ve piyadeler yapacaktı. Süvari Kolordusunun kendisine bağlı 3 tümeni vardı. Kolordu bütün tümenleriyle, 1. Ordu’nun sol yanında, Sandıklı Bölgesi’nde bulunuyordu. Hareketli kolorduya bağlı tümenler, alaylar ve bölükler, düşman gerilerine sızarak saldıracaklardı. En önemli hedef Türklere karşı direnen düşman ordusuna destek güçlerinin gelmesini engellemekti. Böylece, İzmir üzerinden lojistik destek alan düşmanın, İzmir ile bağları kesilmiş olacaktı. Mustafa Kemal Paşa, 26 Ağustos günü genel saldırının başlayacağını açıkladı. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte toplar gürleyecekti.5 İlk darbenin vuruluşu çok önemliydi. Gelişmeler, Mustafa Paşa’nın düşündüğü gibi oldu. 26 Ağustos günü, Türk topçusunun sabahın alaca karanlığını yırtan atışlarıyla Büyük Taarruz başladı.6

Türk piyadeleri, sabah 06.00’da Tınaztepe’ye hücum mesafesine yaklaşarak tel örgüleri aşıp Yunan askerini süngüleriyle temizledikten sonra Tınaztepe’yi ele geçirdi. Bundan sonra saat 09.00’da Belentepe, daha sonra Kalecik- Sivrisi ele geçirildi. Taarruzun birinci günü, 1. Ordu Birlikleri, Büyük Kaleciktepe’den Çiğiltepe’ye kadar 15 kilometrelik bir bölgede düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçirdi. 5. Süvari Kolordusu düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulunarak, 2. Ordu da cephede tespit görevini aksatmadan sürdürdü.

27 Ağustos Pazar sabahı gün ağarırken Türk ordusu bütün cephelerde yeniden taarruza geçti. Bu taarruzlar çoğunlukla süngü hücumlarıyla ve insanüstü çabalarla gerçekleştirildi. Aynı gün Türk birlikleri Afyon’a girdi. Başkomutanlık Karargâhı ile Batı Cephesi Komutanlığı Karargâhı Afyon’a taşındı.

28 Ağustos Pazartesi ve 29 Ağustos Salı günleri başarılı geçen taarruz harekâtı, 5. Yunan Tümeninin çevrilmesi ile sonuçlandı. 29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçerek muharebenin süratle sonuçlandırılmasını gerekli buldular. Düşmanın ulaşım yollarının kesilmesi ve düşmanı çarpışmaya zorlayarak tamamen teslim olmalarını sağlama yolunda karar aldılar ve karar süratli ve düzenli bir şekilde uygulandı. 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü taarruz harekâtı, Türk ordusunun kesin zaferi ile sonuçlanmıştır. Büyük Taarruz’ un son safhası askerî Türk askerî tarihine Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak geçti.

Anadolu’daki Yunan kuvvetlerinin yarısı imha veya esir edildi. Kalan bölümü ise üç grup hâlinde çekildi. Bu durum karşısında Çalköy’de yıkık bir evin avlusu içinde Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile buluşarak Yunan ordusunun kalıntılarını takip etmesi için Türk ordusunun büyük kısmının İzmir istikametinde ilerlemesini kararlaştırdılar ve müteakiben de Mustafa Kemal Paşa o tarihî “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini verdi.

1 Eylül 1922’de Türk ordusunun takip harekâtı başladı. Muharebelerden kurtulan Yunanlar İzmir’e, Dikili’ye ve Mudanya’ya doğru kaçmaya başladı. Yunan ordusu Başkomutanı General Trikupis ve kurmayları ile 6.000 asker, 2 Eylül de Uşak’ta Türk birliklerine esir düştüler. Yunan ordusunun başkomutanlığına atandığını ise Uşak’ta Mustafa Kemal Paşa’dan öğrendi.

3 Eylül günü, 2. Tümen, rastladığı bir düşman müfrezesine saldırdı ve yok etti. 4 Eylül günü, süvariler Kula’ya girdiler. Kula’da zayıf bir düşman kuvvetinin olduğu görüldü. Düşmanın kenti yakmaya çalıştığı anlaşıldı. Süvariler buna izin vermeden, hızla Kula’ya girdi. Düşman askerleri baskına uğratılmıştı. Yüz kadar Yunan askeri esir alındı. Artık hedefte, Dereköy üzerinden hareketle Salihli’ye inmek vardı. Aynı gün Cephe Komutanlığı’ndan bir emir alındı. Bu emirde, Süvari Kolordusunun 1. Ordu’nun emrinden çıkarıldığı ve doğrudan cephe emrine alındığı söyleniyordu. Bu emir, kolorduya daha yaşamsal ve kritik bir görev alanı ve misyonu yüklemiş oluyordu. Artık hedef İzmir’di. Süvari kolordusu, 5 Eylül’de yürüyüşüne başladı. Yüzbaşı Şerafettin’in bağlı olduğu 2. Tümen’e 45. km yürüyüş emri verilmişti. Tümen, Dereköy İstasyonu’na doğru ilerliyordu. Alaşehir ile Salihli arasında düşmanla karşılaştılar. Tümen, bütün olarak hücum düzenine geçti ve şiddetle Dereköy İstasyonu’na hücum etti. Kanlı bir muharebe oldu. Türk süvarilerinin karşısında fazla duramayacağını anlayan Yunan askerleri, Ödemiş dağlarına kaçarken toplarının bir kısmını Dereköy’de Türk süvarilerine bırakmak zorunda kaldılar.

6 Eylül’de Türk süvarileri Sart’a girdi ve burasını düşman askerlerinden temizledi. 7 Eylül sabahının pembe ve berrak gün doğuşu, Salihli’nin kuzey batı tepelerinde Türk süvarilerini selamladı. 2. Süvari Tümeni o gün eksiksiz olarak 60 km yürümüştü. Yüzbaşı Şerafettin’in notları şunları söylüyordu:

İlk hedefiniz Akdeniz’dir! Emrini almıştık. Anlatılmaz bir hızla İzmir’e doğru ilerliyorduk. Salihli’ye vardığımız zaman, kumanda ettiğim süvari bölümü, hiçbir engel tanımadan İzmir’e girme görevini aldı. 80 akıncı ile İzmir yönünde ilerliyor, düşmanı kovalıyorduk. Kaçan düşman köyleri, kasabaları yakıyor; öcünü sivil halktan, kadından, kızdan, çocuktan alıyordu. Adım başı rastladığımız bu yürekler acısı manzara, hızımızı büsbütün arttırıyordu.”7

2. Tümen’in, Manisa batısından Horosköyü’ne, 14. Tümen’in de daha batıda bulunan Hamidiye’ye ilerlemeleri emredildi. Gece yavaş yavaş kendini gösteriyordu. Ufukta bir kızıllık vardı. Uzaklardan Manisa ve Turgutlu’nun yandığı görülüyordu.

8 Eylül sabahı saat 11 sıralarında Şerafettin Bey’in kolordusu Manisa önlerine gelebilmişti. Öncü kol, Manisa kasabasının alevler içinde yandığını hüzünle seyrediyordu. O gün, Manisa Ovası’nda ilk defa Türk topları gürledi. 1. Tümen Sabuncubeli’ne doğru yürüyüşe başlamış ve oldukça ilerlemişti. Kolordu Karargâhı her türlü olasılığa karşı 1. ve 2. Tümen’in Sabuncubeli’nden, 14. Tümen’in de Menemen üzerinden İzmir’e yürümesini uygun buldu. 2. Tümen yürüyüşüne devam ediyordu. Artık Boşnak Köyü civarına gelinmişti. Tümen, Bornova Ovası’nı örten son sırtlardan üzerine yönelen ağır bir ateşle karşılaştı. Düşman, geniş bir alanı tutmuş, tümene bağlı birliklere ateş açıyordu. Artık Yüzbaşı Şerafettin’in görev yaptığı tümen, oldukça dikkatli hareket ediyordu. Gelen raporlarda Nif-İzmir Caddesi üzerinde düşmanın tuttuğu alanda, düşman topu geri çekilmişti. Bu durumda düşmanın kuvvetini ya bu gece çekeceği ya da küçük bir baskı karşısında mevzilerini terk edeceği anlaşılıyordu. Ertesi sabah, Tümen komutanlığı, sabaha karşı sabah 4.30’da bütün birliklere ileri yürüyüş için hazır bulunmalarını emretti. Yüzbaşı Şerafettin Bey’in bulunduğu 4. Alay da ileri harekete başlamıştı. Bu olay üzerine Şerafettin Bey şunları not almıştı:

Kaymakam Reşat Bey kumandası altında bulunan alayımız, aldığı emir üzerine İzmir’e doğru hareket etmişti. Reşat Bey, alayın 3. uç bölüğü olarak ileriden harekete ve beni de bölüğü idareye memur etmişti. Alayımızın diğer bölükleri de arkadan geliyordu. Sabuncu Boğazı’ndan çıkar çıkmaz bütün ihtişamıyla Akdeniz’in kıyısında uzanan İzmir’i gördük. Senelerden beri derin bir özlemle andığımız İzmir, şimdi gözümüzün önünde idi. Nihayet biraz sonra ona da kavuşacaktık.”8

Türk ordusu bu muharebede, 15 günde 450 kilometre mesafe kat ederek 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girdi. Sabuncubeli’nden geçen 2. Süvari Tümeni, Mersinli yolu ile İzmir’e doğru akarken bunun solunda 1. Tümen de Kadifekale‘ye doğru yürüdü. Bu tümenin 2. Alayı, Tuzluoğlu Fabrikası’ndan geçerek Kordonboyu’na ulaştı. Kordon’da Türkler, göçmen durumuna düşmüş Rumlar ve dağınık Yunan askerleri Türk süvarilerinin geçişini izliyorlardı. Yüzbaşı Şerafettin Bey, elinde kılıcı, kıtasının başındaydı. Bir solukta Konak Meydanı’na çıkmak, Hükümet Konağı’na ve Sarıkışla’ya ulaşmak amacındaydı. Pasaport’a gelmişti. “Biraz daha ilerledikten sonra şaşırtıcı bir vaka karşısında kaldık. Müfrezemiz yürürken güzergâhında rast geldiği efrat ve zabitana ellerindeki silahları denize attırıyorlardı.”9 Pasaport’un önünden geçerken bir sivilin Yüzbaşı Şerafettin’in atının önüne fırlattığı bomba atın karnında patlamıştı. Yüzbaşı, omzundan ve kolundan iki derin şarapnel yarası almıştı. Fakat Şerafettin Bey yaralarına rağmen duraklamamış, Hükümet Konağı’na doğru yol almıştı. Yüzbaşı Şerafettin’in müfrezesi sonunda Hükümet Konağı’nın önündeydi. Yunanlılar kapıyı kapatıp kaçtıkları için önce kapının açılması gerekiyordu. Zincir kırıldı, yan kapıdan girildi ve içeriden konağın ana kapısı açıldı. Yüzbaşı Şerafettin atından fırladı, bayrağı aldı. Önce gözyaşları içinde şanlı bayrağını öptü; sonra da bir elinde silahı, öbür elinde kılıcı koşar adımlarla konağın balkonundaki göndere bayrağı çekti.10

Yüzbaşı Şerafettin İzmir’e girişinin ardından o anki hislerini şu kelimelerle dile getirdi:

Biz silah arkadaşlarımızla beraber her şeye mâl olursa olsun mutlaka İzmir’e ilk defa girmeye karar vermiştik. Vakıa bizim kuvvetimiz azdı. Şehirde ve şehrin haricinde olan düşman kuvvetlerinin miktarı ise tespit kabul etmez derecede çoktu. Fakat düşmanın kuvve-i maneviyesi artık bitmişti. Onun için ciddi bir mukavemet görmeksizin şehre girdik. Yalnız düşmanın attığı mermilerden biri Bornova’da atıma isabet etti ve atım orada öldü… Karşıyaka İskelesi’ne geldiğim zaman üzerime bir bomba attılar. Bu bomba yüzümden ve omzumdan olmak üzere iki yerden beni yaraladı. Fakat biz durmadık…”11

Kurtuluş Sonrası

Yüzbaşı Şerafettin Bey, Hükümet Konağı’na girmiş, çevrede bazı güvenlik önlemleri almıştı. TBMM Hükümeti’nin yönetiminin kuruluşunun göstergesi olarak Hükümet Konağı’na yerleşmişti. İzmir’deki konsoloslar görüşmek üzere Hükümet Konağı’na geliyorlardı. Konsoloslar, kendi uluslarının ekonomik çıkarlarının ve yurttaşlarının can ve mal güvenliğinin telaşına düşmüşlerdi. Konsoloslar aralarında toplanmışlar ve doğruca İzmir’e giren müfrezenin komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin Bey ile görüşmeye karar vermişlerdi. Türk ordusu daha kente gelmeden, kentin teslim koşullarını görüşmek istiyorlardı. Ancak buna olanak kalmadan Yüzbaşı Şerafettin’in müfrezesi süratle kente girdiğinden teslim koşullarını görüşmeye gerek kalmamıştı. En başta İngiltere Konsolosu Sir. H. Lamp, sonrasında Ecnebi devletlerin konsolosları görüşme talebinde bulunuyorlardı. Yüzbaşı Şerafettin Bey, kentte güvenliğin sağlanması için her türlü önlemin alındığını konsoloslara bildirdi. Ancak düşman kuvvetleri ticari kuruluşlarını güvence altına almak amacıyla, karaya müfrezeler çıkardıklarını bildiriyorlardı. Konsoloslar vatandaşlarının güvenliğinden şüphe duymaktaydı. Ancak Şerafettin Bey, Türk askerinin ne denli uygar karakterli olduğunu anlattı.12

Mustafa Kemal Paşa İzmir’de

9 Eylül günü Türk süvarileri Kordon’da kılıç sallarken, Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa, İsmet Paşa ve diğer komuta heyeti Nif’teydi. Bu arada komutanlar İzmir’in kurtarıldığına ve Hükümet Konağı’na Türk bayrağının çekildiğine dair haberler duyuyorlardı. Birkaç dakika önce, İzmir Hükümet Konağı’na Yüzbaşı Şerafettin Bey Türk bayrağını çekmiş, Türkler idareyi bizzat ele almışlardı. Gazi Paşa durumdan son derece memnundu.13 10 Eylül günü sabahın erken saatlerinde Mustafa Kemal Paşa Nif’ten ayrıldı. Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisi Fevzi Paşa ve Garp Cephesi kumandanı İsmet Paşa ile Mustafa Kemal, Bornova-Halkapınar üzerinden İzmir’e girdi. Halkapınar’dan Hükümet Konağı’na kadar halkın coşkusu ile yürüdüler. Gazi Paşa’nın bulunduğu yerde bir masa vardı ve masanın üzerinde üçüncü kılıç duruyordu. Gazi artık İzmir’in sevgi dolu bağrındaydı. Sıra, “Üçüncü Kılıç’ı, İzmir’in Fatih’ine” vermeye gelmişti.14

Sonraki Dönem

İzmir’in kurtarılmasıyla Türk Bağımsızlık Savaşı’nda çok önemli bir noktaya ulaşılmıştı. Artık cumhuriyete ve devrimlere uzanan önemli bir süreç başlıyordu. Yüzbaşı Şerafettin Bey, İzmir’in kurtuluşundan sonra da çok onurlu bir görev olarak gördüğü askerlik mesleğine devam etti. 1912 yılından 1922 yılının sonuna dek pek çok muharebeye katıldı. Balkanlar, 1. Dünya Savaşı’nın pek çok cephesi ve Kurtuluş Savaşı… Her biri Türk ulusunun üzerine ağır yükler bindiren bu zorlu mücadelelerde üstün bir özveriyle yer aldı. Bu savaşlardaki başarıları sayesinde Harp, Kılıçlı Liyakat, Kılıçlı Mecidi ve İstiklal Madalyaları gibi birçok madalyayla ödüllendirildi. Kurtuluş Savaşı bitiminden sonra Süvari Tatbikat Okulu öğretmenliğine getirildi. 1923 senesinde binbaşılığa getirildikten sonra Emin Paşa ve Binnaz Hanım’ın kızı Siret Hanım ile evlendi. Evlendikten sonra İstanbul’a yerleşmişlerdi. Bu evliliklerinden birisi dört aylıkken ölen iki çocukları oldu. İlk çocukları Binnaz Gönül en değerli varlıkları olmuştu. 1927 yılında Fransa’ya tahsile gidip Fransızca öğrendi, dönüşünde yine aynı okulda görevine devam etti. 1930’da 1. Süvari Tümeni Tümen Mülhaklığı ile doğuya göreve gitti. 1931’de yarbay oldu. 1940 yılına kadar pek çok göreve getirilen Şerafettin Bey, emekli olmadan önce 1940-1943 yılları arasında Kuleli Askerî Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. Bu süreç içerisinde, doktorların boynuna almış olduğu ağır yaranın neden olduğunu düşündükleri Parkinson hastalığına yakalandı. 1942 yılına gelindiğinde hastalığının belirtileri artmıştı. Hastalığı süresince Beşiktaş Askerlik Şubesi’nde misafir olarak bulunurken, tedavisi üzerine çalışılıyordu. İzmir Fatihi daha fazla görevde bulunamayacağını anlayınca istifasını istedi. 28 Ağustos 1944 tarihinde albaylıktan emekliye ayrıldı.15

SONUÇ

Millî Mücadele tarihimizin eşsiz kahramanlarından Yüzbaşı Şerafettin Bey’in adı günümüz Türkiye’sinde milli değerlere karşı gösterilen ilgisizliğin bir başka kurbanı olmuştur. Kurtuluşun ilk günlerinde adı sıkça dönemin basının da yer alan bu kahraman Türk subayı o günler de İzmir Fatihi olarak da adlandırılmış ve kendisine Mustafa Kemal Paşa tarafından “İzmir” soyadı verilmiştir. Adı sadece İzmir’le değil Türkiye’nin kurtuluşu ile özdeşleşmesi gereken bu ismi alanının uzmanı birkaç kişi dışında pek de tanıyan bulunmamakta. Yıllarca alçakgönüllülüğün gölgesinde saklanmış olan Yüzbaşı Şerafettin Bey öyle bir kahraman ki, ebediyete intikal etmiş olsa da kahramanlıkları unutulmayacaktır.

1 Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi, Yüzbaşı

Şerafettin Dosyası

2 Arı, Kemal, Üçüncü Kılıç, İzmir, 2006, s.13

3 Arı Kemal, A.g.e, s.17-18

4 Altay, Fahrettin, İstiklal Harbimizde Süvari Kolordusu, İnsel yay., ş.y, 1949

5 Bkz. M. Kemal Atatürk, Söylev, II, S.491–492

6 Arı Kemal, A.g.e, s.30

7 Ferdi Öner, “Bir Millî Mücadele Kahramanı”, Cumhuriyet, 3 Kasım 1951.

8 “İzmir’e İlk Giren Süvariler”, Ordu, Zafer ve Fuar, 1965, s.14

9 Şerafettin Bey’in hatıralarından: Otuz Ağustos Hatıraları…, s.105

10 Arı Kemal, A.g.e, s.109-110

11 Arı Kemal, A.g.e, s.187

12 Arı Kemal, A.g.e, s.110–111–112

13 İnönü İsmet, Hatıralar, I, Bilgi yay., İstanbul, 1985.

14 Arı Kemal, A.g.e, s.133–135

15 Arı Kemal, A.g.e, s.155–156

Bunları da sevebilirsiniz