Kristof Kolomb’un 1492 Tarihli Keşif Yolculuğu Seyir Defterinin Girişi*
“Muhammed inanışına, her türlü zındıklığa puta taparlığa düşman olan ve kutsal Katolik Hıristiyan dinine gönül vererek onu yücelten Ekselansları, hükümdarlarını ve topraklarını görmek, yaradılışlarını öğrenmek ve onları kutsal dinimize döndürmek için kullanılması uygun düşecek yöntemi araştırmak üzere ben Kristof Kolomb’u, adı geçen Hint ülkelerine göndermeye karar verdiler. Doğuya kara yoluyla gitmememi, bunun alışılmış bir yol olduğunu, bugüne değin kimsenin geçmiş olduğuna dair kesin tek bir iz bulunmayan batı yolunu tutmamı buyurdular.”
*Thomas l. Frıedman’ın, Dünya Düzdür: Yirmi Birinci Yüzyılın Kısa Tarihi kitabından alıntıdır.
Giriş
Sömürgecilik, egemen devletin askeri gücü tarafından yabancı toprakların zenginliklerinin zorla ele geçirilmesi ve orada egemenlik kurması olarak tanımlanabilir. Emperyalizm ise; “sömürge” veya “sömürgecilik” anlamlarında da kullanılan bir kavramdır. Emperyalizmin, Sanayi Devrimi’nden sonra gelişen kapitalist toplum biçiminin son aşaması olarak ortaya çıktığını söylemek yanlış olmaz.
Emperyalizm kavramı, ekonomik bir terimdir. Tekstil sektörünün gelişmesiyle başlamış, feodal düzenin sona ermesiyle ortaya çıkmıştır. Daha çok güce ve zora dayanan bir olgu… Soyut olarak emperyalizm, kapitalizmin yeni bir aşaması olarak da düşünülebilir. [1] Emperyalizm kendi içinde sadece klasik sömürü anlayışını barındırmaz. Bu yönüyle de sadece ekonomik bir kavram olmadığı söylenebilir. Emperyalizm bir anlamda modern sömürgeciliktir. Onun kendi içerisinde mali oligarşiye dayalı bir hukuku vardır. Bu hukuk şüphesiz ki mali oligarşiyi yani emperyalistleri korur.
Amerika, günümüzden dört yüz yıl önce tarihin aydınlığına çıkan bir devlettir. Tüm milletlerin en genci olmakla birlikte pek çok bakımdan da en dikkate değer olanıdır.[2] Kolonicilerin Amerika topraklarını ele geçirmesi, yapılan yağma ve talan bugünkü modern anlamda emperyalist girişim değil, klasik sömürgeci bir anlayıştır.
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN KURULUŞU
13 Sömürge (Koloni) Dönemi:
ABD’nin Atlas Okyanusu kıyılarına yerleşen İngilizler, burada zaman içerisinde 13 sömürge kurmuşlardı. Sömürgelerin başında İngiliz kralı veya yerli halk tarafından seçilen valiler bulunurdu. Avrupa’da görülen yedi yıl savaşları sonunda koloniler İngiltere’den ayrılma eğilimleri göstermişlerdir. Fransa, Amerika için tehlike olmaktan çıkmıştı ve İngiltere’nin ekonomik baskısından, vergilerinden kurtulmak istemişlerdi. Ekonomik zorluk içinde olan İngiltere, yeni vergilere başvurmuş, bunları sömürgelere uygulamaya çalışmıştır.
Amerika’da İngiliz kolonizasyonunun tarihi 1607 yılının güzel bir Nisan sabahı başlar. Kaptan Christopher Newport’un fırtınalarla pençeleşmiş üç gemisi, o sabah Chesapeake Körfezi’nin ağzına yakın bir yerde demirledi. Sahile çıkardığı adamlar “güzel çayırlar, uzun güzel ağaçlar ve manzarası kendilerini adeta büyüleyen tatlı sular” buldular[3]
1. Filedalfiya Kongresi (1774):
Amerikalıların, İngiltere’ den sömürgelere çay getiren üç İngiliz gemisine saldırıp, çayları denize atması üzerine, İngiltere çayların bedellerinin ödenmesini istemiş ve Boston limanını abluka altına almıştır. Filedelfiya’da toplanan sömürge temsilcileri, İngiltere ile savaşmaya, savaş için hazırlıklar yapmaya karar vermişlerdir. İngilizlerin Boston yakınlarındaki bir silah deposuna baskınına, Amerikalıların karşılık vermesi iki taraf arasında savaşın başlamasına yol açmıştır. (1775)
2. Filedalfiya Kongresi- Amerika’nın Bağımsızlık İlanı (1776):
İngiltere’nin Amerika’ya askeri takviye yaparak kontrol altına almak istemesi üzerine önce Virginia sömürgesi bağımsızlığını ilan ederek, İngiltere ile savaşmaya başlamış, bunu diğer sömürgeler izlemişlerdir. 4 Temmuz 1776 ‘da ikinci defa Filedelfiya’da toplanan sömürgeler, bağımsızlıklarını ilan ederek İngiltere ile savaşa karar vermişler, İnsan Hakları ve Bildirgesini de kabul etmişlerdir. Bağımsızlık Bildirisi (1776) ve Haklar Belgesi (1791) ABD Anayasası’nın temellerini oluşturmuştur.[4]
XVIII. yüzyıl ortalarında sayıları on üçü bulan koloniler Amerika Birleşik Devletleri’nin temelini oluşturmuştur. Kıta insanlık tarihinde yeni bir hayatın ve yeni olanakların kapısını açmıştı. “1776’da on üç İngiliz kolonisinin kurduğu genç Amerika Cumhuriyeti 1790-1798 yılları arasında bir okyanustan diğerine uzanan bir toprak parçası fethetmiş…”[5] Koloni sistemi daha sonra sömürgecilik politikasına dönüşmüştür. Koloniler zaman içinde İngiliz devletinden farklı bir kimlik geliştirmeye başlamıştır. Nüfus hızla büyümüş, tarıma dayalı ekonomi gelişmiş, iş adamları ticari ataklarda bulunmuşlardır.
EMPERYALİZM VE DÜNYA EKONOMİSİ
SÖMÜRGECİLİK
Avrupa tarihine baktığımızda “Yeniçağ” olarak adlandırılan dönemde yaşanan coğrafi keşifler sonunda “sömürge imparatorlukları” kurulduğunu görürüz. Emperyalizm ya da bir başka deyişle sömürgecilik, modern tarihte coğrafi kesiflerle birlikte başlamıştır. Keşifler sonunda Avrupalı devletler, keşfettikleri yerleri egemenlikleri altına alarak sömürge imparatorluklarını kurmuşlardır. Keşif seferleri düzenlenen ülkelerin kaynaklarından yararlanan Avrupalı denizci devletler bu sayede ekonomik olarak güçlenmiş ve zenginleşmişlerdir. Başta, Amerika Kıtasına olmak üzere keşfedilen yerlere Avrupa’dan dalga dalga yayılan göç hareketleri görülmüştür.
Sömürgecilik kavramı sadece ekonomik ve ticari anlamlar taşımıyordu. Düşüncelerde sömürge ağları üzerinden dolaşıma girebiliyordu. Avrupalıların medeniyetin direkleri olarak gördükleri “ticaret ve Hıristiyanlık” kavramlarını yayma umutları fikirsel sömürgeci anlayışın çarpıcı örneklerini oluşturuyordu. İmparatorlukların topraklarında “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” fikirleri; temsili demokrasinin erdemleri sömürgeci efendilere karşı kullanılabilecek Avrupa kavramlarıydı. Sömürgecilik tarihinin 16.yüzyıldan sonraki gelişimi boyunca Avrupa’nın tüm büyük devletlerinden bazıları emperyalist oyunda yerlerini almışlardır. [6]
Sömürgeci düzenler uzun süre ayakta kalmıştır. Resmi sömürgecilikler ise derin etkiler bırakmakla birlikte, daha kısa sürmüştür. Örneğin Fransızlar Cezayir’de 132 yıl, Güney Vietnam’da ise bir yüzyıldan az bir süre kalmışlardır.[7]
EMPERYALİZM
Latince “imperium” sözcüğüne dayanan emperyalizm diktatörlük gücü, merkezî hükümet, keyfî yönetim metotları anlamına gelir. Fransa’da 1830’larda Napolyon imparatorluğuna hayranlık duyanları nitelemek için, 1848’den sonra ise Napolyon III’ün kötü yönetimini ifade etmek için kullanılmıştır. Kavramın kullanımı 1870’lerde İngiltere’de yaygınlaşmıştır Başbakan Disraeli’nin sömürge imparatorluğunu güçlendirme ve genişletme politikalarını tanımlamak için emperyalizm kavramına başvurulmuştur. Böylece emperyalizm, sömürgecilikle es anlamda kullanılmaya başlanmıştır (Cohen, 1973: 10).
Öncelikle günümüzde kavrama yüklenen farklı anlamları ve tanımlamaları dikkate almak gerekir. Çünkü kimi zaman emperyalizmin ekonomik boyutu kimi zaman da siyasal veya kültürel boyutu vurgulanmaktadır hatta kavram ideolojik amaçlarla çarpıtılmakta veya yeni anlamlar yüklenebilmektedir.
“Emperyalizm dünya ekonomisindeki eşitsiz ilişkiler sistemini tanımlayan en uygun kelimedir” (Brown, 1970: viii).
Richard D. Wolff (1970: 225) “bir ekonominin diğer ekonomi üzerinde uyguladığı kontrol araçları ağı” olarak; M. Sweezy (1968: 307), Lenin’i takip ederek, “dünya ekonomisinin gelişiminin bir basamağı” olarak tanımlamaktadır.
Siyasal boyutu vurgulayan yazarlar farklı tanımlamalarda bulunmuşlardır. Hans Neisser (1960: 63) emperyalizmi “bir ulusun doğal sınırlarının ötesindeki nüfusu kendi siyasal yönetimi altına almak amacıyla bu sınırların ötesinde bir imparatorluk kurma süreci” olarak tanımlamaktadır.
Diğer yazarlar ise emperyalizm erimini askerî veya diplomatik baskı ve ekonomik nüfuz gibi dolaylı mekanizmaları da dikkate alarak genişletmektedirler; örneğin George H. Nadel ve Perry Curtis emperyalizmi “egemenliğin veya kontrolün dolaylı veya dolaysız şekilde genişletilmesi” olarak tanımlamaktadırlar. Hans J. Morgenthau’ya (1960: 53) göre ise emperyalizm “statükoyu yıkmaya yönelik politikalardır”; Morgenthau, mevcut durumu korumaya yönelik politikaları emperyalist saymaz. Cohen (1973: 16) ise emperyalizmi “siyasal veya ekonomik, dolaylı veya dolaysız bir ulusun diğer ulusu etkin şekilde hâkimiyet altına almasına yönelik her türlü ilişki” olarak tanımlamaktadır.
Lenin, “Emperyalizm kapitalizmin ileri bir aşamasıdır” der ve ekler, “Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin kurulduğu; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı, dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasına başlanmış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme evresine ulaşmış kapitalizmdir” (Lenin, 1969: 111).
Samir Amin “Emperyalizm ve Eşitsiz Gelişme” adlı kitabında, “…emperyalist sistem eşitsiz gelişmeyi ağırlaştırmaya, şiddetlendirmeye eğilimlidir…” der. Merkezdeki toplumsal kuruluş kapitalist üretim tarıma eşitlenmeye yüz tutar; geri sektörler – daha az rekabetçi küçük ve orta boy işletmeler – gittikçe saf dışı bırakılır.[8]
Amerika ve Emperyalizm
ABD’nin emperyalist tarihi Kaptan Kolomb ile başlar. Kristof Kolomb 1492’de Atlantik Okyanusu’nu aşarak Amerika’ya ulasan ilk Avrupalı olarak bilinmektedir. Kolomb, iki aydan daha fazla bir sürenin sonunda, 11 Ekim Perşembe günü, Yeni Dünya’ya ayak basar. Hint adalarından birisi sandığı bu kara parçasına, San Salvador adını verir. Emperyalist ruh, kolonicilerin klasik sömürgecilik anlayışı ve Amerika Kıtası’nı istilasıyla başlamaktadır. Avrupalıların yeni kıtaya ayak basmaları ile başlayan bu sömürü, 1492 yılında hayatlarını kaybeden milyonlarca yerliden başlar, işgalcilerin Irak’ta öldürdüğü son insana kadar sürer. Emperyalist çıkarlar adına kendi topraklarında yasayan insanların ölmesi, dünyanın şahit olduğu olaylardır. Amerika Kıtası’nda yasayan yerlilerden Vietnam’a, Güney Amerika ülkelerinden, Japonya’ya kadar süren bir gerçektir bu…
DÜNYA SAVAŞLARI VE AMERİKA
Savaş ve emperyalizm… Birbirinden ayrılmaları mümkün olmayan iki kavram… Emperyalizm savaşların en önemli nedenidir. Savaştan sonra kazanan ülkenin üsleri elde tutması ve bunun için de türlü neden bulması ülke için çok önemlidir. Zamanla eğer bir ülkenin amaçları emperyalist hale gelirse, bu üsler imparatorluğun iskeletini oluşturur. Üslerden yürütülen savaşlar emperyalizmin gelişmesi ve yayılması için başlıca neden haline geliştir. Emperyalistlerin zayıf ülkelerde oluşturduğu ekonomik bağımlılık da aynı etkiyi yapacaktır. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle, ABD dünyanın değişik yerlerinde biriktirdikleri üslere türlü bahaneler bulmakta zorlanmamıştır.
1.Dünya Savaşı ve Amerika
Dünya Savaşlarının en önemli çıkış nedeni ekonomik nedenlerdir. Avrupa’nın güçlü ve büyük devletlerinin aksine siyasi birliklerini geç tamamlayan devletlerin sömürge ve pazar arayışları 1.Dünya Savaşı’nın en temel nedenlerini oluşturur. Devletlerarası bloklaşmalarda Almanya, Avusturya Macaristan, Osmanlı ve Bulgaristan ittifak grubunu; İngiltere, Fransa ve Rusya itilaf bloğu devletlerini oluşturmuşlardır.
1917 yılına kadar tarafsızlığını koruyan ABD, Almanya’nın itilaf devletleri ile olan ticari faaliyetlerini engellemesi üzerine Nisan 1917’de savaşa girmiştir. Bu genel bir doğru kabul edilse de ABD aslında savaşın başından itibaren adı geçmeyen ancak savaşın içinde olan devlettir. Üçlü itilaf devletlerin başını çektiği grubun dünya savaşından galip çıkmasında ABD’nin büyük katkısı olmuştur. ABD hiç savaş devam ederken hiç yıkıma uğramamıştır. Çünkü çarpışmanın yaşandığı alanlardan çok uzak bir bölgede yer almaktadır.
I. Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında özellikle müttefikleri İngiltere ve Fransa’ya yardım eden ABD’nin ekonomisi büyük katkılar sağlamıştır. 1914 yılında ülkede ciddi bir ekonomik durgunluk yaşanıyorken, 1915 yılına gelindiğinde özellikle İngiltere’nin savaş siparişleriyle ekonomi canlanmış ve ABD, 1917 yılına kadar müttefiklere 2 milyar doların üzerinde mal satılmıştır. “…I.Dünya Savaşı patlayınca İngiltere, giderek artan bir biçimde Amerikan malları için bir Pazar ve faizle borç almak için bir kaynak haline geldi… 1915 yılında Wilson müttefiklere verilecek özel banka kredileri üzerindeki yasaklamayı da kaldırdı…” [9]Savaş birleşik devletleri benzeri görülmemiş bir duruma sokmuştu. Rusya’nın Avrupa’ya tahıl ihracatını durdurmasıyla birlikte, Amerikan tarım ürünlerine olan talep artmıştı. Diğer taraftan savaş halindeki ülkelerin, Birleşik Devletlerin savaş sanayi ürünlerine olan talebi de artmıştı. [10]
1918 yılında I.Dünya Savaşı bittiğinde elli bin Amerikan askeri yaşamını kaybetmişti. Usta bir lider olduğunu gösteren Wilson savaş bitince arka arkaya yanlış adımlar atmıştı. Versay Antlaşması ve Milletler Cemiyeti düşüncesi ABD’de şiddetli bir muhalefete sebep olmuştu. Senatodan geçmeyen Milletler Cemiyeti Antlaşması Birleşik devletleri pasif bir yalnızlık politikasına sürüklemişti.[11]
İKİ DÜNYA SAVAŞI ARASI AMERİKA
Amerika Birleşik Devletleri ekonomik olarak 1920’li yılları büyük bir bolluk içinde geçirmiştir. İşçi ücretlerinin genel düzeyi artmış, bazı çiftçilerde çok kazanmaya başlamışlardı. Yılda 2.000 dolar kazanan tüm ailelerin %40’lık bölümü yeni otomobiller, radyolar ve buzdolapları alabilecek duruma gelmiştir.[12]ABD’deki ekonomik refah ve bolluk dönemi 1929 dünya ekonomik bunalımına kadar devam etmiştir. Savaş ve savaştan sonraki dönemde ABD borç alan bir ülke konumundan borç veren bir ülke durumuna düşmüştür.
İki dünya savaşı arası dönemde, ABD’de iktidar cumhuriyetçilerin elinde olmuştur. Ülkede sadece ekonomik anlamda değil siyasi anlamda da bunalımlı bir dönem geçirilmiştir. Örneğin sorunlardan biri göçmen akınının sınırlandırılmasıdır. Önlem amacıyla çıkarılan “Göçmen Yasası” ile göçmenlere kota uygulamasına geçildi. Dünya ekonomik bunalımı 1933 yılında 14 milyon Amerikalının işsiz kalmasına neden olmuştur. Dönemin gazetelerinden birinde yer alan haber şöyledir; “…New York, 21 Ocak 1933: Bugün Union caddesinin sonundaki bir lokanta önünde toplanan yüzlerce işsiz karınlarının bedava doyurulmasını talep ettiler…”[13]
Ekonomiyi düzeltmek adına yapılan tüm çabalar ve iyileştirme çalışmaları sonuç vermiyor, yeni bir pazar ihtiyacı her geçen gün daha da belirginleşiyordu. Savaş kaçınılmazdı… ABD’nin nükleer silahları kullandığı II. Dünya Savaşı…
II.DÜNYA SAVAŞI VE AMERİKA
Amerika Birleşik Devletleri, savaşın başında yine tarafsız kalmaya özen gösterse de bu durumu uzun süre sürdüremedi. Özellikle Pearl Harbor gibi (7 Aralık 1941) Pasifik’teki Amerikan üslerine Japonların yaptığı akın ABD’yi savaşın içine soktu.1940 yılında ABD İngiltere’ye yardıma başlamıştı bile. Üçüncü defa başa getirilen Roosevelt, ki bu durum ABD tarihinde bir ilktir, bütün diktatörlere karşı savaşmakta olduğunu ilan etti. İngiltere’nin talebi üzerine özellikle ve öncelikle Avrupa üzerine yöneldi. Kurulan yüzlerce fabrika günde yirmi dört saat çalışarak Kuzey Afrika’da (Kasım 1942 çıkartması) İtalya’da (1943), sonra da Fransa’da (Normandiya çıkartması) düşman kayıtsız şartsız teslim oluncaya kadar zafer kazanarak savaşan askerlere malzeme desteği yaptı.
Savaş, 7 Mayıs 1945’te Almanya’nın teslim olmasıyla sona erdi. Roosevelt, Almanya’nın kayıtsız şartsız teslim olmasından ve Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasından birkaç ay önce 12 Nisan 1945’te öldü. ABD atom bombasını kullanan ilk ülke idi. Hem hegemonyasını sürdürmek hem de 1949’dan itibaren nükleer silahlarla donanmaya başlayan SSCB’nin karşısında durabilmek amacıyla nükleer silah kapasitesini aralıksız arttırmıştır.[14]
İkinci Dünya Savaşı eski sömürgeci imparatorlukları bir daha ayağa kalkamayacakları ölçüde yıpratmış, ABD’yi dünyanın en güçlü ülkesi ve birinci sınıf bir emperyalist ülke haline getirmiştir. ABD, II. Dünya Savaşı’ndan daha da güçlenerek çıkan devlet oldu. Avrupa’nın gereksinmelerini karşılamak için savaş sırasında tarımsal ve sanayi üretimini artırmıştı. Amerikan savaş sanayi, 1939’da %1,4 kapasiteyle çalışırken bu oran 1944’te %41’e yükseldi. Batı’da yeni fabrikaların açılmasıyla daha da güçlenen savaş sanayinin kalbi olan Büyük Göller Bölgesi eyaletleri, Atlantik cephesinin ihtiyacı olan silah ve mühimmatın %35’ini, Pasifik cephesinin ihtiyacının %86’sını karşılayan büyük bir cephanelik haline gelmişti.[15] 1943 ve 1944 yıllarında Amerikan güçleri Pasifikte hızla ilerliyor, Japonya’ya yaklaşıyorlardı. Buralarda da kentleri en kötü biçimde bombalayacakları üsler kuruyorlardı.[16]
“…Birleşmiş Milletlerin savaş sırasında ortaya çıkmasının nedeni, tüm dünyaya gelecekteki savaşları engellemek için uluslararası iş birliği olarak sunulmuştu. Oysa Birleşmiş Milletler, Birleşik devletler, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere batılı emperyalist devletlerin, Doğu Avrupa’da askeri üsleri ve güçlü nüfuzu olan yeni bir emperyalist devletle birleşerek yaptıkları bir anlaşmaydı…” [17]
Savaşın galipleri Sovyetler Birliği ile ABD idi. İngiltere, Fransa, Çin galip devletler olmasına rağmen daha zayıf bir duruma sahiplerdi. Sovyetler “sosyalizm”, ABD “demokrasi” adıyla imparatorluklarının nüfuz bölgelerini belirlemeye çalıştılar.
SAVAŞ SONRASI
Savaş daha sona ermeden müttefikler gelecekte dünya barışını güvence altına almak için önlemler düşünmeye başladılar. San Francisco’da Birleşmiş Milletler örgütü kuruldu. Amaç ülkeler arasında barışçıl ilişkilerin kurulmasına ve dünyadaki tüm halkların ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişmesine yardımcı olmaktı. Amerikan kamuoyu savaş yorgunuydu. Silahsızlanmaya hazırlandığı sırada Roosevelt’in halefi Truman, bir kriz ve soğuk savaş atmosferi yaratmak için çalışmalara başladı. “Truman Doktrini”nin amacı, komünizmden etkilenebilecek ülkelere ekonomik ve askeri yardımda bulunmaktı. ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall’ın adını taşıyan “MarshalI Planı” ise savaşta yıkıma uğramış Avrupa ülkelerine, toparlanmaları için yardım amacını taşıyordu. 1949’da ABD, Kanada ve 10 Avrupa ülkesi herhangi bir saldırıya karşı Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nü (NATO) kurdu.
ABD, 1949’dan itibaren nükleer silahlanmaya başlayan Sovyetler karşısında nükleer silah kapasitesini aralıksız olarak artırdı. Silahlanma yarışı 1970’lere kadar devam etti. [18]
ABD GÜCÜNÜN KAYNAKLARI
ABD’nin küresel gücünü belirleyen 4 alan vardır;
-
Askeri anlamda eşi olmayan bir küresel erişime sahip olması,
-
Ekonomik olarak rakipleri Japonya ve Almanya karşı küresel büyümenin lokomotifi olması
-
Teknolojik olarak yeniliğin tüm ileri uçlarının önderi olması,
-
Tüm aşırılıklarına rağmen kültürel olarak dünya gençleri arasındaki cazibesinin yüksek olması
Denilebilir ki; ABD’yi tek kapsamlı süper bir güç haline getiren bu dört alanın bir araya gelmesidir. ABD, II. Dünya Savaşı’ndan öncü güç olarak çıkmış, teknoloji ve üretimde üstünlüğü ele geçirmiştir. ABD uluslararası ilişkilerde özgürlüklerin ve özel mülkiyet haklarının savunucusu olarak göstermiştir kendisini. Dün olduğu gibi bugün de ABD kendisini sonsuz sermaye birikimine adamış tüm kesimlere liderlik etmektedir. [19]
Güçlü bir ekonomik yapı, güçlü silahlı kuvvetler ve serbest piyasa ekonomisinin varlığı ABD’yi güç haline getiren temel unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomisi dünyanın en büyük ekonomisidir. Dünyada bulunan 500 şirketten 219’u Amerikan şirketleridir. Askeri kabiliyetleri, ekonomisi, bilim ve teknolojik yeniliklerdeki lider konumu diğer ülkeleri etkilemesindeki avantajlarıdır değerlendirmesi yanlış olmaz. Tüm bunların yanında Amerikan popüler kültürü de II. Dünya Savaşı’ndan sonra tüm Avrupa’ya yayılmış ve Avrupa’nın demokratikleşme sürecini hızlandırmıştır. [20]
SONUÇ
Askeri üsler ya da sömürgeler antik çağlardan beri emperyalist rejimlerin ortak özellikleri olmuştur. Askeri üsler ya da sömürgeler ele geçirdikleri bölgeleri güvenlik altına alarak onları ekonomik olarak sömürüyorlardı. Varlık nedenleri buydu. Amerika’nın geleneği, askeri üsleri zayıf ülkelerde kurmaktır. Bu ülkelerin çoğu ise demokratik olmayan, baskıcı rejimlere sahiptir.
ABD önce Kuzey Amerika kıtasını ele geçirmiş ve sömürgeleştirmişti. ABD’nin bir ülkeye girip orada üs kurmasının başlangıçtaki amacı ne olursa olsun, kurulan üs emperyalist bir mantıkla kalıcı hale getiriliyordu. Amerika’nın yabancı askeri üslerine sömürge denilmesi de bulundukları ülkenin yasama gücünden bağımsız olmaları onları birer küçük sömürge saymıştır. ABD’nin kuruluş inşasında öncelikle kıtanın fethini, daha sonra sırasıyla: emperyalist akınlar (Karayipler ve Orta Amerika), emperyalist akınlar (Pasifik hâkimiyeti), seferberlik ve zafer (II. Dünya Savaşı), yüzleşme (Soğuk savaş), Nükleer yarış (Soğuk savaş) dönemlerini incelemek gerekir. Çok geniş ve ayrıntılı bir zaman dilimini kapsayan konunun özellikle gelinen döneme kadar ki emperyalist düşünceleri ve eylemlerine dikkat çekilmeye çalışılmıştır.
Emperyalizmi tanımlarken, kapitalizm doğrultusunda güçlü ulusların zayıf uluslarla ilişkileri ve bu ilişkilerin sürdürülmesi incelenmelidir. Bu noktada savaş gerçeği bu ilişkileri sağlayan araçlardan sadece biridir. Amerika’nın kamu diplomasi incelendiğinde, hammadde kaynakları ve yeni pazarlar, savaşsız, düşük maliyetlerle daha etkili bir emperyalizm anlayışı izlediği açıkça görülmektedir.
KAYNAKÇA
AMİN Samir, Emperyalizm ve Eşitsiz Gelişme, İstanbul, 1.Basım: Mayıs 1992, 2.basım: Kasım 1997,
ATAÖV Türkkaya, Amerikan Emperyalizmi Doğuşu ve Gelişimi, İstanbul, 1.Basım, 2007
Bukharin Nikola I, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, İstanbul, 2009,
DİAKONOFF M. İgor, Tarihin Yörüngeleri, İstanbul, 1.Baskı, 2004
Dorel Gerard, Amerikan İmparatorluğu Atlası, İstanbul, 2007,
“Emperyal Çağ”, İngilizce Aslından Çeviren: Nurettin Elhüseyni, İstanbul, 2008
Nevıns Allan, Commager Henry Steele, The Pochet History of the United States, New York: Pochet Books., 1951, ilk çeviri: Halil İnalcık, Amerika Birleşik Devletleri Tarihi, İstanbul, 1961
LENİN, V. I., Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Ankara, 1969
YILMAZ Sait, Güç ve Politika, İstanbul, 2008
Zinn Howard, Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi, Ankara, 2005,
İNTERNET ADRESLERİ
www.webhatti.com/kultur/28602-1-dunya-savasi.html
www.tarihselblog.com/2-dunya-savasi
www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/emperyalizm
[1] Nikola I.Bukharin, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, Çeviri: Uğur Selçuk Akalın, Kalkedon yayıncılık,
1.Baskı, İstanbul, 2009, s.14.
[2] Allan Nevıns, Henry Steele Commager, The Pochet History of the United States, New York: Pochet Books.,
1951, ilk çeviri: Halil İnalcık, “Amerika Birleşik Devletleri Tarihi, Varlık Yayınları, İstanbul, 1961, s.15.
[3] Nevıns, Commager., ag.e., s.17.
[4] İgor M. Diakonoff, “Tarihin Yörüngeleri”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1.Baskı, İstanbul, Aralık 2004,
s.289-290
[5] Gerard Dorel, “Amerikan İmparatorluğu Atlası”, çeviri: Alper Altuğ, NTV Yay., 1.baskı, İstanbul, 2007, s.10.
[6]“Emperyal Çağ”, İngilizce Aslından Çeviren: Nurettin Elhüseyni, Oğlak yayıncılık, Birinci Baskı, İstanbul, 2008,
s.17.
[7]a.g.e., s.21.
[8] Samir Amin, Emperyalizm ve Eşitsiz Gelişme, Çeviren: Semih Lim, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1.Basım: Mayıs
1992, 2.basım: Kasım 1997, s.151.
[9] Howard Zinn, Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi, Çeviren: Sevinç Sayan Özer, İmge Kitabevi
Yayınları, 1.Baskı, Ankara, 2005, s.382.
[10] Nikola I.Bukharin, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, Çeviri: Pro.Dr. Uğur Selçuk Akalın, Kalkedon
Yayıncılık, 1.Baskı, İstanbul, 2009, s.176.
[11] Allan Nevıns, Henry Steele Commager, The Pochet History of the United States, New York: Pochet Books.,
1951, ilk çeviri: Halil İnalcık, “Amerika Birleşik Devletleri Tarihi”, Varlık Yayınları, İstanbul, 1961, s.377-378.
[12] Howard Zinn, a.g.e., s.404.
[13] Mauritz Haligren, İsyan Tohumları, adlı kitabından, a.g.e, s.412.
[14] Gerard Dorel, Amerikan İmparatorluğu Atlası, çeviri: Alper Altuğ, NTV Yay., 1.baskı, İstanbul, 2007, s.20.
[15]Gerard Dorel, a.g.e., s.16.
[16]Howard Zinn, a.g.e., s.437.
[17]Howard Zinn, a.g.e., s.439.
[18]Gerard Dorel, a.g.e., s.20.
[19] Sait Yılmaz, Güç ve Politika, Alfa Basım Yayım Dağıtım, 1. Basım, İstanbul, 2008, s.73-74.
[20] Sait Yılmaz, a.g.e, s.75.