“Geleceğin savaşı beyin savaşı olacaktır. Bu savaşın zaferi eğitim yoluyla kazanılacaktır.”
Mustafa Kemal Atatürk
ÖZET
Eğitim, yaşam boyu devam eden, kişilerin tutum, davranış ve yeteneklerini biçimlendirip geliştirdikleri süreçlerin tümü olarak tanımlanabilir. Bu süreç önceden belirlenen ilkelere göre insan davranışlarında belli gelişmeler ve istendik davranışlar sağlamaya yarayan planlı ve uzun bir süreçtir. Bu uzun eğitim süreci bir ülkenin gelişmişlik düzeyini de gösteren en önemli unsurlardan biri olarak kabul görmektedir.
Altı yüzyılı aşkın bir süre varlığını devam ettiren Osmanlı İmparatorluğu döneminde eğitim sistemi halkın tamamını kapsamayan bir yapı içerisindeydi. Bu yapının sonucu olarak da özellikle kırsal alanlarda yaşayan halk, eğitim konusunda yetersiz bir düzeydeydi. Dolayısıyla okuma yazma oranı da bu duruma bağlı olarak oldukça alt seviyedeydi. Özellikle din ağırlıklı ve bilimsel değeri olmayan bir eğitim anlayışına sahip imparatorluğun, diğer eğitim kurumları da misyoner okulları, meşrutiyet sonrası kurulan maarif mektepleri ve din eğitimi veren tarikat okullarından ibaretti. İmparatorluğun eğitim konusundaki bu tablosu eğitim öğretim konusunda bir birlik olmadığını gösteriyordu.
Millî Mücadele dönemine gelindiğinde, mücadelenin en çetin ve kritik dönemlerinde dahi eğitim öğretim konusuna büyük önem verilmiştir. Bu dönemde, devam eden savaşa rağmen Maarif Kongresi yapılmış, halkın eğitimi konusu üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Kongrede her bölgeye uygun olarak izlenecek eğitim politikaları ana konulardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Atatürk ve Cumhuriyet Dönemi eğitim yaklaşımlarına baktığımızda ise çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmada öncelikli olarak eğitim konusunda önemli adımların atılması gerekliliği üzerinde durulmuştur.
GİRİŞ
Tarihsel sürece baktığımızda 1839 yılı Osmanlı İmparatorluğu açısından önemli bir tarihtir. Büyük umutlarla ilan edilen Tanzimat Fermanı pek çok alandaki gelişmenin de temelini oluşturmuştur.1 Bu dönemde gerçekleştirilmeye çalışılan eğitim alanındaki atılımlar özellikle ulema sınıfının eğitim üzerindeki etkinliğini azaltmaya yönelik olarak değerlendirilebilir. Rüştiye okulları Nazırlığı kurulmuş, 1848’de öğretmen ihtiyacını karşılamak için Dar-ül Muallim, 1870’te ise Dar-ül Muallimin kurulmuştur.2 Görülüyor ki; Tanzimat’ın ilanıyla birlikte eğitim alanında birtakım yenilikler yapma çabası içine girilmiştir. Tanzimat dönemini takip eden I. ve II. Meşrutiyet dönemlerinde de eğitim alanında birtakım yenilikler planlanmış ancak mevcut düzenin halen var olması, medrese eğitiminin devam ediyor olması tüm bunlara ek olarak yeni düzene işlerlik kazandıracak uzman bir kadronun olmayışı Osmanlı eğitim düzeni üzerinde de olumsuz etkisini göstermiştir.
İmparatorluğun II. Abdülhamit dönemi bazı yazarlara göre, bir bakıma Cumhuriyet dönemi eğitiminin temellerinin atıldığı dönem olmuştur. Sultan II. Abdülhamit modern eğitim sisteminin yayılmasını teşvik etmiştir. Bu özelliği ona “maarifperver hükümdar”3 unvanını kazandırmıştır. Ancak bu rasyonalist eğitim sistemi onun halife prestijini zayıflatarak tahttan indirilmesine de zemin hazırlamıştır. II. Abdülhamit döneminin istibdat yönetimi, dönemin öğretmenlerini, entelektüellerini ve düşünürlerini de olumsuz etkilemiştir. Ancak baskı ortamına karşılık Batı ile doğrudan temasların arttığı, Batı kaynaklı yeni edebiyat ve fikir akımlarının ortaya çıkıp geliştiği dönemde , bu dönem olmuştur. Yine bu dönemde Tanzimat dönemine oranla daha fazla gazete ve derginin yaygınlaştığı da görülmektedir. Ayrıca, İstanbul’da kız ve erkek öğrenciler için ilköğretim zorunlu hale getirilmiş, enderun kapatılarak devlet adamı yetiştirmek amacıyla Mektebbi Maarifi Adliye açılmış ilk defa yurt dışına öğrenci gönderilmiştir. Tüm bunlara ragmen eğitim “bağnazlığın merkez örgütü” şeyhülislamın etkisinden kurtulamamıştır. Din ağırlıklı eğitim anlayışı devam etmiş, fen bilimleri ve felsefe eğitiminden uzak durulmuştur.4
1908 yılında meşrutiyetin ikinci kez ilanıyla göreceli de olsa eğitimde kimi iyileştirmeler yapılmış ancak temel yapı değiştirilmemiştir. Çünkü şeyhülislamlık yapılan iyileştirmelere karşılık yeni programlar hazırlamıştır. Örneğin Darülfünun’a karşı Darülhikmetül İslamiye (Şeyhülislam başkanlığında toplanan Yüksek Danışma Kurulu) ile Medresetülkuzat (Kadılar Medresesi) adlı yeni kurumlar açtırmıştır.5 1908-1918 yılları arasında yaşanan savaşların verdiği derslerle kurtuluşun eğitimle olacağı üzerinde durulmuş; Türkleri başarılı kılacak eğitimin tarzı için milli eğitim, iş eğitimi, çağdaş eğitim, laik eğitim, yaratıcı eğitim, medeniyetçi eğitim, sosyal eğitim, harsçı eğitim kavramları Emrullah Efendi, Ziya Gökalp, İsmail Hakkı, Ethem Nejat Bey ve diğer aydınlarca bu dönem boyunca tartışılmıştır. Çöküş dönemine rağmen Türkiye’nin en canlı fikir dönemi bu sıralarda yaşanmış, eğitim de bundan payını almıştır.6
XIX. yüzyıl sonu ile XX. yüzyıl başlarında imparatorluğun sürekli toprak kayıpları içinde olması II. Meşrutiyet döneminde 1913’ten itibaren ülkeyi tek başına yöneten, sonrası yönetimde en etkili güç olan İttihat ve Terakki’yi “Osmanlıcılık” fikrinden uzaklaştırmaya başlamıştır.7 Balkan Savaşlarının ağır yenilgisi Rumeli’nin kaybı yenilginin nedenlerini araştıran geniş bir literatürün de oluşmasına etki etmiştir. İşte bu süreçte ulusalcı fikirler etkili olmaya başlamış, “milli müdafaaya okuldan başlanması” hedefi eğitimde ön plana çıkmıştır. 1913 yılında ancak geleneksel okullarla batılı okulların programlarında bir koordinasyona gidilmesine başlanmıştır. İki okul yaklaşımı birbirlerinden eksiklerini alıp aktarmaya başlamışlar ve ortak bir temel eğitim gereğini gündeme getirmiştir.8 Ahmed (Cevad), Ahmet Rıza, Abdullah Ani, Ömer (Seyfettin), Şükrü Bey, Selim Sırrı (Tarcan), Tevfik (Fikret), Ziya (Gökalp) gibi II. Meşrutiyet döneminin eğitim anlayışında etkili olan aydınların yazı ve fikirleri Cumhuriyet dönemi insan yetiştirme modellerine de alt yapı hazırlamıştır denebilir.
Bilimsel değeri olmayan bir eğitim anlayışına sahip olan medreselerin dışında dönemin diğer eğitim kurumları farklı Hristiyan mezhep ve ülkelere bağlı misyoner okulları, meşrutiyetten sonra kurulan maarif mektepleri ve din eğitimi veren tarikat okullarıdır. Eğitim konusunda ki bu karmaşık durum gösteriyor ki Osmanlı İmparatorluğu’nda eğitim öğretim birliğinden söz etmek imkânsızdır. Eğitim konusundaki bu karmaşanın en olumsuz sonucu eğitimin bu dönemde ulusal birliği sağlamak yerine ayrılığın ve parçalanmanın adeta aracı haline gelmiş olmasıdır.
Ulusal Kurtuluş mücadelesi devam ediyorken Ankara’da toplanan 15 Temmuz 1921 tarihli Maarif Kongresi’nde Mustafa Kemal şu konuşmayı yapmıştır: “… Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin gerileme tarihinde en önemli bir etken olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli terbiye programından bahsederken, eski devrin batıl inançlarından ve doğuştan sahip olduğumuz özelliklerle hiç ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, Doğudan ve Batıdan gelebilen tüm etkilerden tamamen uzak, milli ve tarihi özelliğimizle uyumlu bir kültür anlıyorum…” 9
3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim alanında kalıcı yenilikler gerçekleştirme hedeflenmiştir. Tevhid-i Tedrisat’ın en önemli hizmetlerinden biri şüphesiz karma eğitim, yani kız öğrencilerinde eğitim sürecine katılmalarıdır. Mustafa Kemal 1923 yılında Eskişehir’de yaptığı bir konuşmada “Kadınlarımızı da erkeklerimiz gibi aynı öğretim derecesinden geçirmeliyiz”10 diyerek kadın ve erkek nüfus için eğitimde fırsat eşitliği konusunu da Cumhuriyet sonrasındaki bir dizi uygulama ile hayata geçirmiştir.11 1928 tarihli Harf İnkılâbı da bu süreçte önemli ve dikkat çekici bir atılım ve yenilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni Türk harflerinin kabulünden sonra, halkın kolay ve çabuk okumasını sağlamak amacıyla “Millet Mektepleri” açılmıştır. Bu mekteplerde yeni alfabe ile bilgilerin yanı sıra hayata dair bilgiler de verilmiştir.12 Harf Devriminin ardından Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu milli kültürün dil ve tarih çerçevesinde incelenmesi açısından karşımıza çıkan önemli kurumlardır. Aynı zamanda dil inkılabını da başlatan Mustafa Kemal üç kez Türk Dil Kurultayını toplamıştır.
Tüm bu çalışmalar gösteriyor ki, eğitim alanında önemli adımlar atılmış bundan sonraki süreçlerde gerçekleştirilmesi planlanan atılımların ön aşaması tamamlanmıştır. Mustafa Kemal, tüm bu atılımları gerçekleştirirken özellikle ve öncelikle bilgisizliğin yok edilmesi gereğinden yola çıkmıştır.
Osmanlı’dan Devralınan Eğitim Anlayışı
Altı yüz yıla yakın hüküm sürmüş Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, diğer alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da ciddi bir gerileme yaşanmıştır. Osmanlı Devleti’nin yükselme döneminde etkin olan mektepler ile yükseköğretim veren medreselerde çok önemli bilim adamları yetişirken, son dönemlerde tüm bu kurumlar çağın gerisinde kalmış ve ihtiyaca cevap veremez duruma gelmişlerdir. Osmanlı Devleti’nde 18. Yüzyıldan itibaren başladığı kabul edilen ıslahatlar doğrultusunda Batı tarzında okullar açılmasına rağmen yine istenen başarı yakalanamamıştır. Yapılan ıslahatların kısıtlı kalması, eski kurumlar ile yenilerinin yan yana yürütülmeye çalışılması, eğitimdeki eşitsizlikler ve çoğunlukla vatandaşların Osmanlıcılık etrafında toplanmaya çalışılıp, eğitimin yegâne amacının merkezi otoriteyi sağlama olarak görülmesi gibi faktörler başarısızlığın temel sebeplerini oluşturmuştur. Ayrıca zaman geçtikçe yaşanan siyasi çalkantılar ile girilen savaşlardaki büyük kayıplar eğitimdeki çökmeyi hızlandırmıştır.
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı sonunda düştüğü her alandaki felaketli durumu eğitim alanı için de geçerlidir. Bayram Kodaman, son dönemlerinde Osmanlı Eğitim kurumlarını şu şekilde sınıflandırmıştır. Medreseler: Dini Eğitim, Tanzimat Mektepleri: Kozmopolit Eğitim, Gayr-i Müslim Mektepleri: Bölücü Eğitim, Ecnebi Mektepleri: Sömürgeci Eğitim, Hususi Mektepler: Hedefsiz Eğitim ve Askeri Mektepler: Şuurlu fakat sadece askeri eğitim13. Bu sınıflandırma Osmanlı eğitim sisteminin içinde bulunduğu diğer sorunlarla paralel olarak birlikten, eşitlikten, millilikten ve çağdaşlıktan çok uzaklaştığının en önemli göstergesi olmuştur.
23 Nisan 1920’de TBMM açıldıktan hemen sonra, İcra Vekilleri Heyeti içinde Maarif Vekâleti oluşturulmuş, 9 Mayıs 1920’de mecliste okunan programda özetle eğitim konusu, Millî Mücadelenin kazanılmasında halkın bilinçlendirilmesi ve milli şuurun yükseltilmesi açısından ele alınmış, ancak bununla sınırlı kalmayarak daha bu zamanlarda geleceğe hazırlık mahiyetinde çocukların yetiştirilmesinde dini ve milli duygularını geliştirerek, sosyal hayatta kendilerine güven duymalarını sağlayacak şekilde düzenleme hedeflenmiştir.14
Maarif Vekâletinin ilk vekili olan Rıza Nur Bey, 10 Mayıs 1920 tarihli genelgesinde, savaş ortamına rağmen eğitim ve öğretim işlerinin aksamaması, halkın milli mücadeleye katılımına yardımcı olmasına öncelik verildiğini belirtmiştir. Bu kritik dönemde Mecliste yapılan görüşmelerde, Karesi Mebusu Vehbi Bey, ülkenin uğradığı felaketin başlıca sebebinin cehalet olduğunun altını çizmiş ve öğretmenlik mesleğinin henüz tam gelişmediğini ve mevcut birçok öğretmenin de savaş esnasında şehit olduğunu hatırlatarak bu meslek erbabının zorunlu olmadıkça cepheye gitmesinin doğru olmadığını anlatmıştır. Bu konuşma sonrasında Mecliste alınan kararla öğretmen ve öğrencilerin askerliklerinin tecil edilmesine karar verilmiştir.15 Millî Mücadelenin en çetin yılı olarak nitelendirilebilecek 1921 tarihinde- ki Yunan ilerleyişinin iyice arttığı ve düzenli ordu ile sıcak savaşların, İnönü savaşları, Kütahya- Eskişehir savaşları ve Sakarya savaşı ile TBMM’ye karşı iç isyanların yaşandığı- bu yıl 15 Temmuz’da toplanan Maarif Kongresi dikkate şayandır. Ülkenin her yerinden 250 kadar öğretmenin katıldığı kongreye katılan Mustafa Kemal Paşa açılış konuşmasında “..şimdi tüm gücümüzü, ülkeyi işgal eden güçlere karşı kullanıyoruz. Şimdiye kadar izlenen eğitim ve öğretim yöntemleri ulusumuzun geri kalmasına sebep olmuştur. Bu yüzden ulusal eğitim politikasından söz ederken eski devrin bilim dışı anlayışlarından, benliğimizle ilişkisi olmayan yabancı düşüncelerden uzak durmalıyız, ulusal yapımıza ve tarihimize uygun bir eğitim ve öğretim politikası uygulamalıyız”16cümleleri ile eğitimin önemini vurgulamıştır. Kongrede yapılan bu konuşma ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın Millî Mücadelenin kesin olarak kazanılacağına dair inancını gösterdiği gibi, yakında kurulacak olan yeni devletin eğitim politikasını da ortaya koymaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın Millî Mücadele Dönemi içinde yapılan bu Kongre’nin dışında çeşitli zamanlarda yaptığı konuşmalarda genel olarak çağdaş eğitim, ülkenin kalkınmasında eğitimin önemi, öğretmen yetiştirme, köy öğretmenlerinin önemi, eğitimde eşitlik ve milli eğitim gibi konuları vurguladığı görülmektedir.
Cumhuriyetin ilan edilmesinden kısa bir süre önce de 15 Temmuz- 15 Ağustos 1923 tarihleri arasında toplanan Birinci Heyet-i İlmiye ’de Cumhuriyet eğitim sistemi için çok yönlü bir eğitim programı geliştirilmiş, uygulama içinde gerekli kanun lahiyaları ve nizamname projeleri hazırlanmıştır.17 Yapılan planlamalar doğrultusunda, kitap, milli lisan, öğretim süreleri, ilköğretim, yükseköğretim, halk eğitimi, uygulamalı eğitim, meslek eğitimi konuları başlıca hedef alanları olarak belirlenmiştir. Böylece henüz Cumhuriyet ilan edilemeden önce, yeni Türkiye devletinin eğitim politikası “Milli Kültür” çerçevesinde şekillendirilerek benimsenmiştir.18
Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılına gelindiğinde, Osmanlı Devleti’nden eğitim alanında devralınan miras oldukça karışık ve zamanın çok gerisinde bir görüntü içindedir. Mustafa Kemal Paşa Millî Mücadeleyi başlatmak üzere Anadolu’ya geçtiği ilk anlardan itibaren eğitim konusunu da ele almıştır. Böyle olağanüstü sıkıntılı bir süreçte, yapılacak olan bu savaş sadece silahla değil, ciddi bir eğitim sürecinden geçerek kazanılabilirdi. Her şeyden önce, milli bilincin uyandırılması ve halkın bu mücadeleye destek vermesinin sağlanması gerekmekteydi. Bu bağlamda Halk ve Ali dersler organize edilmiştir. Böylelikle hem Millî Mücadele propagandası yapılmış hem de gerek ülkedeki gerekse de Dünyadaki gelişmeler aktarılmıştır.19
Atatürk ve Cumhuriyet Dönemi Eğitim Anlayışı
Cumhuriyetin ilanı sonrası, her alanda kökten bir devrim hareketi başlatılmış ve bu devrim hareketi “millilik” temeli üzerine oturtulmuştur. Atatürk döneminde eğitimin temelini de “millilik” oluşturmuştur. Yeni neslin milli bir şuura sahip, Cumhuriyeti ve yeni değerleri benimseyerek modern geleceği oluşturabilmesi,20 böylece çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma, dönemin eğitim anlayışının temel hedefi olmuştur.
Atatürk’e göre, modernleşmenin en etkili silahı eğitimdir. Devletin de en önemli görevinin, hiçbir ayrım yapmaksızın tüm vatandaşların eşit bir eğitim sürecine tabi tutulmasına inanan Atatürk, eğitim anlayışını millilik yanında laiklik ve halkçılık üzerine inşa etmiştir.21 Atatürk’ün eğitim konusundaki diğer bir hedefi de “tam bağımsızlıktan vazgeçmeyecek, onurlu bir toplum oluşturmaktır. Bu temel hedeflerle harekete geçilmiş ve ilk iş olarak 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılarak22 eğitim ve öğretim birleştirilmiştir. Böylelikle Osmanlı’dan devralınan çok başlı, eşitsizliğe dayalı ve dağınık uygulamalara son verilmiştir. Bu kanun ile Eğitimde belirlenen milliyetçi, çağdaş, laik, halkçı temellerinin uygulanmasına yol açılmıştır. Kanunun temel yaklaşımı, geleneksel uhrevi eğitim yerine milli kültürü oluşturma amaçlı bir yön belirlenmesidir. Hayata dönük, meslek ve beceri kazandıran, vatan ve millet sevgisi aşılayan yeni bir sistemi yerleştirmek hedef alınmıştır.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile aynı gün yürürlüğe giren Halifelik ile Şer’iye ve Evkaf Nezareti’nin de ortadan kaldırılması eğitimde laikliğin uygulanmasına olanak sağlanmıştır. Bu bağlamda kendi başlarına hareket eden misyoner okulları kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Tevhid-i Tedrisat Yasası ile sadece mektep-medrese ikiliği ortadan kalkmamış, yabancı okullar ile cemaat okulları da denetim altına alınmıştır.23 Millî Eğitim Bakanlığı’nın temel olarak kabul ettiği Türkçe, tarih, edebiyat gibi dersler tüm yabancı ve azınlık okullarında zorunlu hale getirilmiştir.
Atatürk döneminde yapılan eğitim alanındaki en büyük devrim şüphesiz yazı devrimi olmuştur. Türkler tarihte bilindikleri ilk dönemlerinden itibaren hep Türkçe konuşmuşlar, ancak çeşitli zamanlarda farklı alfabeler kullanmışlardı. Tarihleri boyunca Runik, Uygur, Sanskrit, Süryani, Brahmi, Ermeni alfabeleri gibi yazıları kullanmışlarsa da konuştukları Türkçenin etkisi ile yaygın olarak Orhun, Uygur, Kiril, Arap ve Latin alfabelerini daha uzun süreli kullanmışlardır.24 Latin Alfabesinin Türkler tarafından kullanılmasının XIV. Yüzyıldan itibaren olduğu tahmin edilmektedir. Kitle olarak Latin Alfabesine ilk geçen Türkler ise Saha/ Yakut Türkleri olmuştur. Anadolu’yu yurt edinen Türkiye Türkleri ise İslamiyet’i kabul ettikten sonra 1928 yılına kadar Arap Alfabesini kullanmışlardır.25 Ancak Arap Alfabesi ile ifade edilmeye çalışılan Türkçe yüzyıllar içinde yozlaşmıştır. Nitekim Arapçadan farklı dil ailesine mensup olan Türkçenin Arap alfabesi ile ifade edilmesinin zorluğu neticesinde, Türkçe giderek zayıflayan, dil zenginliğini kaybeden bir hale gelmiştir.
Osmanlı Devleti’nin gücünü giderek kaybetmesi, girdiği savaşlardan yenilgi ile çıkması, siyasi yapısının iyice bozulması gibi etkenler eğitim alanında kendini göstermiştir. Gerek eğitim sisteminin karışıklığı gerek maddi sorunların çoğalması gibi etkenler Anadolu insanın giderek cahil kalmasına sebep olmuştur. Okuma yazma oranı iyice düşmüş ve saray ve çevresi ile Anadolu insanının bağları bu anlamda da kopmuştur. Tüm bu sorunları gidermek için Cumhuriyet dönemine kadar olan süreçte birtakım düzenlemeler yapılmasına rağmen, alfabe değişikliği yapılmadığı için sonuç alınamamıştır. Atatürk, dil inkılabı düşüncesi ve uygulamasında şu ana ilkeleri göz önünde tutmuştur.
1‑ Türkçenin zenginliğini ve güzelliğini ortaya koyacak çalışmalar yapmak.
2‑ Türkçeyi Batı medeniyetinin isteklerine uygun bir dil yapmak.
3‑Yazı dili ile konuşma dili arasındaki açıklığı kapatmak 26
Dil alanında belirlenen bu hedefler doğrultusunda harekete geçilmiş ve Atatürk 1 Kasım 1928’de TBMM’ yaptığı konuşmasında “…bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar için yaratılmış, tarihini iftihar ile doldurmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma bilmiyorsa bu hata bizde değildir. Türkün seviyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zorundayız”27 cümlelerini söylemiş ve aynı gün Latin Alfabesine geçilmiştir.
Harf Devriminin yapılması ile Anadolu insanının yaygın öğrenimini kolaylaştıracak önemli bir adım atılmıştır. Sadece okul çağındaki çocukların değil, halkın da öncelikli olarak okuma yazma, devamında ise hayat için gerekli temel bilgilerin verilmesini sağlamak amacıyla 1 Ocak 1929’da “Millet Mektepleri” açılmıştır.28 Millet mekteplerinin kuruluş amacı olan yeni Türk harfleri ile tüm halkı okuryazar yapmak hedefi aynı zamanda Atatürk dönemi eğitiminde devletin temel siyaseti olmuştur. Bu bağlamda Atatürk, bizzat kendisinin de katıldığı yeni harfleri öğretme çabalarından dolayı “Başöğretmen” sayılmıştır. Millet Mekteplerinde 1928’den 1937 yılı sonuna kadar dokuz yılda 1.451.759 öğrenci mezun olmuştur. Bu öğrencilerin %73,15’i erkek, %26,85’i kadındır.29 Tüm bu sayılar, Cumhuriyetin ilk yıllarında %5-10 arası olan okuma yazma bilenlerin oranının %20’yi aştığını göstermektedir. 30
Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Harf Devrimi ve Millet mekteplerinin açılması sonrasında, bu devrimlerin tamamlayıcısı niteliğinde dil çalışmaları başlatılmıştır. Türkçenin sadeleştirilmesi, sözlük çalışmaları gibi düzenlemeler için 1932 yılında Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu) kurulmuştur. 1932 ve 1935 yıllarında toplanan Dil Kurultayları ile Türkçenin sadeleştirilmesi ile ilgili ciddi çalışmalar yapılmıştır.31 Milliyetçilik çizgisinden devamla, Kültürün önemli bir ayağı olan Tarih çalışmalarına da hız verilmiştir. Türk Ocaklarının 1931 yılında lağvedilmesi ile kurulan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (Türk Tarih Kurumu) ile Türklerin en eski tarihlerinin, araştırılması, kurulan devletler yaşam biçimleri, gelenek ve görenekleri gibi konulara ağırlık veren araştırma ve çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.
Atatürk dönemi, Eğitim düzenlemeleri içinde yükseköğretim alanında da gelişmeler kaydedilmiştir. Bu bağlamda 1925’te Ankara’da Hukuk Mektebi, 1926’da Gazi Eğitim Enstitüsü, 1930’da Yüksek Ziraat Okulu açılmıştır. 1933’te ise Üniversite Reformu gerçekleştirilerek Osmanlı döneminde ismi Darülfünun olan İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. 1934’te Ankara Millî Musiki ve Temsil Akademisi açılmıştır. 1935’te ise İstanbul’da bulunan Mülkiye Mektebinin adı “Siyasal Bilgiler Okulu” olarak değiştirilmiş ve Ankara’ya taşınmıştır. 9 Ocak 1936’da ise Milli kültür politikasına verilen önemin göstergesi olarak Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi açılmıştır.
SONUÇ
29 Ekim 1923’de Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş, bu tarihten sonra savaşın tüm olumsuz koşullarının yeni devlet üzerinde ki yıkıcı etkileri ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Milli mücadele devam ediyorken odaklanılan tek konu askeri ve siyasi başarılar olmamış, toplumun eğitimi konusu ihmal edilmemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yetersiz gördüğü eğitim öğretim faaliyetlerini düzenlemeye yönelik bir yol izlemiş, kesinlikle milli ve çağdaş bir eğitim politikasına sahip olunması gerekliliğini vurgulamıştır. Bu gereklilikten hareketle en büyük mücadelenin cehalete karşı verilmesini söylemiş, dolayısıyla cumhuriyet döneminin de kalkınma, aydınlanma ve öğrenme dönemi olması gerekliliğine inanmıştır. Bu kapsamda atılan adımların tamamı modernleşme çabaları olarak ele alınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk on yılı içinde çağdaş eğitim anlayışına sahip olabilmek adına pek çok faaliyetlerde bulunulmuştur. Cumhuriyet döneminin en önemli eğitim öğretim atılımlarından ilki medrese eğitimine son verilip, eğitim öğretim faaliyetlerinin birleştirilmesi olmuştur. Yapılan alfabe değişikliği ile de okuryazar oranını arttırmak hedeflenmiştir. Savaş gerçeğine rağmen önemli eğitim faaliyetlerden biri de eğitim konusunda yabancı uzman görüşlerine başvurulmasıdır. Amerikalı eğitimci John Dewey, Alman sanat eğitimcisi Dr. Kuhne, teknik okullar hakkında rapor sunan Omar Buyse, üniversite reformu için İsviçre’den gelen Prof.Albert Malche bu isimlerden birkaçıdır. Görülüyor ki, eğitim konusu cumhuriyet yönetiminin öncelikli konularının başında gelmektedir. Batılı bilim insanlarının görüşleri ve önerileri doğrultusunda modern ve çağdaş bir yapının inşasına başlanmıştır.
Cumhuriyet ve Atatürk dönemi eğitim anlayışındaki temel hedefin; milli duygulara sahip, Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı bir nesil yetiştirmek ve sadece okul çağındaki çocuk ve gençlerin değil tüm halkın bu eğitime tabi tutulması olarak özetlenebilir. Ancak böylelikle yeni Türkiye devletinin gelişmesi, kalkınması, dünya üzerinde saygın yerini alması mümkün olabilir.
1 Sabri Sürgevil, Türkiye’de Çağdaşlaşma Hareketleri, 2.baskı, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir, 2011, s.121.
2 Sabri Sürgevil, a.g.e., s.117.
3 Mevlüt Çelebi, “Atatürk Dönemi ve Sonrasında Türkiye-İtalya İlişkilerini Etkileyen Faktörler”, Ege
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: XXXI, Sayı:
91 (Bahar 2015), s.142.
4 Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar 1923-2005, Umay Yayınları, İzmir, s.99.
5 Aydoğan, a.g.e., s.99.
6 Ercan Türk, Türk Eğitim Sistemi ve Yönetimi, Nobel Yayıncılık, 1.baskı, Ankara 2002, s. 170- 171.
7 Çelebi, a.g.m., s.143.
8 Türk, a.g.e.,171.
9 Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1997, s.279-280.
10 Mustafa Kemal Eskişehir- İzmit Konuşmaları (1923), İstanbul 1993, s.43.
11 Tülay Alim Baran, “Atatürk’ün Eğitim Düşüncesi”, Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikaları Sempozyumu,
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2010, s. 27.
12 Mustafa Ergün, Atatürk Devri Türk Eğitimi, DTCF Yay., Ankara, 1982, s.101-103.
13 Bayram Kodaman, Cumhuriyetin Tarihi-Fikri Temelleri ve Atatürk, Isparta, 1999, s. 83.
14 Galip Karagözoğlu, “Atatürk’ün Eğitim Savaşı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, II, S. 4 (Kasım 1985), s.196.
15 TBMM ZC., I/VIII, s. 70; Güneş,a.g.e, 2009, s. 336-337.
16 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Ankara, 1997, s. 19-21.
17 Faik Reşit Unat, Türkiye Eğitim sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Millî Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1954,
s.28.
18 Ercan Türk, Türk Eğitim Sistemi ve Yönetimi, Nobel Yayıncılık, 1.baskı, Ankara 2002, s.172.
19 Millî Mücadele Dönemi Propaganda, Halk dersleri ve Ali Mektepler ile ilgili bkz. İhsan Güneş, Birinci Türkiye
Büyük Millet Meclisini Düşünce Yapısı (1920-1923), T.İş Bankası Yay. İstanbul, 2009, Cemil Öztürk, “Milli
Mücadele Ankara’sında Bir Yaygın Yüksek Öğretim Kurumu: “Serbest Âli Dersler Müessese-i İlmiyyesi”,
Atatürk Yolu, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, C.4, Sayı, 13, Bengül Bolat, “Millî Mücadele
Dönemi Eğitim ve Propaganda: Yaygın Bir Yüksek Öğretim Denemesi Ali Dersler” Uluslararası Eğitim
Yönetimi Forumu Bildiri Kitabı (Tam Metin Bildiri/Sözlü Sunum), 2-6 Kasım 2018, Antalya, s.342-352.
20 Bengül Salman Bolat, “Tanzimat’tan Demokrat Partiye Kültür Politikaları ve Tarih Anlayışları”. The Journal
Of Academic Social Science Studies (JASS), 5(8), s.235.
21 Ziya Bursalıoğlu, “Atatürk Döneminde Eğitim Felsefesi ve Yenileşmesi”, Atatürk Devrimleri ve Eğitim
Sempozyumu, Ankara, 1981, s.11-12.
22 TBMM ZC. C.7, İçtima: 1, Devre: 2, s.s.25-27.
23 Tülay Alim Baran, “Atatürk’ün Eğitim Düşüncesi”, Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikaları Sempozyumu,
Ankara, 2010, s.27.
24 Bengül Salman Bolat, “Bulgaristan Türk Basınının Harf İnkılabına Taraf ve Muhalif Yaklaşımı”, Modern
Türklük Araştırmalar Dergisi, 11(2), s.64.
25 Ahmet Temir, Dış Türklerde Dil ve Yazı, Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
Yayınları, Ankara: 1992, s.395.
26 Zeynep Korkmaz, Türk Dili Üzerine Araştırmalar I, Ankara, s.640-730.
27 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2006, s.274.
28 M. Şakir Ülkütaşır, Atatürk ve Harf Devrimi, TDK Yayınları, Ankara 1991, s. 66-69.
29 BCA, 18.04.1939, 030.01./90.559.2.
30 Cumhuriyet Dönemi Türk Ansiklopedisi, 3.C., s.661.
31 Agah Sırrı Levent, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara, 1972, s.406-408.Cum