Kapitalizmin Türkiye’yi Getirdiği Nokta Ne?

Mahfi Eğilmez kaleme aldığı “Küresel Finans Krizi (Piyasa Ekonomisinin Eleştirisi)” adlı kitabında, Türkiye’de yaşanan ekonomik krizin süreciyle ilgili varsayımları, “Dip Kuramı” ile açıklanmaya çalışılıyordu.

Anımsatma yarar var.

Dip Kuramı Ne?

Kapitalist ekonomide yaşanan krizin belirli aşamalarında kimi uzmanlar “dibe vurulduğunu, çıkışın başlayacağını” savlarlar. Dipten kastedilen şey; deniz, göl yada havuz gibi su birikintilerinin en alt noktasıdır. Suya batmış kişi dibe ulaştığında, ayaklarını yere vurarak aldığı güçle su üstüne çıkabilir.

Krizden çıkışı buna göre açıklayan ekonomistler, başlıca dört olasılık üzerinde dururlar;

Birinci olasılık; hızla dibe giden ve dibe vurduğunda da hızla yukarı çıkan bir kişi gibi ekonomilerin krizleri hızla atlatmasıdır. Buna V dibi toparlanma deniliyor. Ekonomik kriz, belirli bir bölge ya da alt sektörle sınırlı olarak ortaya çıkmışsa durum böyle olabilir.

İkinci olasılık da; dip derin ve daha yayvan, hatta bataklık olabilir. Bu durumda, dibe vuran kişinin su üstüne çıkması kolay olmayabilir. Dipte kalma uzun olabilir ve yardıma gereksinme ortaya çıkabilir. Buna U tipi toparlanma adı verilir. Ekonomik kriz, ülke çapında ya da bütün sektörleri kapsayacak biçimde olursa, aynen kişinin bir yardımla dışarı çıkarılması gibi ekonomiye dıştan destek gerekebilir.

Üçüncü olasılık; dibin girintili çıkıntılı olmasıdır. Kişi dibe vurduğunda hafif bir sıçrama yapabilir. Ancak tekrar dibe düşebilir. İnişli çıkışlı bir seyir vardır. Kurtuluş için yardıma gerek duyulur, ancak dipten çıkmak kolay değildir. Buna çift V dip deniliyor.

Dördüncü olasılık ise; dibe vuran kişinin su üstüne çıkmasının oldukça uzun zaman alacağı şeklinde ifade edilen ekonomik krizdir. Buna da L tipi dip deniliyor.Sonuç ekonomik çöküş olabilir.

***

Türkiye de bir süre Mehmet Şimşek yönetimiyle kapitalizmin özüne hiç dokunmaksızın dipten çıkmaya çalışıyor.

Neler yapılıyor?

Sıcak para girişi için gerekli ortam sağlanıyor

Kamucu ekonomistler;”sıcak para(Hot money)ile yabancı tasarruf sahipleri belli bir süre için gereksinim duy­madıkları birikimlerini ulusal parasına yüksek oranda faiz veren ülkemizdeki yatırımlarda kullanmaya başladılar.

Ellerin­deki dövizi, ülkemizin parasına çevirerek Hazine bonosuna, Borsa’daki bir hisse senedine ya da bir banka hesabına yatırıyorlar. Böylece Türkiye’ye sıcak para girmiş oldu. Döviz girişi,kurları olması gereken düzeyin altında tuttu ve bir süre ulusal paramız değerlendi.

Konunun bam teli burada başlayacak gibi gözüküyor. Yabancı tasarrufçuların, parasına gereksinme duyduğun­da ya da siyasi ve ekonomik istikrarsızlık ortaya çıktığı takdirde yatırımını dövize çevirerek parasını kendi ülkesine götürme olasılığı yüksek gibi gözüküyor .

Bu kez döviz kurları, olması gerekenin üs­tüne çıkabilir. Kurlardaki bu iniş çıkışlar ekonomik dengesizliklere ve enflasyon oranının yükselmesine yol açabilir. Sıcak paranın girişiyle ulusal paranın değer­lenmesi ihracatçıların ve turizmcilerin kazancını azaltır.

Ancak daha ötesi,Ülke çok daha yüksek düzeyde merkez ülkelerin siyasi,sosyal ve ekonomik denetimine girebilir ” diyorlar.

Bırakınız kamucu ekonomistleri ,uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P Global Kıdemli Direktörü Frank Gill gibi kapitalist babalar bile sıcak paranın 2025’te Türkiye’yi terk edebileceğini belirtiyorlar(Bakınız: Haber Merkezi Sözcü Gazetesi.10 Haziran 2024 )

Emeği ile geçinenlerin ücretleri enflasyonun altında tutuluyor

Ücretler artırılmadığı için emek kesiminin alım gücü düşmüş durumda.Enflasyonun bedelini de çok geniş anlamıyla emek kesiminin ödediği çıplak bir gerçek olarak ortada. 10 bin TL ile geçinmeye çalışan emekli, asgari ücretli, çay ve buğday üreticileri ve borçlarını ödeyemeyen dünya kadar insan var. 

İnsanlar,değil ay sonunu,yarını bile planlayamıyor.

Adaletsiz bir vergi düzeni uygulanıyor

Vergilerin büyük bir çoğunluğu dolaylı vergilerden alınıyor,bu oran yüzde 70’e erişmiş durumda.Bu şu anlama geliyor,fabrikatör ile işçi aynı düzeyde vergi ödüyor. Bir başka deyişle yoksul kesimlerden varsıl kesimlere kaynak aktarımı yapılıyor.

Tarımsal üretim için aile işgücü temelinde küçük ve orta ölçekli tarım işletmeleri yeterince desteklenmiyor

Bunun sonucu olarak tarımsal üretim kişi başına artmadığı için ülke kırmızı etten tahıl ve baklagil ürünlerine değin ithalatçı bir ülke durumuna düşmüş, tarımda bağımsızlık yitirilmiş.Para kazanamayan çiftçiler tarımsal üretimden vazgeçmeye başlamışlar. Tarım kesimi,gençlerin kente göç etmesiyle yaşlı sayılan insanlara kalmış.

Yoksullar için sadaka ekonomisi uygulanıyor

Sadaka ekonomisi sonunda yoksulluk öyle bir aşamaya gelmiş ki bırakınız ucuz ekmek ve et kuyruklarını, yerel örgütler halk lokantaları açmış. Kimileri buna “dayanışmanın erdemi” diyor. Elbette güzel.Ancak bu durum, bir yandan geldiğimiz bu noktanın ne kadar katlanılmaz ve utanılması gereken bir görünüm olduğunu göstermiyor mu?

Şimdi geldiğimiz noktada sorulacak soru şu?

Acaba bu durum dışa bağımlı bir kapitalist ekonominin sonucu olabilir mi?

Bu kapsamda şimdiKapitalist sistemin tekelleşmeyi, tefeciliği, manipülasyonu, üretim, emek ve ticaretten daha çok,paradan para kazanmayı ödüllendirdiğini, fakiri daha da fakirleştirdiğini, zalimi güçlendirdiğini, bu sistemin dertlere derman olamayacağını, insanlığa refah, huzur ve adalet getirmeyeceğini söylesem ne dersiniz?

Bu olumsuz durumdan kamu ağırlıklı bir ekonomiyle çıkış yolları aramak gerekli değil mi?

20 Haziran 2024

Bunları da sevebilirsiniz