“Divanü Lügat-it Türk” Nedir? Kaşgarlı Mahmut Kimdir?

… Bu kitap değil, Türkistan ülkesidir, Türkistan değil, bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka revnak kazanacak… Türk dilinde şimdiye kadar bunun gibi bir kitap yazılmamıştır. Bu kitaba hakiki kıymet verilmek lazım gelirse cihanın hazineleri kafi gelmez.” ALİ EMİRİ EFENDİ1

Bu yıl yazılışının 950. yılı kutlanan ve bu nedenle çok yerde anılan Divanü Lügat-it Türk, Türkçenin özelliklerini ve önemini gösteren bir eserdir. UNESCO, 2024 yılını “Dîvânu Lügât-it Türk Yılı” olarak ilan etmiştir.

Yazan, Kaşgarlı Mahmut namıyla tanınan bir Türk bilimcisidir. Ondan başlayalım.

1005 yılında, bugün Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Kaşgar yakınlarında doğan Mahmûd bin Hüseyîn bin Muhammed, El Kaşgâri (Kaşgarlı) adıyla tanınmıştır. Ailesinin soy kütüğü, İslam dinini ilk seçen Türk kağanı Abdülkerim Satuk Buğra Han’a dayanmaktadır. 903 yılında doğan, 932 yılında Müslüman olan Karahanlı kağanı Buğra Han, 920 yılında hükümdar olmuş, 955’te ölümüne kadar saltanatını sürdürmüştür.

Kaşgarlı’nın, adına Kutadgu Bilig2sunulan Tabgaç Buğra Kara Han’ın yeğeni olduğu söylenmektedir.

Kaşgarlı Mahmud, Kaşgar’ın önemli bir bilim ve eğitim merkezi olduğu dönemde Kaşgar’ın Saciye ve Hamidiye Medreselerinde öğrenim gördü. Farsça ve Arapça öğrendi, İslam bilimleri ve dönemin bütün klasik bilimleri alanlarıydı. Ama esas ilgisi, diller, lehçeler, leksikografi (leksikoloji; sözlükçülük, sözlük bilimciliği demektir), dilbilgisi ve dilbilimler üzerineydi. Önceleri yakın çevrede, Türk boyları arasında gezmelere ve konuşmalarını izlemeye başladı. Farklı Türkçe lehçelerinin farklı noktalarını kaydetmeye koyuldu, böylece yaşadıkları yerin şartlarına göre sözcük haznelerinin genişlediğini ve şekillendiğini belirledi. Türk lehçe ve ağızlarının çoğuna hakimdi. Lehçeler coğrafyaya ve üretim alanlarına göre değişimler geçirmekteydi. Bu deneyimler, bu konuda karşılaştırmalar yapmasına, edebi eserlere yoğunlaşarak sözcükler keşfetmesine yol açtı. Asya’da çok yere gitti. Sonra Anadolu’ya da geldi. Gezdiği her yerdeki Türkçe ağızlardan derlemeler yaptı. Bağdat’a yerleşti. Sonunda, 1072 yılında “Türk Lügatı”ını yazmaya başladı, tamamlanması beş yılı aldı.

Bu arada Kaşgarlı Cevahirü’n-nahv fi Lügati’t Türk adlı bir eser daha yazmıştı. Başlığın anlamı, “Türk dilinin dilbilgisi cevherleri” demekti. Yazarın açıklamasına göre bu çalışma, “Türk dillerinin gramatik incelenmesi”dir. Ancak bu eserin, ne yazık ki bir nüshası bile bugünlere ulaşamadı, kayıptır. Dolayısıyla gene Türkçeyi konu edinen bu önemli eseri tarihin karanlıkları arasındadır. Bu eserinin varlığını Lügat-it Türk’te sözü edilmesinden dolayı bilmekteyiz.

Kaşgarlı’nın Divanü Lügat-it Türk’ü, Türkçeyi Arapça ile yan yana göstermek, karşılaştırma yapmak, Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu kanıtlamak, “hatta Türkçenin Arapçadan üstün olduğunu ortaya koymak amacıyla” yazdığı belirtilmektedir. Eser, bir bakıma Türkçeyi öğrenme kılavuzudur. Çünkü Araplara Türkçeyi öğretmek için de yazıldığı söylenir.3

Ayrıca Divan, ilk Türkçe sözlüktür.

Sözlük olarak kullanılmasının amaçlanması ile dilbilgisi ve semantik yönü, eserin Türkçenin tarihi ve bilimsel bakımlardan niteliğini belirlemiş olduğunu göstermektedir. Bu açıdan Divan, Türkoloji yazınının ilk örneği olmaktadır.

Lügat-it Türk, aynı zamanda bir Türkçe sözlüktür. Sözlükte, karşılıkları verilen ve açıklanan 7.993 madde bulunmaktadır. Bunların içinde Türkçede ne aranırsa vardır. Divan’ın dili, Arapçayla karışık olarak Karahanlı Türkçesidir. Sözlük kullanımı gereğince Türkçe sözcüklerin karşılığı ve anlamı Arapça verilmiştir.

Eser, bir sözlük olmanın dışında Türkçenin 11. yüzyıldaki dil özelliklerini belirten, ses ve yapı bilgisine ışık tutan bir gramer kitabı niteliğindedir. Ayrıca yazıldığı devirdeki kişi, boy ve yer adları kaynağı; Türk tarihi, mitolojisi, coğrafyası, halk edebiyatı, tıp bilgileri ve tedavi usullerine dair bilgi veren ansiklopedik bir eserdir.

Kaşgarlı Mahmut aynı zamanda bir gezgindir. Bir kültür ve uygarlık tarihçisi olarak da çeşitli toplumların yaşama şekillerine ve folklorik özelliklerine değinmiştir. Bunlar yanında, Türklerin Anadolu’ya birçok kez geldiklerini, eski göçlerini ve yüzyıllar öncesindeki varlıklarıyla ilgili belirlemelerini yazmaktadır. Örneğin, çok önceki zamanlarda Anadolu’ya gelen Türklerden söz ederken pamuğu bölgeye getirenin Türkler olduğunu anlatıyor. Örneğin, ütüyü de Türklerin getirdiğini, ütü kullanmanın Anadolu’da Türklerle başladığını kaydetmektedir.4

Dîvân-ı Lûgati-t Türk, bizlere dilimiz açısından ışık tuttuğu kadar, XI. Yüzyıl ve öncesinde, Türklerin gelenekleri, töreleri, sanatları ve kısacası yaşam biçimleri konusunda da günümüze çok önemli veriler sunmaktadır.”5 Müzikolog Daloğlu’nun Divan’dan müzikle ilgili aktardıkları, eski toplumların hayatlarındaki müzikle ilgili yazılanlardan sanıyoruz çok fazladır.6

Ayrıca Divan, Türklerin oyunlarını, eğlencelerini, alemlerini, duygu dünyalarını, hatta “cinsel yaşamlarını hiç bir kısıtlamaya takılmadan aktarmaktadır”.7 Türkçenin kökenbilimsel bilgilerini verirken anlatım gücünü örneklerle sergilemekte, edebi kullanım rahatlığına dikkat çekmektedir. Güzelliklere övgüler, örneklerle doğa ve aşk şiirleri, hayranlık uyandırıcıdır. Divan, aynı zamanda bir sanat dili olarak Türkçeyi sergilemektedir. Türk atasözleri, şiirler, şiirlerde kullanılan deyimler ve deyiş tarzları8 hepsi, okundukça anlaşılmaktadır.

Dünyada İlk Ansiklopedi ve İlk Türk Ansiklopedisi

Her madde ayrıntılı bir şekilde açıklandığı için Lügat-it Türk, bir ansiklopedi olmaktadır. Ansiklopedilerin tarihlerine bakıldığı zaman, “ilk ansiklopedinin” Avrupa’da yazıldığı, 1751 ile 1772 yılları arasında kaleme alındığı görülür. Fransa’da, önemli düşünür Denis Diderot’nun (1713-1784) başında olduğu bir grup aydın tarafından sistematik bilgi içeren bir başvuru kaynağı olması için tasarlanan bu ansiklopediyi yazanlar, “Ansiklopedistler” diye tarihe geçmişlerdir. Kendisi 990 maddeyi yazan Diderot yanında ekipte, D’Alembert, J.J. Rousseau, Buffon, Daubenton, Marmontel, d’Holbach, Bordeu, de Jaucourt, Turgot, Quesnay, Haller, Condillac, Montesquieu, Necker ve Grimm vardır. Bunlar zamanın en önde gelen aydınlarıdır ve hepsi Aydınlanmacıdır, dönemin bilimcileri, düşünürleri ve devlet adamlarıdır. Ortaya çıkan Ansiklopedi ise 17 cilttir.

Dikkat edilirse Lügat-it Türk’ün yazılış tarihi, benzeri olan ilk Avrupalı ansiklopedinin yazılış tarihinden altı yüzyıl kadar öncedir.

Eserin ansiklopedik özelliği, tarih, coğrafya, haritacılık, halkbilimi, folklor vb. alanlarda da araştırmalara kaynak olmasını sağlamaktadır. Üstelik bütün bu alanlara yanıt verebilmesi, kişisel bir çalışma olmasına rağmen bunca geniş olabilmesi başka bir dikkate değer durumdur. Toplamda 7.993 sözcük/madde ve yüzlerce-binlerce konu bulunmaktadır.

Eserde haritalar da olduğu gibi, Türk toplulukları oralarda gösterilmiştir. Yer alan bir harita, ilk Türk dünyası haritası olması bakımından büyük değer taşır.

İlk Türk yazısı olarak Uygur alfabesinden söz edilmiş, Türk mitolojisi, gelenekleri, görenekleri, inanışları, kısacası Türklerin her şeylerine ilişkin bilgiler yer almıştır.

Bu yüzden “Divanü Lûgat-it-Türk, başlı başına bir Türk ansiklopedisidir”.9

Feodal Toplumlarda Halk Kültürü ve Halkın Dili

Gırnata’ya (Granada) yakın bir yerde doğan Ebû Hayyân el-Endelüsî’nin (1256-1344), Kitâbü’l-İdrâk li-lisâni’l-Etrâk’inde Kaşgarlı ve eserinden söz edilmiştir. Ayıntep’te (bugün Gaziantep) doğan Bedreddin Aynî‘nin (1361-1451), İkdü’l-Cüman eserinde ve kardeşi Şehâbeddin Ahmed ile birlikte yazdıkları Târîḫu’ş-Şihâbî adlı eserde Dîvânü Lugāti’t Türk’ten faydalandıkları ifade edilmiştir. Ebû Hayyân zamanın çok dalda bilimcisi ve gezginidir. Bedreddin Aynî ise İslam bilgini ve dilcisi olarak tanınmıştır.

Osmanlı döneminde Kâtip Çelebi (1609-1657), Keşfü’z-zunûn’da Dîvân‘dan söz etmiştir.

Varlığı, ondan bahseden 14. yüzyıl eserlerinden ötürü bilinmekle birlikte yıllarca ele geçmeyen eser, II. Meşrutiyet’in ilanını takip eden yıllarda İstanbul’da ortaya çıkacaktır. Bu bilgiler dışında ne herhangi bir ülkede, ne de Osmanlı devletinde eserin bilinmesi ve bulunmasıyla ilgili başka bir bilgi vardır. Türkiye’de ilgi görmemiş olmasını her şeyden önce Arapça ve Farsça gibi Doğu dillerinin önem kazanması ve Türkçenin ilgi alanlarından çıkması ile açıklamak düşünülmelidir. İlgi görmeyecek şey haliyle bilinemeyecektir.

Tarihçi yazar Odabaşı, dillerle ilgili sınıf mücadelesine değindiğinde tarihsel dönemlerin bu açıdan farklılık gösterdiğine dikkat çekmiştir. “Feodalizm[in] ortak (yani herkesin kullandığı) bir dil ihtiyacı” duymadığını, kapalı ekonomik yapının “çeşitli dillerin ve lehçelerin yan yana yaşayabilmesine imkan tanıdığı”nı belirtmektedir. Örneğin, Osmanlıların ilk üç yüz yılında Türklük olarak bir değerler bütünü bulunurken, 17. yüzyıldan sonra saray ve devlet dili Arapça ve Farsçayla karışmaya başlamış, hanedanda Türk adları ve saltanatta ve saray yazınında Türkçe sözcükler sürekli azalmıştır.10

Buna karşılık, “kapitalizmin doğuşu ve burjuvazinin yükselişiyle demokratik ve milli demokratik devrim sürecine giren toplumlar, ulusal pazarları temelinde, ulusal dil yaratma yoluna girmişlerdir. Ulusal dil (yani hem tüm toplum için ortak olması, hem de konuşma dili ile yazı dilinin aynı olması anlamında dil birliği) mücadelesi, demokratik ve milli demokratik devrimlerin ayrılmaz ve tamamlayıcı parçası olagelmiştir”.11

Kaldı ki, bütün feodal toplumlarda yönetici sınıfların dilleri ile tebaalarının dilleri arasında farklar vardır ve farklılaşmalar yoksa da ortaya çıkar. Birincisi, feodal yönetici sınıf, halkıyla “iletişimi sağlayacak ortak bir dile ihtiyaç duymuyor ve farklı dilleri de siyasi erke yönelik bir tehdit olarak algılamıyordu”. İkincisi, “feodal hakim sınıfın dili, aynı zamanda yazı dili; yani bilim, kültür ve yönetim diliydi”.12 Bu üç şeyin (bilim dili, kültür dili, devlet dili) halka hiç gitmemesini isteyenler, dar çevreleri içinde tutanlar tam bir feodal sınıf tutumu göstermekteydi. “Kendi dillerini” kullanıyorlardı ama bu çoğu zaman (yoksa her zaman mı?) yabancı dillere düşkünlük olarak ortaya çıkıyordu. Yabancı dilleri benimsemek, o dilleri kendi diline sokmak, modern dünyada olamazdı13, ancak geride kalan zamanlarda olurdu.14

Tarihin bir oyunu gibidir; İslam Rönesansı döneminin çok ileri düzeylerde eserlerin ortaya çıkmasına yol açmıştı. Avrupa Aydınlanması, Avrupa’nın kendi Rönesansı, Avrupa’daki bilimsel gelişmeler daha başlamadan önce İslam ve Türk coğrafyalarında her alanda inanılmaz patlamalar olmuştu.15 Yani Avrupa dünyası ile diğer dünya eşzamanlı (senkronik) değildi. Yani Avrupa’dan alınan bir şey bulunmuyordu. Dolayısıyla bir zaman tersliği, zaman şaşırması vardı, şaşzaman (anakroni) İslam ve Türk coğrafyasının yükselişinin karşılığıydı.16 Ansiklopedi tarihindeki zamanda erkencilik benzeri durum genel anlamda gene yaşanmaktaydı.

Divan’ın Türkiye’deki Tarihi

Büyük Savaşın çıktığı ilk aylarda (1914-1915) Diyarbekirli Ali Emiri Efendi, bir gün İstanbul’un Sultanahmet semtindeki Diyarbekir Kıraathanesine geldiğinde etrafında toplananlara Divanü Lûgat-it Türk adında bir kitap görüp görmediklerini, duyup duymadıklarını sorar. Kimse görmemiş ve duymamıştır. Bunun üzerine kendisinin “o gün bu kitaba malik olduğunu söyler”. Çok yönlü bir aydın ve bilgi dolu bir zat olan Ali Emiri Efendi’nin her zaman etrafında toplananlardan biri de Kilisli Muallim Rifat Bey’dir ve o da oradadır. İlgilenir.

Kitap bir el yazmasıdır. Ali Emiri Efendi kitaba o zamanlarda da Sahaflar Çarşısı olan Beyazıt’taki bir kitapçıda rastlamıştır ve almıştır. Kitabın sahibi, eski Maliye Nazırı Vanizade Ahmet Nazif Paşa’nın yakınlarından olan bir yaşlı hanımdır ve otuz Liraya satması için o sahafa bırakmıştır. Kitabı alan sahaf Burhan Bey kitabı, Maarif Nazırı Emrullah Efendiye götürmüş, ancak “encümende tetkik edilen” esere otuz Lira fazla görülmüş, on Liraya alınabileceği bir hafta sonra bildirilmiştir. “Burhan Bey’e, ‘otuz Liraya bir kütüphane satın alırız’ diyerek kitap iade edil”miştir.

Eserin “dünyada eşi menendi görülmemiş bir Türk Kamusu ve grameri” olduğunun farkına varmış olan Ali Emiri Efendi17, böylece aceleyle borç harç kitabı alır, evine gelir ne yapacağını bilemez. Satın alınan kitabın her şeyden önce muhafaza edilebilmesi ve yayınlanması gerekmektedir.

Türkoloji camiasında genel kabul görüp yaygınlaşan anlatıya göre Dîvânu Lugâti’t Türk’ün 1266’da yazılmış bu birinci kopyası, Dîvân, Vanioğullarından Ahmet Nazif Paşa’nın elinde 1905’e kadar muhafaza edilmiş, daha sonra akrabası bir yaşlı hanıma geçmiştir.

Duyanlardan ilgilenen çok kişi olur. Ziya Gökalp bunlar arasındadır. Ancak Ali Emiri Efendi kitabı kimselere göstermek istemez ve eserin evinden dışarıya çıkmasına razı olmaz.

Eserin Yayınlanışı

Eserin, Cumhuriyet’e ve milli devlete çeyrek kala bulunuşu, keşfi, değerinin hemen anlaşılması, basılması süreci rastlantılar toplamı gibi görünse de, kitabın ortaya çıkma zamanını kitabın adeta kendisinin ayarladığı da düşünülebilir. Çünkü böyle bir Türkçe hazinesi, iki yüz yıl, yüz yıl, hatta elli yıl önce ortaya çıkamazdı. Çıksa da değerlendirilemezdi. Ne zaman ki, 20. yüzyıl başında Türkçülük cereyanı İmparatorluğu sarmıştır, o zaman Türkçe ile ilgili yazılmış bir kitap anlamlı olurdu. Türkçecilik, dilde sadeleşmecilik ve halkçılık modern akımlar olarak siyasette, edebiyatta ve kültür hayatında kendini göstermiştir, ancak işte o zaman değeri anlaşılabilir, daha doğrusu değer verilebilirdi.

Türklüğün değerinin olmadığı zamanlarda Türkçenin de değeri “yoktu”!

Ali Emîrî yazması, Sadrazam Talât Paşa‘nın araya girmesi ile Kilisli Rıfat Bilge Bey‘in düzenlemesi ve denetimi altında 1915-1917 yılları arasında üç cilt hâlinde basıldı ve Türkoloji camiasında büyük yankı uyandırdı. Yazma, karışık durumdaydı, başı sonu belli değildi, eksik var mı anlaşılamazdı. Ancak oldukça uzun süren Rifat Bilge Bey çalışmasıyla sıraya kondu ve eksiği olmadığı görüldü.

Türkiye Cumhuriyeti, dil ve yazı devrimlerine el attığı dönemde Divanü Lûgat-it Türk‘ün elinin altında olması, bir şans olduğu kadar zorunluluktu da.

1920’li yılların sonlarında ünlü Rus Türkolog ve Orta Asya tarihçisi Vasilij.Vladimiroviç Barthold (1869-1930), Türkiye’ye davet edilmiş İstanbul’da Darülfünun’da bir dizi dersler vermiştir (“Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler”, 1927; toplam on iki ders). Beşinci Ders’in konusu, “Kaşgarlı Mahmud’un Divan-u Lügati-t Türk’ü (XI. Yüzyıl) ve Onun Oğuzlar’la Diğer Batı Türkleri HakkındaVerdiği Bilgiler”dir. Bu dersinde Barthold, Uygurlar, Araplar ve Gazneliler dönemlerindeki coğrafyaların toplum ve devletlerini anlatmıştır. Ayrıca dersler boyunca “Kaşgarlı Mahmud”, en çok gönderme yapılan yazarlar arasındadır.18

Breslav Üniversitesi, Sami Dilleri Profesörü Carl Brockelmann 1928 yılında atasözlerini, halk edebiyatı örneklerini ve Türk edebiyatı ve dili ile ilgili bulunan bütün kısımları ayrıntılı notlarla sözlüğün Almanca çevirisini yayımlamıştır. Besim Atalay‘ın modern Türkçe çevirisi ile 1941 yılında Türk Dil Kurumu tarafından Fatih Millet Kütüphanesi’ndeki nüsha esas alınarak eserin tıpkıbasımı yapıldı. Daha sonra 1990’da Kültür Bakanlığı tarafından tıpkıbasımı ve Türkçesi tekrar yayımlanmıştır.

1982-1985 yılları arasında Robert Dankoff ve James Kelly tarafından yayına hazırlanan ve çevirisi yapılan önsöz ve fihrist (gösterge) içerikli İngilizce çevirisi, Harvard Üniversitesi Yayınevi tarafından yayınlandı.

Kâşgarlı Mahmud’un eserinin keşfedilmesi ve yayımlanması, Türkoloji tarihinde çığır açan bir olaydır. Kaşgarlı’nın eseriyle “Türkolojinin temellerini atmış olduğu rahatlıkla söylenebilir”.19

Bu kitabın İstanbul’da bulunan özgün elyazması günümüzde halen Ayasofya Müzesi‘nde muhafaza edilmektedir.

NOTLAR

1Arda Odabaşı, “Divanı Lûgat-it Türk’ün Bulunuşu ve İlk Basımı Bağlamında Dil Mücadelesi Üzerine Bir Değerlendirme”, Bilim ve Ütopya, s. 16.

2 Kutadgu Bilig, 11. yüzyılda Yusuf Has Hacip tarafından yazılan, “devlet olma”, “devlet yönetme” bilgileri içeren şiir şeklinde yazılmış bir eserdir.

3 Prof.Dr. Haluk Akalın, “Yazılışının 930. Yılında Divanü Lügati’t-Türk ve Kâşgarlı Mahmut”, Bilim ve Ütopya, s. 13.

4 Prof.Dr. Reşat Genç, “Kaşgarlı’dan Günümüze Anadolu’ya Uzanan Kültür Değerlerimiz”, Bilim ve Ütopya, s. 21.

5 Yrd.Doç.Dr. Yavuz Daloğlu, “Dîvân-ı Lûgati-t Türk’te Müzik Kültürü”, Bilim ve Ütopya, s. 22.

6 Aynı makale, s. 22-25.

7 Hüseyin Haydar, “Divanü Lügat Türküleri: Doğayla Sırlanmış Aynalar”, Bilim ve Ütopya, s. 26.

8 Aynı makale, s. 28-29.

9 Akalın, s. 13.

10 Devletin resmi yazışmaları ve “Divan edebiyatı” da denilen saray yazı sanatları, Türkçe denemeyecek bir dil ortaya çıkardığı için “Osmanlıca” sözcüğü bile uydurulmuş ve kullanılagelmiştir.

11 Odabaşı, s. 15.

12 Aynı yerde.

13 “Modern dünya”, devrim ve milli temeller üzerinde duran devletlerin dünyasıdır. Milli devletler kurulduklarında ya da kurulmaya yöneldiklerinde dillerinde de milli bir temizliğe gitmek zorunda kalmışlardır. Türk Devrimi de milli devletini kurduğunda “Dil Devrimi”ni yapmıştır.

Bugün yaşadığımız emperyalizm döneminde bağımsızlıklarını korumakta zorluk çeken devletler, emperyalist devletlerin dillerinin de saldırısına uğramaktadır. Türkçenin dil havuzuna giren ve dilimize sızmasına tam engel olamadığımız yabancı sözcükler bir bağımsızlık sorunu olarak karşımızdadır.

Modernizmle feodal dönemlerin çakışmazlığı ile modernliğin devrimler ve milli devletler döneminin olgusu olduğu konularında ayrıntılı bilgi ve değerlendirmeler için “Modernizm Nedir, Ne Değildir?” başlıklı yazımıza bkz. Bilim ve Ütopya, sayı 359, Mayıs 2024, s. 44-54.

14 Örneğin, Avrupa dünyasında bir ölü bir dil olan Latinceyi, Osmanlı devletinde Arapça ve Farsçayı kendi dillerine sokmaya çalışmak feodal dönemlerin bir görüntüsü ve olgusuydu. Böylece dil, sayısı çok az olan seçkinlerin dili oluyor, halkın dilinden de ayrıştıkça ayrışıyordu.

15 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Jack Goody, Rönesanslar, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2015, s. 117-176. Ayrıca bkz. Alp Hamuroğlu, Hıristiyanlık, İslamlık ve Avrupa / Doğu’dan Batı’ya Uygarlık Kapıları (Endülüs, Sicilya, Haçlı Seferleri), Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul 2016, s. 89-148.

16 Dr. Doğu Perinçek, “Kaşgarlı Mahmut’taki Şaşzaman”, Bilim ve Ütopya, s. 8-10.

17 Kitabın önemini anlamış Ali Emiri Efendi, Divan’ı satın alabileceği duruma öyle sevinmiştir ki alırken üç Lira da bahşiş vermiştir. Otuz Lira ise o zamanlar oldukça önemli bir paraydı.

18 Barthold, s. 105-134.

19 Perinçek, s. 9.

KAYNAKLAR

V.V. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Kültür Bakanlığı Kültür Yayınları, Ankara 1975.

Dosya: “930. Yılında Türk Uygarlığının Anıtsal Eseri / Kaşgarlı Mahmut ve Divanü Lügat-it Türk”; Bilim ve Ütopya, sayı 126, Aralık 2004, s. 8-31.

Reşat Genç, Kaşgarlı Mahmud’a Göre XI. Yüzyılda Türk Dünyası, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1997.

Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lügat-it Türk, Besim Atalay çevirisi, 3 cilt, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1998.

İslam Ansiklopedisi (çeşitli maddeler).

https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%AEv%C3%A2nu_Lug%C3%A2ti%27t-T%C3%BCrk.

Bunları da sevebilirsiniz