Emperyalizm son derece somut bir olgu olduğu halde, yüz yıldan fazladır insanlığın başındaki en büyük bela olduğu halde, emperyalizmin ne olduğu konusu genel anlamda pek açıklık kazanmış değildir.
Örneğin, Cumhuriyetimiz emperyalizme karşı mücadele ile kuruldu. Yani Cumhuriyet başından beri antiemperyalistti. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra emperyalizme karşı Cumhuriyetin bağışıklığı kalmadı. Türkiyemiz, Batı ülkelerinin emperyalist politikalarına karşı geçirgenleşti. Özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra Cumhuriyet antiemperyalist özelliğini kaybetmeye başladı. ABD’ye boyun eğdik, Amerika’nın Kore Savaşına gönüllü gittik, NATO’ya girdik vb.
Örneğin, yakın tarihin çok bilinen ama çok önemli olduğu düşünülen birçok saygın siyasetçi, düşünür, aydın ve sanatçısının emperyalizmin sözcüsü, taraftarı, hatta aktörü olduğu bilinmez. Yine yirminci yüzyılın en önemli birçok insanının antiemperyalist olduğundan belki çoğunluğun haberi yoktur. Bunun nedeni, özellikle ünlü siyasetçi, düşünür, aydın ve sanatçıların ideolojik-siyasal kişiliklerinin ve tarihsel rollerinin bu bakımdan değerlendirilmelerinin yapılmamasıdır. Aynı siyasetçi, düşünür, aydın ve sanatçıların ilerici-gerici ölçütüyle değerlendirilmemesi gibi.
Örneğin, Dostoyevski’nin gerici, Balzac’ın (döneminde karşıdevrimcilik demek olan) kralcı, Salvador Dali‘nin faşist oldukları (bu özellikleri üzerinde fazla durulmaması yüzünden olsa gerek) yaygın olarak bilinmez. Benzer bir şekilde ünlü Picasso’nun da komünist, Einstein’ın antifaşist olduğu hemen akla gelmez.
Çok Atatürkçünün, Atatürk’ün antiemperyalist olduğundan haberi yoktur. Oysa antiemperyalistliği onun en birinci özelliğidir. Çok ilerici, ABD başkanlarından örneğin Wilson veya Kennedy’nin, İngiliz başbakanlarından Churchill’in de emperyalist olduklarını, emperyalist ülkelerin yöneticileri olduklarını aklına getirmez.
Bu durumun ülkemizde bir başka türlüsü de var, başka türlüsü de oluyor: Adam Amerikancı ama Atatürkçüyüm diyor (eskiden bunlara “gardrop Atatürkçüsü” denirdi). “General”, ABD adına darbe yapmış (12 Eylül 1980), ama “Atatürk’ü çok severim” ve “en sıkı Atatürkçü benim” diyor.
68, bir antiemperyalist gençlik örgütlenmesi ve mücadelesiydi. Dolayısıyla 68’liler antiemperyalistti ama antiemperyalist olduklarını bilirler, savunurlar, topluma gösterirlerdi. Bütün toplum da onların antiemperyalist olduklarını biliyordu. Ancak bugün hala yaşamakta olan 68’liler içinde bazıları var ki, kendisinin bugün de antiemperyalist olduğunu düşünmekte, (ya da düşünmese bile) ileri sürmekte, buna karşın bugünkü ABD politikalarını desteklemektedir. Bunlar görünüşte Trump’a karşıdırlar, ama Trump’un 20 bin TIR kadar silah, cephane ve mühimmatı verdiği, Amerikan çıkarları için savaştırdığı, kendi “kara gücü” olan PKK-PYD’yi olumlu bulmakta, savunmakta, desteklemektedirler. Dolayısıyla antiemperyalist değildirler.
ABD’nin hedef gösterdiği, iktidardan uzaklaştırmaya çalıştığı birçok antiemperyalist ve antiamerikancı ülke liderini, bazı solcuların solcu olmalarına rağmen Amerika’nın istediği gibi “kötü” bulanlar var. Oysa antiemperyalizm, solcuların, ABD’nin saldırdığı, yıkmaya çalıştıklarını “kötü” ve “düşman” görmemesi, tersine, onları desteklemesi gerektirir.
Solcu veya antiemperyalist olmamakla birlikte toplumun ve okurlarının onları solcu ve antiemperyalist sandığı bazı köşe yazarlarının (Sözcü gazetesinde yazan Yılmaz Özdil ve Emin Çölaşan’ın) bugünlerde Maduro’ya takmış olduklarını görüyoruz. Bu köşe yazarları, bugün havaya girmiş de bunu yazmış olamaz mı diye düşünülebilir. Çünkü ABD, kendi ülkesinin seçilmiş lideri Maduro aleyhine bir kampanya, kötüleme kampanyası yürütmektedir. Ama köşe yazarlarımızın bu propagandaya kapıldıklarından böyle olmadığı açıktır. Özdil, geçtiğimiz aylarda da Chavez gibi antiemperyalist bir kahraman lider için demediğini bırakmamış, onu kötülemek için uğraşmış, elinden gelenin fazlasını yapmıştı.
İnsan, böyle çok okunan yazarlar için yanlış bilgilendirilmişler herhalde diye düşünmek istese bile bunun bir anlamı olmaz. Koskoca adamlar, yazdıklarına bakarsanız, bilmiyor olmaları da yanlış bilmeleri de zaten hiç mümkün değil. Dolayısıyla alet olmuşlardır.
Antiemperyalist olmak istemezseniz, Amerika’nın politikalarının kuyruğuna takılmanız, emperyalist politikaların, söylemlerin ve propagandanın savunuculuğuna düşmeniz an meselesidir.
Belki herkes bilmiyordur, emperyalizm kavramı ortaöğrenim ders kitaplarında pek geçmez. Hatta bu sözcüğün hiç geçmediği tarih ve siyasetbilim kitapları bile vardır (bu, yalnız bizim ülkemizde değil, Batı’da da böyledir). Bir de “emperyalizm”in, başka bir anlamda kullanılarak kavram çarpıtılmasına başvurulduğuna da çok rastlanır. “Emperyalizm” aynı zamanda imparatorluk siyasası demektir, ki bu, bugün kullandığımız anlamdaki emperyalizm değildir. Çünkü, iki bin yıl önceki Roma İmparatorluğu da bu “emperyalizmin” öznesidir.
Emperyalizm ve antiemperyalizm sorunu, emperyalizm ayakta kaldıkça tartışma ve mücadele konusu olmaya devam edecek. Neden derseniz, emperyalizm kendini savundurma konusunda, kendine yardakçı bulma konusunda çok çeşitli “olanaklara” sahiptir de ondan. Her şeyden önce satın alır, sonra korkutur, ürkütür, şantaj, baskı ve tehdit kaynağı olarak yıldırır. Bir de çok çeşitli yollarla, garibim de olsa, insanları kendine hayran bırakır, böylece Amerikancı olduğunu bilmeyen bir Amerikancılık da ortaya çıkar. Bu insanların aydınlatılması gerekir.
Emperyalizm saldırganlıktır, başka ülkelerin doğal haklarına saygı göstermemektir, tahakküm isteği, ilhak eğilimidir, savaştır, savaşçılıktır. Antiemperyalizm ise emperyalizme karşı kendini korumaktır, bağımsız olmaktır, bağımsızlıkçılıktır.
Emperyalizm ülkemizin bugün en önemli meselesidir. Bu konu üzerinde durmaya devam edeceğiz.