“Türkler İnsanlığın insan olmayan örneklerindendir. Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu’da yok etmeliyiz.” W.E. Gladstone
“Türkler Asya’nın kızılderilileridir. Akıbetleri de onlarınki gibi olacaktır.” Lord Curzon
“Onlar [Türkler] insanlığın kanseridir.” L. George1
30 Ekim 1918’de bir Türk isyanı başladı. Kuzey Ege’de bir adada Mondros Mütarekenamesi imzalanmıştı. Düveli İtilafiye ile Osmanlı devleti arasında Mondros limanında yapılan bir antlaşma ile Büyük Savaşta iki taraf arasında ateşkes yapılmıştı. Ancak maddeler bir ateşkesten fazlasını gösteriyordu. Örneğin, 7. Madde, Büyük Savaşı “kazanan” tarafa ülkeyi işgal etme hakkı tanıyordu. Nitekim önce payitaht İstanbul işgal edildi. Hemen sonra İzmir Yunan ordusu İzmir’e çıkarıldı ve cinayetlerine başladı.
5. Madde ise Osmanlı ordusunun terhis edilmesini ve bütün silah ve cephanesinin İtilafçılara teslim edilmesini öngörüyordu. Bu durumda artık Osmanlı devleti fiilen ortadan kalkıyordu.
İmparatorluk yok sayılmıştı.
Mondros Mütarekesi’nin bir bütün olarak şartları ise hiç bir devletin kabul edebileceği türden değildi.2
Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi şartlarını kaydeden belgeyi görür görmez Türkler tarafının şartlara uymaması gerektiğini saptar. Mütarekeyi, o sırada Türkiye’nin güneyinde bulunduğu yerde öğrenen ve inceleyen Mustafa Kemal Paşa derhal kararlı bir tutum alır, yapılması gerekli olan şeyleri yapar. Görev alanındaki her yere, silah bırakılmamasını, terhisin uygulanmamasını emretmiştir. Bunu görev alanı dışındaki bölgelere de duyurduğu gibi, hiç bir yerde Mondros şartlarına uyulmamasını istemiştir. Devletin bu yöndeki bütün emir ve talimatlarına da karşı çıkılacaktır. Aslında Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesinin başlangıç günü, Mustafa Kemal Paşa’nın bu haberleşmeleri yaptığı gündür (1-2 Kasım). Mütareke’yi imzalayan İstanbul hükümetine isyanın da başlangıç günü gene o günlerdir.
Dolayısıyla Mustafa Kemal açısından hem yeni bir devlet için, milli devlet için isyan, hem de bağımsızlık savaşı, 1918 yılının Kasım ayında başlamaktadır.
Milli Mücadelenin başladığı o 1 Kasım gününü takip eden haftalarda Mütareke’nin yarattığı infial rüzgarı, bütün yurdu sarar.
2 Aralık 1918 günü Vilâyatı Şarkiye Müdafaayı Hukuku Milliye Cemiyeti kurulur ve ilk bağımsızlık kararlarını alır. Her yerde bağımsızlıkçı cemiyetler kurulmakta, Türkiye ayağa kalkmaktadır.
Mondros Mütarekesi ertesinde Mustafa Kemal’in tepkisi, yaptıkları ve girişimleri, Aralık ayı sonuna doğru bir araya gelen İstanbul’da görevdeki bir grup Osmanlı paşası tarafından öylesine takdir edilmiş ve benimsenmiştir ki, “direniş önlemleri olarak” çıkış yolunu şu şekilde belirlemişlerdir:
“1. Terhisi derhal durdurmak. 2. Yurdun müdafaasında en lüzumlu silah, cephane ve teçhizatı düşmana vermemek. 3. Genç ve muktedir kumandanları kıtası başında bulundurmak. 4. Milli mukavemete taraftar idare amirlerinin yerlerinde bırakılmasını temin etmek. 5. Vilayetlerde fırkacılık adı altında yapılan kardeş mücadelesine mani olmak. 6. Halkın maneviyatını yükseltmek.”3
İsyan, direniş ve mücadele bir bütündür.
Devrimler, isyan ve savaş zeminlerinde yürütülmüştür.
Kolay başarıya ulaşanından, ağır ve zor mücadelelerle sonuçlanınana kadar Devrimlerin hepsi direnişleri yaşamıştır. Çünkü direniş olmayan devrim olmaz. Düşmanı olmayan devrim de yoktur. Düşmanı mutlaka bir Eski Rejimdir. Aslında bütün devrimler saldırı altındadır. Mutlaka bir Eski Rejim’i yıkmışlar, mutlaka bir Eski Rejim’e karşı yapılmışlardır.
Milli Mücadelenin başlama tarihi popüler tarih kültüründe 19 Mayıs 1919 olarak belirlenmiş ve yerleşmiştir. Mustafa Kemal de bu tarihi böyle kabul etmenin doğru olacağını düşünmüş olmalıdır ki, Milli Mücadelenin bu tarihte başladığını kaydetmiştir (bkz. Nutuk, ilk sayfalar).4
Oysa bu tarihten altı ay kadar önce Milli Mücadele kararı alınmış, bu karara hizmet edecek emirler verilmiş, önlemler alınmış, haberleşmeler yapılmış, mücadele için örgütlenme çalışmaları ile askeri hazırlıklar o günlerden başlatılmış ve dahası, “ilk kurşun” bile o günlerde atılmıştır.5
Bunları yapan, Osmanlı devletinin tanınmış bir generali olan Mustafa Kemal’dir.
Cumhuriyet Devrimleri Bir Bütündür!
Mondros Mütarekesi’nde (30 Ekim 1918) Türkler için bir sınır çizilmiştir. Bu sınır Osmanlı devletini karşılayacak bir sınır olamaz diye düşünen Mustafa Kemal Paşa, yeni sınırlar konusunda bir anlayış da belirlemiştir. Devlete yeni sınırlar çizilecekse, ki çizilecektir, bunlar da aşağı yukarı bellidir, ve bu sınırlar yabancı devletler tarafından değil, Türkler tarafından, milletin kendisi tarafından çizilecek, milli mücadele ile korunacaktır.
Mondros’tan başlayan, 19 Mayıs 1919 ile simgelenen, 23 Nisan 1920 ile netleşen, Mudanya ve Lozan ile zaferi ilan edilen, 29 Ekim 1023 ile son nokta konulan mücadeleler Türk Devrimidir. Millet kaderini kendi çizmektedir.
Devrim yapan toplumlar medenidir. Türkler devrim yapmıştır. Türkler medenidir.
Devrim tek Cumhuriyet değildir. Cumhuriyet’in içinde birçok devrim vardır.
“Laiklik Devrimi”, “Şapka ve Kıyafet Devrimi”, “Dil Devrimi”, “Yazı Devrimi”, “Takvim, Saat ve Ölçüler Devrimi”, “Kadın Devrimi”, “Soyadı Devrimi”, “Üretim Devrimi” vb. gibi devrimlerimiz hemen bilinir, hatırlanır ve sayılır.
Kendisi de bir devrim olan Cumhuriyet, hepsi Cumhuriyet’in bir parçası olan Devrimlerini korumuş, desteklemiş, ilerletmiş, hepsinin başarısı ve zaferi için çalışmış, uğraşmıştır.
Üretim Devrimi, tarımda aşarın kaldırılmasıyla, TMO’yla (Toprak Mahsulleri Ofisi), Ziraat Bankası’yla, kredilerle, kooperatiflerle, çiftliklerle, toprak reformu projeleriyle6 desteklenmiştir. Sanayi Devrimi, teşvik yasalarıyla, planla ve devlet girişimiyle başarılmıştır.
Bunlar yanı sıra ve bunlar arasında Tarih Devrimi’nden aynı şekilde pek söz edilmez. Tarih Devrimi’nin, kendisinden ilk vazgeçilen –belki de resmi olarak tek vazgeçilen– “devrim” olması, önemsizleştirilmesinin ve kolayca hatırlanmamasının nedeni olmalıdır. Bu bakımdan diğer devrimlerden ayrılır, terk edilen ve yok edilen bir devrimimizdir.
Tarih Devrimi’nde Avrupa tarih imalatlarına uymayan ve bilimsel olan bir Türk Tarih Tezi yaratılacak ve Batılı kaynaklara da dayanılarak savunulacaktır.
Cumhuriyet Devrimlerimiz arasında bulunan Tarih Devrimimizin izini sürmek istiyoruz.
Atatürkçülük tezleri üzerinden bilimsel devrimimizi bir hatırlama-hatırlatma konusu yapalım dedik.
Cumhuriyet’in “Tarih Devrimi” Milli Mücadelenin Bir Parçasıdır!
“Tarih Devrimi”, Cumhuriyet Devrimleri arasında özel bir yer alır. Her devrim bir yasayla toplumun belleğinde unutulmaz kılınır. CHP programına yerleştirilmiş Altı Ok toplu devrimi, Anayasa’ya da konularak bağlayıcı bir duruma getirilir. Hiç bir parti, siyasi akım Altı Ok’a karşı olarak, Altı Ok’u benimsemediğini açıklayarak faaliyet gösteremez. Ancak Tarih Devrimi bunların dışındadır. Çünkü Atatürk’ün sağlığında Devrimlere savaş açıldığında başarı kazanılamaz, karşı çıkanların öyle bir şansı yoktur. Hiç bir Devrim geri çekilmez. Vazgeçileni yoktur. Altı Ok konusunda henüz hiç bir mücadele başlatılamamışken, ki karşı çıkanı, beğenmeyeni az değildir, “tarih” ve Tarih Devrimi tartışma malzemesi olabilmiştir. Tartışılacak tarafları ve yanlışları yok mudur, elbette vardır. Ama bu nedenle değil başka nedenle tartışılmıştır. Çünkü akademik ve bilimsel tartışma ortamları hazırlanmıştır. Bilimsel düzeylerde karşıt görüşler kongre ve konferanslarda ele alınmıştır. Tarih dergilerinde Türk tezi muhaliflerinin yazıları yayınlanır.
1920’lerin sonu. Reisicumhur Mustafa Kemal, tarihimizin hangi temellerde ele alınacağı sorununa vakit gelmiş diye düşünmektedir. Kendisi zaten bu alanla ilgilidir, tarih meraklısıdır, geçmişi ve dünyayı önemli ölçülerde bilmekte ve tanımaktadır, değerlendirmeleri ve belirlenmiş düşünceleri vardır.
Cumhuriyet Devrimleri içinde yapılıp yapılmadığı bile net bir şekilde herkes tarafından bilinmeyen Tarih Devrimi, her şeyden önce toplumu bir eğitim projesi olarak ele alınır. Özgüven gelişmelidir. Ayrıca Türkleri ve Türkiye’yi bütün dünya tanımalı, bilinmeyenler bilinmeli, öğrenilecekler öğrenilmelidir. Ancak her şey doğru olmalı, gerçeğe dayanmalıdır.
Atatürk’ün Ölümü Üzerine “Tarih Devrimi” Durduruluyor!
Bu akademik ve demokratik ortamın ve şartların sonucu olması mümkün değildir ama Atatürk’ün ölümü üzerine yeterli ve “rahat” tartışma yapılamadığı, görüşler ortaya çıkamadığı şeklinde iddialar ortaya atılır. Artık rahatça görüş belirtenler vardır. Örneğin, Türk Tarih Tezi savunucularından Peyami Safa Tarih Devrimine karşıt görüşlerini 1939 yılında yazabilmektedir.
Atatürk artık yoktur ya, okul tarih kitaplarının derhal değiştirilmesi gündeme getirilmiştir ya da getirilmemiştir ama değiştirilmesi kararlaştırılmıştır! Atatürk sayesinde ve onun girişimiyle hazırlanan dört ciltlik lise tarih kitapları7 iki yıl içinde –yerine kitaplar yazılarak– müfredattan çıkarılır. Lise tarih kitaplarının yeni yazarı, Atatürk’ün kurduğu Türk Tarih Kurumu’nun başkanı Şemseddin Günaltay’dır.
Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye, Atatürk’ün Tarih Tezi’nden uzaklaştırılır. Bu, Türkiye’nin Batı dünyasının etkisine girmesinin ve ona katılmak istemesinin sonucuydu. Bütün eğitim kurumları Avrupa Tarih Tezine uyumlu hale getirilir, Batıcı ders kitaplarıyla öğrenim yeniden şekillendirilir. Üniversiteler Batıcı akademik anlayışlarla buluşturulur, özellikle arkeoloji ve antik diller filolojisi “Batılı”laşır. Türkiye, artık Avrupa’nın kendisine köken ve kaynak yaptığı Grek-Hellen “uygarlık” havzasının içine hapsolmuştur.
Diller denince söz etmek gerekli oldu, Atatürk Tarih Devrimi’nde bir yandan Türkçecilik mücadelesini de yürütmektedir. Örneğin, Hitit sözcüğü, Batılıların her dilinde başka bir şekilde kullanılmaktadır, Hétéen, Hethéen, Hethit, Hitite. Grek-Hellenlerde Khettaios, İbranilerde Khetti, Khetim, Asurlularda ve Babillilerde Khatti, Khati, Mısırlılarda Khta, Khaiti ve Khati’dir.8 Her kültür kendi diline göre yazıp konuşmaktadır, devrimin önderi biz neden aynı şeyi yapmayalım diye düşünmüş olmalıdır, ve Türk dilinde ve tarihinde “Hitit”in, Eti şeklide kullanılpması kararlaştırılmıştır (bu sözcüğün nereden çıktığını ve nasıl kabul gördüğünü bilmiyoruz, ancak tahminimiz Türkçe yazılışının “Eti” şeklinde olduğunun tablerden anlaşıldığıdır).
Tarih Devrimi’nin ilanı anlamındaki kitapta şu başlıklara bölümler ayrılmıştı: “Eti İmparatorluğu” üst başlığı altında “Memleket, İsim ve Vasıfları”, “Ahali ve Lisan”, “Siyasi Tarih” ve “Eti Medeniyeti”.9 Tarih I adlı ders kitabında da aynı şekildedir.10
Türkiye’nin yeraltı kaynakları için 1935 yılının Haziran ayında kurulan banka “Etibank” adıyla kurulmuştur. Türkiye’nin özelleştirilmesi soygunu furyasında (1998-2000) malvarlığı ve sermayesi başka bir bankaya devredilmiştir. Tarihe gömülmüştü, böylece son Eti de yok edilmişti!
Tarih Devrimi’ne karşıtlık o derecededir ki, tarih mücadelesinin kapsamında bir anlamı olan bu bizim için yeni “Eti” sözcüğüne hiç tahammül gösterilmemiş, “Eti”, bütün yazılı kaynaklardan ayıklanmış, 1939 yılından sonra hiç kullanılmamış, o zamandan sonra sözcük bir daha hiç bir yerde görülmemişti.11
“Bizim” olandan Avrupalıların “Hitit”ine dönülmüştü.
Tarih Devrimi, Avrupamerkezciliğe Karşı Dünyadaki İlk Resmi ve Sistemli Eleştiridir!
Tarih Devrimi, “Avrupa Tarih Tezi”nin reddiydi. Böylece Avrupamerkezci Avrupa tarih anlayışı bırakılıyor, onun yerine bilimsel ve nesnel tarih yolu açılıyor, “milli tarih”imiz ilk kez ele alınıyor, öne çıkarılıyordu. Bu bir mücadele alanıydı, çünkü Avrupa Tarih Tezi, Avrupalı dışındaki insanları Avrupalılardan aşağı görüyor, Avrupa dışı dünyayı uygar olmayan dünya diye tanımlıyordu. Bu teze göre, gelişmiş ve uygar insan ile medeniyetsiz, gelişmemiş bir insan tipi olmak üzere dünyada iki çeşit insan vardı. Doğulu insan değişemez, gelişemezdi. Gelişmiş insanlar, “gelişmemişleri” istedikleri gibi tanımlıyor, tarif ediyor, hatta yakıştırma yaparak tasarlıyordu.
Avrupamerkezci ve oryantalist kibirli ve yüksek bakışın “teori”lerine ve kötüye kullanılan yaratım ve birikimine dünyada cepheden ilk yanıt da Türklerden gelir. Kurtuluş Savaşımız Avrupamerkezciliğe karşı fiili bir karşı çıkıştır. Üstelik, emperyalist düşmanları dize getirmiş ilk silahlı direniştir ve başarıya ulaşmış ilk milli mücadeledir.
Bu mücadelede yırtılan ve hükümsüzleştirilen, aynı zamanda Sevr Barış Antlaşması’dır. Bu antlaşma ise, 20. yüzyılın emperyalist oryantalizminin bir örnek belgesidir, emperyalizm çağında “Türk düşmanlığı” saldırganlığının oryantalist bakışla hazırlanmış bir metnidir. Örneğin, Sevr’e göre, “Türk, eline geçirdiği yerleri yıkmaktan başka bir şey yapmış değildir”!12
Savaş sonrasında yapılan, Sevr’in de içinde olduğu barış antlaşmalarının ön hazırlığı olan “dört büyükler”in Paris Barış Konferansı’nın (açılışı 18 Ocak 1918) Osmanlı devletine yönelttiği (10 Mayıs 1920) şartların metninde de benzer ifadeler yer almıştı. Hatta söz alan Damat Ferit Paşa, Lloyd George’un hoşuna gitmeyen “sakıncalı kimi görüşler”i yüzünden Fransız Başbakanı Clemenceau’nun hakaret dolu sert bir yanıtıyla azarlandı, ona “Türklerin girdiği her yerde uygarlığın gerilediğini” söyledi, “sonra da Osmanlı heyeti Paris’ten kovuldu”.13 Çok ağır bulunduğu için reddedilen şartlar, Sevr Antlaşması’nda aynen yer almış, ancak Sevr’de karşı çıkılması söz konusu olmamıştır.
Konferansa, savaş sırasında İngiltere hesabına çok önemli görevler üstlenmiş arkeolog ve tarihçi Gertrude Bell (1868-1925) gibi ünlü oryantalistler de “görüş, tecrübe ve önerilerinden” yararlanılmak üzere dahil edilmişlerdi.
Avrupa dışındaki dünyanın da, Avrupalı dışındaki insanların da tarihini yazmak işi Avrupalılarındı. O dünyayı “keşfeden” Avrupa, kendi tarihi14 yanı sıra onlara da tarih yazmaktaydı. Çünkü “kaşif” Avrupalı, sömürgeci olmuş, sömürgelerin insanlarını da köle yapmıştı. Geri ve gelişemez olanlar, ancak köle olur, sahiplenilir, idare edilir ve tarihleri yazılırdı.
Bütün bu düşünceleri ve yapılanları açıklayan da bunlardı.
Ayrıca Avrupalı, Doğulu bir toplum olarak Türkleri düşman görüyordu. Türkleri tanımalarından başlayarak hep kötülemişler, vahşi olduklarını iddia etmişler, hep bunların propagandasını yapmışlardı.
Haçlı Seferleri Türk düşmanlığı üzerine inşa edilmişti, seferlerin o dönemdeki Almancadaki adı “Türkenkrieg” idi (“Türk Savaşı”).15
Önceleri Türkler güçlüydü, örneğin, Osmanlılar tarihlerinin ilk yarısında hiç savaş kaybetmiyorlardı. İstanbul’un fethi ise Avrupa ve Avrupalılar için çok büyük travmaydı. Türklerden korkulurdu.
Sonraları dengelerin değiştiği ve Türklerden korkulmadığı zamanlarda, Türkleri geri görme ve onlara akılsız deme modası başladı. Her zaman olduğu gibi, Türklerin kötülenmesi ve karalanması başlıca siyasetler olarak devam edecekti. Bunun siyasetle bağı, yazımızın başına aldığımız İngiliz başbakanlarının sözlerindedir.
Böyle bir tarih tezine karşı çıkmayarak Türkler, Avrupalılarla aynı kulvarda olamazlardı. Onlardan aşağı, kötü, geri olanlar, onların düşman gördükleri, elbette onlarla eşit de olamazlardı. Bunu kırmanın yolu her şeyden önce tarihle özelliklerimizi açıklığa kavuşturmaktı, görmek istemedikleri gerçekleri göstermekti.
Devrimci Cumhuriyet Türkiye’sinin 1930’lu yılların tarih, dil ve kültür faaliyetleri, çalışmaları ve kurumlaşmaları (önce “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” ve “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” adlarıyla 1930 ve 1932’de kurulan Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu vb.), bunların sonucunda üretilen Türk Tarih Tezi, dünyada ilk olarak Doğu’yu ve özel bir şekilde de bir Doğu toplumunu, Türkleri, Avrupa Tarih Tezinin dışında tanımladı. Kadim uygarlıkları temel almak bağlamında bölgemiz tarihini ve uygarlık geçmişini yeniden yazdı. Türkiye’de yapılan uluslararası tarih kongrelerinde Batı dünyası da dürüst ve ciddi tarihçileriyle bu gelişmenin ve çalışmaların içinde yer aldı. Zaten Türk Tarih Tezi, Avrupalı tarih ve toplumsal bilimcilerinin yazdıklarını da, ya dayanak olarak öne çıkarmış ya da olumsuz bilim dışı örnekleri göstermek ve çürütmek maksadıyla ele almıştır. Yani atıf yapılan Batılı kaynaklar iki yönlü olarak sistemlice kullanmış, değerlendirilmişti. Böylece önemli ölçüde Batılı aydın, bilimci ve tarihçilerin çıkarımlarını doğruları ve yanlışlarıyla incelemişti.
Avrupamerkezciliğe ve Hıristiyanmerkezciliğe İlk Bilinçli Karşı Çıkışlar
E. Renan, 1883 yılında Paris’teki Sorbon Üniversitesi’nde “İslam ve Bilim” adlı konuşmasını yapar. Bu konferansta anlattığı ve Avrupa’da çok ilgi gören tezleri İslam dünyasında tepkilere yol açmıştır. “Doğu’daki çöküşün kaynağı olarak” İslamı gösteren Renan, bu dinin “bilime, teknik ilerlemeye, örflerin gelişmesine, siyasal değişmelere” karşı olduğunu ileri sürmüştü. Cemalettin Afgani, Ataullah Bayezitof ve bizde Namık Kemal, Renan’ın değerlendirme, belirleme ve iddialarına karşı çıkarak “Reddiye”ler yazmışlardır.
Böylece Devrimci Cumhuriyet’in Türk Tarih Tezinin altında, 19. yüzyılda başlayan Türk tarihçiliği ile 20. yüzyıl başındaki Jön Türk tarih çalışmaları yatmaktadır. Örneğin, Yeni Osmanlılar’dan Namık Kemal’in, Renan’ın İslam tarihi konusundaki ileri sürdüklerinin çürütülmesi amacıyla kaleme aldığı “Reddiye”, Avrupamerkezciliğe ve Hıristiyanmerkezciliğe karşı Doğu’dan bir karşı çıkıştır, yankıları önemli olmuştur. İslamı savunurken aslında “bir uygarlığın savunusunu, bir zihniyetin [de] eleştirisini” yapmaktadır. Bu bakımdan, oryantalizmi eleştirdiğinin farkındadır. Hatta Renan’da gösterdiği yetersizlik ve yanlışlığın “ulum-ı Şarkıyye’ye [Doğu bilimlerine] intisap eden” kişilerde görüldüğünü bile belirtecek, “Avrupa’da İslam konusunda araştırma yapan kişilerin konuyu tarafsız bir şekilde inceleyebilmesi mümkün değil”dir diyecektir.16 Zaten Namık Kemal Avrupalıların yazdığı Osmanlı tarihine hiç güven duymamaktadır. “Daha İstanbul’dayken, İbret’te yazdığı bir yazıya ‘Avrupa Şarkı Bilmez’ başlığını koymuştu.”17
Gene aynı dönemdeki Ali Suavi, Namık Kemal’in gittiği günlerde o da Fransa’ya gitmiş, Avrupa’daki Türkler üzerinden yürütülen ırkçılığa dikkat çekmiştir. Ayrıca Ali Suavi’nin, sonradan Cumhuriyet Devriminin uygulamaları olan laiklik, cumhuriyetçilik, halkçılık, tarihçilik, eğitimcilik vb. konularda yazdıkları, Cumhuriyet’e bir başlangıç-giriş gibiydi. Bu bakımdan Ali Suavi, Cumhuriyet’in, Devrimin ve Türk Tarih Tezinin öncüsüydü.
19. yüzyılın ortasından sonra Türk tarihçiliği oluşmaya başlamış, genel anlamda Avrupalıların yörüngesi dışına kayılmıştır. Tarihçilik açısından bu dönem aynı zamanda, Jön Türklerin padişahlık yönetimine muhalefet olarak konumlanmaları dolayısıyla tarihçiliğin “hanedan tarihçiliği”nden kurtulması dönemidir. Doğaldır ki bu gelişmeler, dinsel tarih anlayış ve uygulamalarının milli tarihe evrilme aşamasına gelmesi de demektir.
Türkler tarih yapan, devlet kuran, örgütlenen, kurumları olan, bir arada yaşama kültürü sahibi, geçmişi eskiye giden medeni bir toplumdu. Dili zengin ve köklüydü. Ayrıca Türkler Avrupalıların iddia ettiği gibi uygarlık yıkan değil, her gittikleri yere uygarlık götüren bir toplumdu, bunun geleneği de vardı.
Tarih bunu göstermekteyken, Doğu’lu olarak neden Türkler Avrupa’da kötülenmiş, karalanmış, hedef alınmaış ve Avrupalılara düşman diye öne çıkarılmaıştır? Neden Avrupalılarda ırkçılık Türklere yönelik olmuştur? Bunun yanıtı, birincisi, Türkler uzakta değil yakındadır, ikincisi, geç Orta Çağ ile Orta Çağ sonrasında Türkler güçlüydü ve yenilmezdi.
Avrupalıların kendi tarihlerinde gizledikleri şeyler, Türklerde suçladıklarıydı. Medeniyet yıkan onlardı. Geçmişlerinde kölecilik vardı, köleci antik toplumları kendilerine örnek, kök ve kaynak yapmışlardı, Haçlı Seferleri yıkıcılıktı, Avrupa’ya Afrika yoluyla giden ve orada bir İslam örgütlenmesi yaratan Endülüs medeniyetini yok etmişlerdi, sömürgeciydiler, savaşçıydılar, her zaman savaşırlardı, birbirlerini bile yıllarca kırıp geçirmişlerdi (“Yüz Yıl Savaşı”, “Otuz Yıl Savaşı” vb.), ırkçılık onların icadıydı, emperyalizm onlarındı, dünya savaşları Avrupa savaşlarıydı vb.
Kendi tarihimizi yazar ve açıklarken Avrupalıların tarihini de sergilemek gerekiyordu. İşte Türk Tarih Tezi bunları da yapacaktı.
Tarih Devrimi’ni Bugün De Sürdürmek!
Türklerin devrimleri vardır. ”Devrimler Çağı”nda başlayan Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler hareketleri, I. Meşrutiyet, sonrasında Özgürlük Devrimi (II. Meşrutiyet) ve Büyük Savaşta vatan savunması, bunlar 20. yüzyıldaki büyük Türk devriminin hazırlayıcılarıdır.
Dalga gibi gelmekte olan devrim önderini de yaratmış ve Cumhuriyet kurulmuştur.
Kendisinden vazgeçilmiş olmakla birlikte Tarih Devrimimiz sanki hiç olmamış gibi davranılınamaz.
Tarih Devrimimiz bu devrim geçmişine sahip çıkmıştır.
Bugün bu Tarih Devrimimiz bizi devrimci geçmişimizle de buluşturmaktadır.
NOTLAR
1Bu üç İngiliz “iki yüzyıl başbakanları” örnekleri olarak, William Eward Gladstone (1809-1898), George Curzon (1859-1925) ve David Lloyd George’un (1863-1945) yukarıdaki söylemleri ile siyasetteki ırkçılığı temsil etmektedirler. Üçü de Türk düşmanıdır.
2 Mondros Mütareke’sinin şartları olarak bkz. Cengiz Sunay, Son Karar – Misak-ı Milli / Son Osmanlı Meclisi’nin Yakın Tarihe Yön Veren Kararı, Doğan Kitap, İstanbul 2007, s. 20-22.
3 Kaymaz, “Misak-ı Milli Konusuna El Atma Gibi Bir İşe Kalkışmak (10a)”, Teori, sayı 310, s. 39.
4 Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt: 19, Nutuk I (1927), Kaynak Yayınları, İstanbul 2006, s. 23.
5 Kurtuluş Savaşında atılan “ilk kurşun” bu haberleşmenin ve harekete geçmenin bir sonucu olarak Hatay’ın Dörtyol yakınlarındaki Karakese köyüne saldıran Fransızlara karşı 19 Aralıktadır, bu direnişte on beş Fransız askeri öldürülmüştür. Bu da örgütlü direnişin fiili olarak ateşlenmesi anlamına gelmektedir.
6 Ne var ki Cumhuriyet tarihi boyunca toprak reformu projeleri kararlı bir uygulama alanına kavuşamamıştır.
7 Tarih I-IV, İstanbul Devlet Matbaası, İstanbul 1931. (Bu tarih kitapları uzun yıllar sonrasında 2000’li yıllarda tekrar yayımlanması tıpkı basım olarak yapılmıştır, Tarih I-IV, Kaynak Yayınları, İstanbul.)
8 Türk Tarihinin Ana Hatları / Kemalist Yönetimin Resmi Tarih Tezi, Kaynak Yayınları, İstanbul 1999, s. 191.
9 Türk Tarihinin Ana Hatları / Kemalist Yönetimin Resmi Tarih Tezi, s. 191-204.
10 Tarih I, İstanbul Devlet Matbaası, İstanbul 1931, s. 127-137.
11 Benim rastladığım ve farkettiğim tek istisna, İngiliz tarihçi Toynbee’nin Türkiye ile ilgili yazdığı ve 1926’da tamamlayabildiği çalışmasının Türkçeye çevirmeni olan Kasım Yargıcı’dır; bkz. Annold J. Toynbee, Türkiye I, II, III (Bir Devletin Yeniden Doğuşu), Cumhuriyet, İstanbul 1999-2000.
12 Bkz. Osman Olcay, Sevres Antlaşmasına Doğru (Çeşitli Konferans ve Toplantıların Tutanakları ve Bunlara İlişkin Belgeler), A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1981, s. LXXII. Ayrıca Türkleri benzer karalayıcı ifadeler için bkz. s. XLIII, 7, 12-13, 18-20, 96-97, 105-106 vb.
13 Bkz. Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları İstanbul 2013, s. 130 ve 131.
14 Avrupa kendi tarihini bilimsel anlayışlar dışında hem Avrupamerkezci olarak, hem de uygarlık üreticisi olarak inşa ediyordu. Uygarlık Avrupa’ya özgü olduğu için dünyanın hakimi ve sahibiydi. Bu arada Avrupa’nın bütün olumsuzlukları ya gizleniyor ya da onlardan kötü olmayan şeylerden konuşulur şekilde söz ediliyordu. Köleci üretim biçimi, kıyımcılık, Haçlı Seferleri, ırkçılık vb. bunlara örneklerdir.
15 Avrupalılarda yapay bir şekilde yaratılan Türk korkusu, nefreti ve düşmanlığı konusunda geniş bilgi için Hıristiyanlık, İslamlık ve Avrupa / Doğu’dan Batı’ya Uygarlık Kapıları (Endülüs, Sicilya, Haçlı Seferleri) başlıklı çalışmamıza (Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul 2016) bkz. s 245-354.
16 Bkz. Vefa Taşdelen, “Renan Konferansı ve Nâmık Kemâl’in Müdafaası”, Namık Kemal, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2011 içinde s. 384-405 ve Bir Çağdaş Öncü / Namık Kemal (1888-1988), Amaç Yayıncılık, İstanbul 1988, s. 57.
N. Kemal Renan’ın konferansından üç ay sonra yazmış olmasına karşın Müdafaaname’nin yayınlanması 25 yıl (ölümünden 20 yıl) sonradır, 1908’de.
Alıntılar Namık Kemal adlı kaynaktan, s. 391, 392 ve 393’ten.
17 Taner Timur, İslam, Laiklik ve Aydınlanma Savaşı, Yordam Kitap, İstanbul 2019, s. 173. Alıntı için bkz. Namık Kemal, İbret, sayı 7, 10 Haziran 1872 (Makaleler, s. 62-65).