Uzun yıllardır Türkiye’de eğitim sistemi üzerine sonu gelmeyen tartışmalar hep bir sistem değişikliği ile sonuçlandı. AKP iktidarında neredeyse her Milli Eğitim Bakanı değişikliği yeni bir düzenlemeyi beraberinde getirdi. Şimdi ise “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” isminde çok yeni gibi görünen ama hiçbir boyutu ile yeni olmayan bir ideolojik aygıt ürününün ortaya çıktığını görüyoruz. İktidara kani, düzenle uyumlu gençler üretme dışında hiçbir şey sunmayan bir modeli tartışmak önemli olmakla beraber Türkiye’deki eğitim ile ilgili çok daha temel bir sorunu gözden kaçırıyor gibi görünüyoruz.
AKP iktidarının laik eğitime karşı yeni bir model geliştirme isteği bugünün gündemi değil malum. Aydınlanmacı kökene sahip laik bir eğitim modelinin Türkiye için ne denli önemli olduğu bir fikir tartışması değil yalnıza siyasetin pratiğinin bir konusu artık. Siyasetçilerin ve sivil toplum örgütlerinin bu konudaki uygulamaları denetleyen ve buna karşı demokratik eylem biçimleri geliştiren bir sürecin içindeyiz, tartışmaya gerek yok. Ancak eğitim meselesi ile ilgili hala tartışmaya açık olan ve “Maarif Modeli” meselesini de içeren daha geniş bir gündeme dikkat çekmek zorundayız.
AKP bu ülkede iktidar olsun ya da olmasın neoliberal düzenin her türlü krize rağmen hız kesmeyen temposu içinde bilgi ile olan ilişkimizin ne denli zayıfladığına tanıklık ediyoruz. Özellikle de sosyal medya üzerinden yaratılan bilgi kirliliğinin yarattığı dezenformasyon bilimsel bilgiyi ve akademiyi görünür bir biçimde geri plana itmektedir. Günümüzde neredeyse basit bir etiketten ibaret kalan akademik ünvanlar eski önemlerini yitirmiştir. Akademisyenin ilgi görmesi ancak popülaritesine ya da içinde bulunduğu epistemik cemaatin gücüne bağlıdır. Bu durum özellikle de üniversite öğrencilerinin eğitim ile olan ilişkisini zayıflatmaktadır. Üniversite öncesi eğitimde hiçbir başarı kriterinin kalmaması, öğrencileri zorlayacak hiçbir mekanizmanın olmaması, özel eğitimin öğretmen dahil eğitime ait her şeyi satın alma yollarının açık olması, velilerin kontrolsüz koruyuculuğu nedeniyle öğretmeni ders geçmenin basit bir aparatı olarak görmeye başlaması, ez cümle diplomanın parayla satın alınabilen bir eşya haline gelmesi üzerinde sıklıkla durduğumuz meseleler değildir.
Kapitalizmin her şeyi olduğu gibi eğitimi de satın alınabilir hale getirmesi hiçbir emek vermeden not alan ve sınıf geçen öğrencilerin gözünde okulu ve eğitimciyi önemsiz hale getirmektedir. Neoliberal düzenin tüm ekonomiyi ve bireyleri sayısal veri haline getiren yüzeyselliği eğitim sisteminin not ortalamalarına sıkışmasına, başarıyı yalnızca sınav notlarında arayan velilerin çocuklarını dereceye zorlayan ısrarları ise kalıcı bir öğrenme sürecinin değil ezber yoluyla geçici zaferlerin elde edilmesine neden olmaktadır.
Üniversitede de durumun pek farklı olduğunu söylemek mümkün değildir. Okumuş insana verilen önemin mevcut ekonomik durumda anlamsızlaşması, kariyer yükselişlerinin liyakat merkezinden ahbap-çavuş ilişkisine dönüşü ve sosyal medya ile erken yaştan itibaren hiçbir eğitime sahip olmadan para kazanabilme yollarının artışı okula ve eğitime olan ihtiyacı büyük ölçüde zayıflatmıştır. Üniversite diplomasının “mecburi evrak” olduğu için alındığı ve kısa sürede hayatı kazanmanın ilk gündem olduğu bir ülkede bilgiye dair merak duygusunun köreldiğine tanıklık ediyoruz. Entelektüel birikimin parasal bir karşılığının olmaması bir itibar kaybı olarak görüldüğü için entelektüel bir zeminde mesleğini icra etmeye çalışan kişilerin vaktini boşa harcayan ve hiçbir şey üretmeyen bir grup olarak bilinmesi de ülkede eğitimin gerilemesini beraberinde getirmiştir.
Küresel ölçekte bilgi ve bilimle olan uçurumun giderek derinleşmesi, herhangi bir konuyu “araştırmanın” arama motorlarında yapılan birkaç dakikalık bir sörf ile sonlanması ya da “muteber” olarak görülen bazı kişilerden elde edilen ham verinin “kulaktan dolma” niteliğinden öteye geçmemesi bu dönemdeki bilgi paylaşımının temel niteliğini oluşturmaktadır. Yüzeyselliğin yarattığı vasatlığın önüne geçebilmek için sahip olunan bilginin yapay bir şekilde daha kıymetli hale getirilmesi gerekmektedir. Tam bu noktada “komplo teorisi” adı verilen kimi zaman seküler kimi zaman da dini içerikli mesnetsiz vaazların esareti altında debelenen bireyler bir krizin içinde olduklarını farketmemekte tam aksine “öteki” olandan daha fazla farkındalığa sahip, kimsede olmayan özel bir bakış açısını geliştirmiş bir yetenek gibi kendisini görmektedir. Bu anlamsız özgüven akademik tartışma kültürünü nerdeyse tamamen yok etmiş, yerine diyalog adı altında devam eden hamasi monologlar zirveye taşınmıştır.
Paul Virilio’nun Enformasyon Bombası isimli çalışması kitlelerin bilgi ve bilimle kurduğu ilişki üzerinden dolaylı olarak eğitimin küresel krizine dair çok çarpıcı ipuçları veriyor. Kitabın tanıtım yazısındaki bu paragraf aslında tüm meseleyi özetleyen bir çerçeve çizmektedir:
“Bundan böyle, ne kadar Hayır derseniz deyin, Evet anlaşılacaktır.” Etik sınırları zorlayan, gitgide askerileşen, bilincini kaybetmiş bir bilim – bütün kürenin üzerine yayılan bir tele-gözetim ve denetim – seyreden, ama okuma yazma bilmeyen insan kitleleri – kültür sanat bahaneli pornografi – insan bedeninin yeni bir sömürgeciliğin odağı haline gelişi – çocuksuluğun hakim olduğu bir kültür – uluslararası barışı parçalamaya yetenekli bir enformasyon bombası – yığınların içine sürüklendiği bir tekno-kült – siyasetin top modelleri – rekabet hırsıyla yaratılış bir uzay çöplüğü – çocuk işçileri, kayıp çocuklar, çocuk-askerler – benzersiz bir ideolojik bulaşma olgusu olarak Internet – yeni iletişim teknolojileriyle kültürün başat öğesi haline gelen reklamcılık ve bir girişimcilik tekniği olarak seks-kültür-reklam kutsal üçlüsü…”
Bilgi ve bilimdeki küresel krizin koşullarını ve etkilerini dikkate almadan Türkiye’de eğitimi yalnızca “laiklik” üzerinden tartışmaya açmak bir eksikliktir. Anti-laik eğitim modellerine karşı tavır ortaya koymak elbette önemlidir hatta ülkenin geleceği açısından kritiktir. Ancak eğitim sorunumuz bundan ibaret değildir. Başka bir ifadeyle İslamcı eğitim modellerine karşı durmak konuyla ilgili diğer tüm sorunların üzerini örtmemeli ya da buna karşı olan her şey meşru görülmemelidir. Başat gündemin önemini tartışmıyoruz. Sadece daha derinlikli bir krizin içinde olduğumuzu ve böylesine önemli bir meseleyi tüm boyutlarıyla bir arada düşünmeyi öneriyoruz.