“Siyasi ve askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar iktisadî zaferlerle desteklenmezse payidar olamaz, az zamanda söner”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
GİRİŞ
16. yüzyılla başlayan Osmanlı İmparatorluğu’ndaki geriye gidiş siyasi otoritenin bozulmasına bağlı olarak devletin tüm kurumlarında yaşanan olumsuzluklar olarak tarih sayfalarında yerini almıştır. Merkezi otoritede yaşanan olumsuzluklar devletin tüm kademelerinde de yaşanmaya başlayınca 17. 18. ve 19.yüzyılar artık imparatorluk için zor ve sıkıntılı yüzyıllar olarak karşımıza çıkmaktadır. Avrupa Devletleri’nin “Hasta Adam” olarak nitelendirdiği Osmanlı, özellikle ekonomik olarak kötü bir döneme girmiştir. Başarısızlıkla sonuçlanan savaşlar yüzünden güçsüzleşmiş, izlediği yanlış politikalar yüzünden de siyasal ve ekonomik anlamdaki bağımsızlığını yitirmiştir. Ülkenin bu kötü ekonomik gidişat sonrası yaşadığı en büyük olumsuzluk dış borçlanmanın çok artması olmuştur. Hezimetle sonlanan savaşlar iş sahalarını kapatmış, üretici erkek nüfusunu azaltmıştır. İşte böyle bir ortamda işsizlik sorunu baş göstermiştir.
600 yılı aşkın bir süre ayakta kalmayı başarabilen Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Savaşı sonrası imzalanan Mondros Mütarekesi’yle parçalanmaya başlamış, siyasal, ekonomik ve sosyal kurumlarından yoksun bir imparatorluk haline gelmiştir. Bir zamanların güçlü devleti Osmanlı, artık pek çok alanda olduğu gibi ekonomik anlamda da kendi kendine yetebilmekten çok uzaklaşmıştır. Savaşçı, mücadeleci ve sabırlı Anadolu insanı, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren, büyük önderinin liderliğinde verdiği bağımsızlık mücadelesiyle Kurtuluş Savaşını kazanmış bağımsızlığını elde etmiştir. Ülkenin tüm kaynakları bu ölüm kalım savaşının hizmetine sunulmuş, sonunda hak edilen bağımsızlık elde edilmiştir. Tam bağımsızlık için şimdi tek çıkar yol ekonomik itibarın yeniden kazanılmasıdır.
Atatürk Döneminin Ekonomik Politikalarına Genel Bir Bakış (1923-1938) başlıklı yazıda, Cumhuriyet Döneminin ekonomik atılımları ele alınmıştır. Ekonomik anlamda atılan adımlar iki ana bölümde incelenmeye çalışılmıştır. 1.Planlı Dönem Öncesi ve 2. Planlı Dönem. İki ana başlıktan oluşan yazıda ana bölümler alt başlıklarla da irdelenmeye çalışılmıştır.
1.Planlı Dönem Öncesi
1.1. 1923-1929 Yılları Kısmi Liberal Dönem
29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. Parçalanmış Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntılarından meşru bir Türkiye Devleti kurulması, büyük ölçüde bir adamın, Mustafa Kemal Atatürk’ün ileri görüşlülüğü ve azmi sayesinde olmuştur (Hughes, 2009: 11). Preston Hughes kitabının “Atatürk’ün Siyasi Fikirleri” başlıklı bölümüne bu cümlelerle giriş yapmıştır. Yeni bir devleti yoktan var eden bir lider sadece Türk milletinin gözünde değil batılıların gözünde de yüksek bir değere sahiptir. Cumhuriyet Dönemi ekonomik gelişmeler, yaşanan siyasi ve sosyal gelişmeler ışığı altında öncelikle belirlenen tarihler arasında ele alınacaktır.
Belirlenen tarih aralığında yaşanan ekonomik gelişmelere kronolojik olarak baktığımızda karşımıza ilk olarak, 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihli İzmir İktisat Kongresi çıkar. 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barışı’nın imzalanması, 17 Şubat 1925 tarihli Aşar Vergisinin kaldırılması, 19 Nisan 1926 tarihli Kabotaj hakkının Türklere ait olmasının kabulü, 28 Mayıs Teşvik-i Sanayii Kanununun kabulü iktisat kongresini takip eden gelişmelerdir (Yavuz,1999: 102-103).
1929 yılı dünya ekonomik bunalımı ve bu gelişmenin Türk ekonomisi üzerindeki etkisi de incelenecek diğer bir konudur. Alt başlıklara geçmeden önce sorgulanması gereken soru şu olmalıdır: Atatürk’ün ekonomik politikasının hedefi nedir? Bu soruya verilebilecek en kısa ve net cevap ise şudur: Hedef, tam bağımsızlığı gerçekleştirerek, Türk Milleti’ni çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırmak.1923 – 1929 dönemini –açık ekonomi koşullarında yeniden inşa (Boratav, Tunçayvd, 1997:286) ifadesiyle tanımlıyoruz. 1923-1930 dönemi “onarma” dönemidir. Dışarıdan borç almama, kendi kendine yetebilme ilkesiyle yola çıkılmıştır. Devlet bu dönemde büyük sanayiye değil, tasarruflu olmaya yönelmiştir. Devlet parasal olarak güçlendirilmeye çalışılmıştır. Dönemin en önemli ekonomik etkinliği tarımsal alanda görülmüştür. Tarım ve toprakla uğraşanlar devlet tarafından desteklenmiş, hayvancılık ve meyvecilik konularıyla ilgilenilmiştir. Yabancı şirketlerin devletleştirilmeye çalışılması yine bu dönemde görülmektedir. 1923-1930 yılları arasında, devlet güdümcü değil, daha çok düzenleyicidir. Her türlü girişim serbesttir. Devlet özel sermayeyi her türlü olanaklarla desteklemeye çalışmaktadır. Toprak reformu, ulaşım sorunu, tarımın düzenlenmesi, ekonomik yasaların çıkarılması gibi konular bu dönemin konularıdır. Ancak henüz ekonomi politikası belli bir temele oturtulmamıştır (Köklügiller,2000: 73).
1.2. İzmir İktisat Kongresi
1923’ten 1929’a kadar geçen sürede siyasi, hukuki ve sosyal alanlarda ortaya çıkan önemli gelişmeler, ekonomi politikalarının alınacak önlemlerle yeniden şekillenmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu açıdan bakıldığında İzmir İktisat Kongresi’nin Cumhuriyetin ilk yıllarındaki politikaların belirlenmesinde ayrı ve özel bir önemi vardır. T.B.M.M. Hükümeti ekonomik kalkınmayı sağlamak ve bunun için izlenecek yolu saptamak amacıyla 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir İktisat Kongresi’ni toplamıştır. Kongreyi, hızla gerçekleştirilen kalkınma hamleleri takip etmiştir.
Ekonomik bağımsızlık için öncelikle bir ekonomik program belirlenmesi gerekmektedir. 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir’de toplanan 1. Türkiye İktisat Kongresi bu amaca hizmet etmektedir. Toplanan kongre, Türkiye’nin ekonomideki yakın ve uzak hedeflerinin tespit edildiği bir kongre olması açısında büyük önem taşır. Millî mücadele yıllarında Ankara ile sağlıklı bağlar kuramamış olan İstanbul ve İzmir’in Türk Müslüman sermaye çevrelerinin siyasi iktidarla kaynaşmalarında önemli bir ilk adım oluşturmuştur (Boratav, vd. 1997: 283). Kongrenin toplanma amacı, başarısız ve kayıplı savaşlardan bitkin çıkan ekonomik faktör ve birimlerin birbirlerini tanımalarını sağlamak, var olan ihtiyaçlarını belirlemek ve uygulanacak ekonomik politikaları belirleme isteğidir.1923 yılındaki İzmir İktisat Kongresi’nde özel sektör ağırlıklı ve piyasa ekonomisine yönelik bir iktisadi kalkınma modelinde karar kılınmıştır. Kongre sonunda bir de ekonomi andı (Misak-ı İktisadî) kabul edilmiştir. Buna göre, Türk milleti kan dökerek sahip olduğu millî bağımsızlığından hiçbir şekilde ödün vermeyecek, bağımsızlık içinde ekonomik kalkınma sağlanacaktır. Siyasî bağımsızlığımız gibi ekonomik bağımsızlığımızı da sağlamak millî amaç olarak düşünülecektir.
Misak-ı İktisadi; ülke içinde sanayi kurmayı ve geliştirmeyi amaçlayan, özel girişime öncelik veren ve mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik sistemi oluşturmayı amaç edinmiştir. Alınan kararlar, genel olarak kalkınmacı, yerli ve yabancı sermayeyi ve piyasaya dönük çiftçiyi özendirici, ekonomik hayatın denetiminin “milli” unsurlara geçmesini kolaylaştırıcı ve ılımlı bir korumacılığı öngören tezlerin ön plana çıktığı kararlar olarak değerlendirilebilir (Boratavvd, 1997:284). Misak –ı İktisadide şu önemli kararlar alınmıştır:
-
Yerli malı kullanılması sağlanmalıdır
-
Teknik eğitim geliştirilmelidir.
-
Ham maddesi yurt içinde olan sanayi dalları kurulmalıdır.
-
Küçük imalattan büyük işletmelere geçilmelidir.
-
Özel teşebbüse kredi sağlayacak bir devlet bankası kurulmalıdır.
-
Demiryolu inşaatı programa bağlanmalıdır.
-
Yabancıların kurduğu tekellerden kaçınılmalıdır.
-
İşçilerin durumu düzeltilmelidir.
Alınan bu kararlar, TBMM’ye de yol göstermiştir. Şöyle ki; 23 Nisan 1923’te başlayacak olan ikinci Lozan görüşmelerinde kapitülasyonların kaldırılması konusunda TBMM heyetine büyük bir destek sağlamıştır.
1.3.Lozan Antlaşması’nın Kapitülasyonların Kaldırılması ve Osmanlı Borçlarının Ödenmesine İlişkin Maddeleri
24 Temmuz 1923 tarihi Türk tarihinde yeni bir sayfa açmıştı. İmzalanan antlaşma yeni Türk Devleti’nin dünya devletleri arasında nasıl bir yer alacağının belirlendiği bir antlaşmaydı. Savaşlar geride kalmış, çağdaş Türk devletini kurma çabaları ve çalışmaları başlamıştı. Lozan Antlaşması aynı zamanda Sevr’i ortadan kaldırmıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuki, iktisadi ve mali açılardan temelleri atılmış ve sınırları belirlenmişti.
Lozan Antlaşmasının ekonomi ile ilgili maddelerine baktığımızda ilk olarak “kapitülasyon” gerçeği ile karşılaşırız. Milli ve bağımsız bir ekonominin kurulması yolunda ilk adım, en büyük engel teşkil eden kapitülasyonların kaldırılmasıyla atıldı (Yavuz,1999: 89). Kapitülasyonlar, imzalanan Lozan Antlaşmasıyla tüm sonuçlarıyla birlikte tamamen ortadan kaldırılmıştır. Kapitülasyonların kaldırılmasına en fazla Fransa kaşı çıkmıştır. Hatta eğer bunlar kaldırılırsa yerlerine son duruma uygun yeni bir sistemin getirilmesi gerek diyecek kadar da ileri gitmişlerdir. Kapitülasyonların kaldırılması, ekonomik bağımsızlık adına atlan ilk ve en önemli adımdır. Kapitülasyon bir siyasi bağımlılık göstergesi olmakla birlikte, önemli ve ağır ekonomik sonuçları da içeren bir uygulamaydı. Kapitülasyonların kaldırılması gibi bir başarı sağlanmasına rağmen Lozan Antlaşması’nın diğer iktisadi hükümleri içinde emperyalizme verilen çeşitli ödünler de yer almakta idi (Boratav, vd, 1997:282).
Kapitülasyon maddesi dışında antlaşmaya konu olan bir diğer madde de Osmanlı’dan kalan borçların ödenmesi ile ilgiliydi. Yeni Türk Devleti bu antlaşma ile Osmanlı borçlarının düzenlenmesini ve tasfiyesini de gerçekleştirmiştir. Kapitülasyonların kaldırılmasına en fazla karşı çıkan Fransa, borçlar konusunda da yine Türk Devleti’nin karşısında yer alan devlet olmuştur. Antlaşmada alınan karara göre, Osmanlı Devleti’nden kalan borçların hem Balkan Savaşları’ndan hem de 1 Ağustos 1914’ten sonra Osmanlı Devleti’nden ayrılmış olan devletlerarasında, her birinin aldığı arazinin geliri ile orantılı olarak paylaştırılması kabul edilmiştir. Müttefik devletlerin ödemelerin altın veya sterlin ile yapılması konusundaki istekleri kabul edilmemiştir. Ödemelerin hangi parayla yapılacağı ve ödeme şartları ilgili taraflar (borçlu devletler ile alacaklı temsilcileri) arasında yapılacak görüşmelerde tespit edilecek, borçlar cetveli, antlaşma ile tespit edildiğinden, buna itiraz dikkate alınmayacaktı.
Sonuç olarak, Türkiye, savaş öncesi Osmanlı borçlarının yüzde 67’sini ödeyecekti. Geriye kalan borçların yüzde 11’ni Yunanistan, Yüzde 8’ni Lübnan ve Suriye, yüzde 14’nü ise, Balkan Savaşlarından sonra Osmanlı İmparatorluğu’ndan toprak kazanan ülkeler ödeyecekti. Lozan’a konu olan Osmanlı’dan kalan borçların ödenmesi, 1954 yılında bitmiştir (Yılmaz, 2003).
2. 1929 – 1938 Yılları Devletçilik Politikası
1929 yılı dönemin ekonomik politikalarının ciddi sarsıntılar geçirdiği bir yıldır. 1930- 1938 yılları Türk ekonomisine canlılık ve etkinlik kazandıran “devletçilik” ilkesinin uygulamaya girdiği yıllar olarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet izleyici olmaktan çıkmış, özel girişimciliği destekleyici ve araştırıcı tavrını bırakmış tüm ekonomiyi güdümüne almıştır. Çünkü genç devletin gelişmeye ve kalkınmaya ihtiyacı vardır. Siyasal ve düşünsel alanda olduğu gibi ekonomik işlerde de bireysel ya da özel girişimciliğin sonuçları beklenemez. Devletin bu alana da ağırlığını koyma zamanı gelmiştir. Devletçilikte, her türlü özel girişim, devletin öngördüğü plan doğrultusunda ve denetiminde yapılmaktadır. Özel sermayenin gerçekleştirdiği fabrikalar, şirketler, devletin izlediği ekonomik programlara aykırı çalışamazlar (Köklügiller, 2000: 73).
Devletçilik ilkesi doğrultusunda; 1924 yılında İş Bankası kurulmuş, 1929 yılında Tarım Kredi Kooperatifleri kurulmuş, 1930’da Merkez Bankası kurulmuş, 1933’te Yüksek Ziraat Enstitüleri kurulmuş, aynı yıl Sümerbank kurulmuş, 1934-1939 yılları arasında 1.Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanmış, 1935’te MTA ve Etibank kurulmuş, 1939’da Karabük Demir Çelik fabrikası kurulmuş ve II. Dünya Savaşı’nın çıkması nedeniyle uygulanamayan 2. Beş Yıllık kalkınma Planı hazırlanmıştır.
2.1. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımının Türkiye Ekonomisine Etkileri
1923-1929 döneminde kısmi bir liberal dönem yaşanmış fakat gerek 1929 yılında bütün dünyayı etkileyen ekonomik bunalımın etkisiyle gerekse sermaye ve girişimcilik yetersizliğiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti, devletçilik politikası izlemeye başlamıştır. Bu noktada Atatürk’ün “Devletçilik” terimi ile ilgili açıklamasının verilmesinin yararlı olacağını düşünüyorum. Uygulamakta olduğumuz devletçilik ilkesi komünizm ya da kolektivizm gibi bireyin elinden tüm üretim ve dağıtım imkânlarını alan, milletin tüm meselelerini yönetmeyi amaçlayan, özel girişimciliğe ve ekonomi alanında bireysel aktiviteye olanak bırakmayan bir sistem değildir (Hughes, 2009: 63). Atatürk’ün bu ifadeleriyle bir kere daha görülüyor ki ulu önder yine akılcı yine gerçekçi bir yaklaşım içindedir. Devletçiliğe geçmeye karar verildiğinde de herhangi bir düşüncenin etkisi altında kalınmamıştır. Atatürk’ün bunu destekleyen sözleri de şunlardır: “Türkiye’nin tatbik ettiği Devletçilik Sistemi; 19. asırdan beri sosyalizm nazariyelerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir (Yavuz, 1999: 90).”
1929 genel buhranı Türkiye’nin önemli bir eksiğini ortaya koymuştur: kişilerin ellerindeki sermaye az ve yetersizdi. Bu nedenle devletin ekonomiyi yönlendirmekten çok bu alanda yatırımları bizzat yapmasından başka çaresi yoktu. 1929 büyük dünya bunalımı, kapitalizmin ortaya çıkmasından bu yana ekonomik sistemlerin yaşadığı en büyük kriz olmuştur. Bunalımın Türkiye ekonomisini etkilemesi para değerindeki düşüşle başlamış ardından ihraç malları fiyatlarındaki azalmalarla devam etmiştir. İhracattaki bu düşüşte dış ticaret dengesi üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştır.
2.2. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
Devletçilik uygulamasının somut düzeydeki başlangıç noktası Birinci Beş Yıllık Sanayi planının yapılmasıdır. Planda düşünülen hedefler incelendiğinde Türkiye ekonomisinin gelişmesi için hızlı bir sanayileşme politikasının uygulanmasına öncelik verildiği görülmektedir. Plan sadece sanayi sektörünü kapsamakta, tarım ve hizmetler sektörünü içermemekteydi. Planlamada öngörülen sanayi kuruluşları beş bölümde toplanmıştı. Bunlar; 1.Dokuma, 2. Kâğıt, 3. Maden, 4. Porselen ve 5. Kimya sanayii. Böylece sanayileşme çabaları devletin ana programına girmişti.
2.3. 1929–1938 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu
1929 yılına kadar liberal ekonomi politikalarının uygulanması sonucu zayıf olan özel girişimin devlet teşvikleri ile kalkınamayacağı gerçeği ortaya çıkmıştır. Bu gerçeğin nedenleri, 1928 yılında Osmanlı borçlarının ödenmesi ve 1929 büyük dünya bunalımının yaşanmasıdır. Dünya pazarlarında tahıl ve hammadde fiyatlarının düşmesi Türkiye’nin ihracat gelirlerini düşürmüş ve devletin müdahaleci bir yapıya bürünmesine sebep olmuştur.
1929–1938 yılları arasında önemli devlet bankaları faaliyete geçmiştir. Kurulan bu bankalar belirli bir sektörü veya toplumsal kesimi desteklemek üzere faaliyete geçmişlerdir. Bu dönemde, Sümerbank, Etibank, Denizbank, Belediyeler Bankası, Türkiye Halk Bankası, T.C. Ziraat Bankası (Yeni Düzenleme ile) ve Türk Ticaret Bankaları kurulmuştur.
1929 Büyük Dünya Bunalımı sonucu vergi gelirlerinin düşmesiyle 1931’de İktisadi Buhran Vergisi, 1933’te Muvazene Vergisi ve 1936’da Hava Kuvvetlerine Yardım Vergisi getirilmiştir.
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nda; tekstil, kendir-keten, demir-çelik, porselen-çini, kâğıt, şeker ve gül sanayileri gibi sektörler yer almıştır. Bu dönemde, tarım alanında yaşanılan en önemli gelişme, 1932 yılında Ziraat Bankasına bağlı olarak kurulan ve 1938’de bağımsız bir kamu kuruluşu olarak Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) nin kurulmasıdır. Madencilik alanında da 1935 yılında Maden Tetkik Arama Enstitüsü ve Etibank’ın kurulması önemli gelişmelerdir (Aksu, 2006: 111-132).
SONUÇ
Ekonomik bağımsızlık devletleri ayakta tutan, onları güçlü kılan en önemli faktörlerden biridir. Güçlü bir siyasi yapı ve ordu ekonomik bağımsızlıkla birleştiğinde, devletlerin ayakta kalabilme süreleri de uzamaktadır. Osmanlı imparatorluğu altı yüzyılı aşkın bir süre ayakta kalmış, Avrupa karşısında 16.asrın başına gelinceye kadar siyasi, ekonomik, askeri ve sosyal anlamda güçlü bir devlet tablosu çizmiştir. Avrupa bu tarihlerde karanlık çağını yaşarken, Osmanlı ülkesi başarılı savaşlar ve seferlerle gücüne güç katan, sınırlarını genişleten ve ekonomik olarak zengin bir ülke görünümündedir. Öncelikle merkezi otoritede başlayan çözülmeler, başarısız devlet adamlarının işbaşına gelmesi, yönetimde padişahın etkinliğinin kırılması ve başarısızlıkla sonuçlanan seferlere girişilmesi imparatorluğun gücünü kırmaya başlamıştır. Aynı dönemlerde Avrupa’da başlayan gerek ekonomik atılımlar gerek kültürel gelişmeler ve gerekse dinsel anlamdaki iyileştirmeler Osmanlı’yı çağın gerisine adım adım atmaya başlamıştır. Avrupa’da yaşanan keşifler sonrası ekonomik üstünlüğün el değiştirmesi ve Osmanlı’nın ekonomik kayıpları, Rönesans hareketleri ile Avrupa’da aydınlanmaya adım atılması Avrupa için önemli gelişmeler, Osmanlı için olumsuz gelişmeler olarak karşımıza çıkmaktadır.
17.yüzyıl Osmanlı devlet adamlarının henüz bu gerçekleri kabul etmediği “eski kurumları yeniden canlandırma” isteğiyle birtakım yenilik atılımlarında bulundukları ancak başarısız oldukları bir yüzyıldır. 18.yüzyıla gelindiğinde ilk kez Avrupa’nın üstünlüğü kabul edilerek bazı yenilik girişimlerinde bulunulduysa da istenen başarı elde edilememiştir ve 19.yüzyıla gelindiğinde artık amaç mevcut durumu korumak olmuştur. Ancak 20.yüzyılın başları gerek yaşanan Balkan Savaşları gerekse 1. Dünya Savaşı’nın sonuçlarıyla çok sancılı ve sıkıntılı geçirilen yıllar olmuştur. Savaşlardan harap düşmüş Osmanlı, içte de oldukça çalkantılı ve zor günler geçirmektedir. Çok uluslu bir imparatorluk olmanın en büyük zararını 1789 gerçeği ile yaşamış, özellikle Balkan topraklarında yaşayan azınlık uluslarının ayaklanma ve isyan hareketlerine sahne olmuştur. İmparatorluk topraklarında güçlü ve büyük devletlerin öteden beri var olan istekleri ayaklanmaları destekleyen bir güç olmuştur. Dünya Savaşı’nda tarafsız olmak istese de özellikle kaybettiklerini geri alabilme umudu ile dönemin siyasi kadrosunun etkisiyle kendisini savaşta bulmuş ancak kaybeden devletler içinde yer almaktan kurtulamamıştır. Savaş sonrası kayıplar ve parçalanma süreci ardından yaşanan büyük bağımsızlık mücadelesi. Anadolu insanı büyük ve efsanevi liderinin önderliğinde bir ölüm kalım mücadelesi vermiş ve çok kan dökmüştür. Amaç her anlamda her koşulda kayıtsız şartsız bağımsızlık ve sonrasındaki egemenlik hakkıdır. Girilen mücadelede ya yok olacak ya da var olacaktır. İnanç, güven, istek ve mücadele azmi galip gelmiş, yeni bir devlet kurulmuştur. Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti inancın ve mücadelenin zaferidir. Çağdaş devletler seviyesine çıkabilmek için yapacak çok iş vardır. Cumhuriyet Dönemi, yeni devletin her alanda yeni başlangıçların yeni oluşumların yaşandığı bir dönemdir.
İktisat alanında da belirlenen hedeflere ulaşmak için akılcı ve kalkınmacı çözümler ışığında sağlam ve kalıcı adımlar atılmıştır. Yeni Türk Devleti’nin yöneten kadrosu, tam bağımsızlığın sağlanması için siyasî bağımsızlığın yanında ekonomik bağımsızlığın da sağlanması gerektiğine tüm varlığıyla inanmış, çalışmalarını bu düşünce etrafında gerçekleştirmiştir. Çünkü imparatorluğu yönetenler askeri ve siyasi olarak Batının çok gerisinde kalmışlar ve sanayileşmeyi gerçekleştirememişlerdir. Yeni devletin yönetenleri tam bağımsızlık için sanayileşmeyi temel amaç olarak benimsemişlerdir. Ekonomik olarak Cumhuriyetin ilk yıllarında yani 1923-1929 yılları arasında özel sektör devrededir. Ancak istenilen başarı elde edilememiştir. Bu olumsuzluk daha sonraki süreçte devletleştirme politikasını gündeme getirmiştir. 1929 tarihli dünya ekonomik bunalımı Türkiye’yi de etkilemiş, tarımsal üretim bu dönemde artmış olmasına rağmen Batı ülkelerinde yaygın düşünce komşuyu fakirleştirme politikasının yaygınlaşması uluslararası ticaretin daralmasına yol açmıştır.
Yazıda, Atatürk Döneminin Ekonomik Politikalarına Genel Bir Bakış (1923-1938) başlığı altında cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte kurulan yeni Türkiye Devleti’nin ekonomik alandaki politikaları ve atılan ekonomik adımları kronolojik olarak anlatılmaya çalışılmıştır. Atatürk döneminde uygulanan maliye ve iktisat politikalarının temel amacı eski yapıyı yapılan reformlarla çağdaşlaştırarak hızlı bir sanayileşme kalkınmayı gerçekleştirmektir. Böylece toplumda imtiyazsız ve eşit bireyler refah içinde yaşayacaklar, devlette tam bağımsızlığı gerçekleştirilecektir.
Mustafa Kemal, 1923-1938 dönemi boyunca, dönemin iktisadî, sosyal, siyasal ve ekonomik koşullarını dikkate alan; dönemin iktisadî görüşlerinden büyük oranda yararlanan, ekonomik politikalarının oluşumunda katılımcılığa büyük önem veren ve ülkenin en fazla yararına olacak politikaları seçmekte tereddüt etmeyen bir yaklaşım içindedir.1923-1929 dönemi serbest ticaret koşullarının varlığı altında devletin, sosyal ve iktisadî hayatının yeniden inşa edildiği ve mali yapının modernleştirildiği bir dönemken 1930-38 boyunca bir yandan dünya çapındaki krizin etkileri hafifletilmeye çalışılmış; öte yandan, devlet müdahaleleri ve kamu yatırımlarını arttırarak hızlı bir biçimde sanayileşme amaçlanmıştır.
KAYNAKÇA
Dünyası Araştırmaları, S. 160, ss. 111-132.
Türkiye Tarihi 4 Çağdaş Türkiye (1908-1980), İstanbul: Cem Yayınevi.
Ankara: Arkadaş Yayınevi.
-
Köklügiller, A. (2000) Atatürk’ün İlkeleri ve Düşünceleri, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları.
-
Yavuz, Ü. (1999) Atatürk İmparatorluktan Milli Devlete, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
-
Yılmaz, F. (2003) Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Dış Borçlar (Düyun-u Umumiye), Ankara: Berikan Basın Yayın Ltd. Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1.Baskı,
http://www.msxlabs.org/forum/mustafa-kemal-ataturk/228813-ataturk-donemi-ekonomi
politikalari.html#ixzz1pjmvVxsK, (Erişim tarihi: 24.10.2020).
www.ekodialog.com/…/Ataturk_donemi_ekonomiye_bakis(Erişim tarihi: 24.10.2020).
glopol.org/tr/2012/01/29/Atatürk-donemi-ekonomi-politikaları (Erişim tarihi: 24.10.2020).