Düşünsel mirasımızın büyük bir kısmını Fransa’dan aldık. Bunda şaşılacak bir şey yok. Zira 19. ve 20. yüzyılın özellikle sosyal alanlardaki düşünsel üretiminde yenilikçi pek çok fikir Fransa’dan geldi. Bir de buna Türkiye aydınının Fransızca üzerinden dönüşmesi eklenince bu durum pekişti.
Her ne kadar Bulgar komitacılığından, Narodnizmden ve Bolşevizmden etkilensek de esasında bunlar Fransız Devrimi’nden etkilenerek doğmuştu. Özetle, hem doğrudan hem de dolaylı yollardan Fransız Devrimi’nden etkilendik. Fransız Devrimi büyük bir atılımdı ve her türden aşırılığın da önünü açtı. Adorno ve Horkheimer gibi ”ilerici” filozofların Nazizmin köklerini burada bulması tesadüf değil. Ölü toprağı kalkınca ortaya saçılanların izini sürmek zorlaşıyor. Ne var ki, Adorno ve Horkheimer’ın saptaması tesadüfün de ötesinde kasıtlı.
Liberal dünyanın ”özgürlük”le doğrudan bir sorunu yok. ”Kardeşlik” de kulağa bir o kadar hoş geliyor. Fakat ”eşitlik” liberal kulakları biraz tırmalıyor. ”Eşitlik”i sulandırarak ona karşı çıkıyorlar. Gerçi özgürlük ve kardeşlik idealleri de sulandırılmış durumda. Özgürlüğü fiilen ürün seçme, iş seçme, eş seçme özgürlüğüne indirgeyen liberalizm, konu eşitliğin sağlanmasına gelince ”eşit olma özgürlüğü”nü de birden hatırlayıveriyor.
”Kardeşlik” ise liberal kulaklara biraz fazla feodal geliyor. Sosyalizmi kitabi kalıplara sokan arkadaşlarımız da aynı duyguları paylaşıyor olmalı ki bu lafı pek anmıyorlar. Bu biraz da Marksizmin vurgularından kaynaklanıyor. Sisteme, mekanizmaya ve tarihsel süreçlere o kadar odaklanıyor ki Marksistler insanlar arası dayanışma duygularının en yoğun görünümlerinden biri olan kardeşliği es geçiyorlar.
Cumhuriyetçilik, saltanata, köhne zihniyete, eski kalıplara, feodalizme ve bizim pratiğimizde emperyalizme karşı özgürlüğü; yurttaşlar arasında kanun önünde eşitliği ve fırsat eşitliğini; zorluklarla mücadelede kardeşçe dayanışmayı içeriyor yahut bunları içermeli.
Karşı karşıya olduğumuz en büyük kriz, güvensizlik kriziyken ”kardeşliği” yeniden hatırlamalıyız. Birimiz hepimiz ve hepimiz birimiz içinmişçesine mücadele edemezsek aşamayacağımız güçlüklerle karşı karşıyayız. Hal böyleyken ”kardeşlik” esasında en önemli cephanemiz. Yalnızca gericiliğe, emperyalizme ve şovenizme karşı değil; küresel iklim felaketine, teknokrasiye, mafyokrasiye ve en nihayetinde bilgi asimetrisinden yararlanarak emeğin karşısında her türlü teknolojik avantaja sahip ekonomi politik sisteme karşı kardeşliğe sarılmalıyız. Bunun içinse eşitliğimizi idrak edebilmeliyiz. Bu sorunlar karşısında eşitiz.
Ne kadar bilgili olursak olalım bilgisiz bir başka kardeşimizin hatalarının sonuçlarını yaşıyoruz. Sözgelimi, AKP iktidarına oy veren kitlelerin tercihleri sonucunda Suriye’de terör arttı, Türkiye sığınmacı istilasına uğradı. Elbette bu kitleler bunu doğrudan istememişti. Fakat istediklerinin dolaylı sonucu buydu. Bu tehlikeyi görenler de bu sonucun getirdiği faturayı ödemek durumunda kalıyor.
Benzer şekilde, AKP’li yılların sonucunda gıda kriziyle karşı karşıyayız. Bu kriz de bu kitlelerin tercihlerinin sonucu. Fakat bu tercihi değiştirememek, bizim de dahil olduğumuz kitlenin hatalı eylem ve söylemlerinin sonucu. Dolayısıyla, sorunlarda ortaklaşıyoruz. Elbette sorunlardan aynı şekilde etkilenmiyoruz. Ne var ki, hakikat karşısında eşitiz.
Sinan Sertöz’ün bir konferansında kendisinden dinlemiştim: Çin İmparatoru matematiğin hükümlerinin kesinliğinden rahatsızlık duyduğundan huzurunda bunlardan imparatorun iznine bağlı işlemlermiş gibi konuşulmasını istermiş. Matematiğin kesinliği, hadi buna bilimin yol göstericiliği diyelim şimdilik, egemenlerin hoşuna gitmez. Bu kesinliğin getirdiği bilgiden hoşnutturlar. Fakat kendilerinin iznine tabi olmayan ve aklını kullanan herkesin erişebileceği kendinden menkul doğruların kendilerinin kararlarından daha kesin olması onları çıldırtır. Bu çıldırma halini üniversitelere yapılan müdahalede görüyoruz. Dahası, doğası gereği bilgi sahibi olan grupların, halk yığınlarına nasıl dövdürüldüğünü de izliyoruz. Doktorlara yönelen şiddet beklenmedik bir semptom değil; bilakis, bu iktidarın kendisini destekleyenleri alevlendirme aracı. ”Doktor dövebilmek”, ”avukata had bildirmek”, ”hocaya parmak sallamak” ve üfürükçüyle bilim insanını eşitlemek… İşte tüm bunlar Adorno ve Horkheimer Nazizmde de gördüğü ”eşitlikçilik” ve ”terör” eğilimi.
Bize düşen bilimin yol göstericiliğinin ve kanunların huzurunda eşitlik idealini; zorluklar karşısında kardeşlik duygularını ve insanın potansiyeline ket vuran tüm baskılara karşı özgürlük şiarını diri tutmak. Günümüzde ancak dayanışmayla aşılabilecek sorunlarla daha da yüzleşir olduk. Hayat bizi dayanışmaya yahut birbirimizi yemeye zorluyor. Dayanışmanın alevlendirilmesi umuduyla…