Hem seçmen hem siyasetçiler hem de yorumcular çoğu kez ezberlerle ve önyargılarla hareket ediyor. Bunda şaşılacak, kınanacak bir şey yok. Zira insanın genel bir yönelimi bu. Bu önyargı ve ezberler hızlı karar almayı, anlık yanıt ve çözüm üretmeyi, tehlikelere karşı tetikte olmayı sağlıyor. Ne var ki, paradigmatik değişimler yaşandığında veya yeni durumlar oluştuğunda bu ezber ve önyargılar insanı hataya sürüklüyor.
Türkiye’de konu siyaset olunca, bu tür hatalara sıkça rastlıyoruz. Zira Türkiye son 20 yirmi yılda, büyük alt üst oluşlara, büyük değişimlere, üstelik aynı aktörlerin icraatıyla sahne oldu.
Bu dönüşümlerin belki de en önemlisi CHP’de yaşandı. Dönüşüm sadece CHP yaşanmadığından ve elde sağlam bir zemin kalmadığından, CHP’deki dönüşüme dair yorumlar da büyük bir çeşitlilik arz etti. Kimilerine göre CHP sağcılaştı; kimilerine göre CHP liberalleşti; kimilerine göre Atatürk çizgisinden uzaklaştı; kimilerine göre CHP cumhuriyet düşmanına dönüştü; kimilerine göre CHP özgürlükçüleşti; kimilerine göre CHP demokratikleşti… Bu yorumların her biri belirli olgulara işaret ediyor esasında. Ne var ki, bu yorumlara dair sağlıklı bir tartışma yürütmek pek mümkün olmuyor. Neden mi? Açıklayayım.
Öncelikle, bu yorumlarda geçen ”sağcılaşma”, ”liberalleşme”, ”özgürlükçüleşme”, ”demokratikleşme” ve ”cumhuriyet düşmanlığı” ifadelerinden ne kast edildiği net değil. Yeterli açıklama yapılmadan bu ifadeler havada uçuşunca ve tartışma esnasında bu ifadelere dair netlik oluşturulmadığında beyhude tartışılıyor.
İkinci olarak, yorumlarda ifade edileni tartışmaktansa bu yorumları dile getirenlerin siyasal duruşları ve geçmişleri daha çok tartışılıyor. Hatta sırf bu yüzden, konunun esası, yani CHP’ye ne olduğu atlanıyor; daha ziyade yorumcuların ne kadar tutarlı oldukları tartışılmaya başlanıyor. Özetle, bir arpa boyu yol gidemiyoruz. Dahası, birbirini suçlamakla, siyaseti ahlak temelinde iğdiş etmekle geçiyor zaman. Bu son mesele, bir başka yazının konusu.
Gelelim konumuza… Bu iddiaları tek tek çürütmeye kalkışmayacağım, şimdilik. Zira, her birinden ne kast edildiğini anlatmak bile bu yazıyı okunmaz hale getirir. Bunun yerine, CHP’ye ne olduğunu anlatıp sonra bu olan biteni nitelemeye çalışacağım.
Konjonktür
CHP 2002-2010 arası dönemde, Türkiye’nin Batıyla daha sıkı müttefik olduğu, Batılı ”demokrat” odakların AKP’yi açıktan ve kararlılıkla destekleyip CHP’yi sürekli eleştirdiği, merkez sağın ve hatta merkez siyasetin eridiği, Türkiye’nin çevresindeki ülkelerde sıcak çatışmaların ve siyasal çalkantıların yaşandığı bir ortamda ayakta kalmaya çalışıyordu. Bu süreçte CHP seçmeni ve kadroları, ülkenin sahibi oldukları zannıyla 12 Eylül kurum ve kuruluşlarına bel bağlamış, Batılı ”dostlarına” sitem edip AKP’yi destekleyen halk kesimlerini hakir görmekte, anaakım medyayı kendisinin görüp kendi medyasını kurmaya yönelmemiş bir haldeydi. Bu süreç ilerledikçe, CHP’lilere hayal kırıklığı ve yılgınlık hisleri hakim olmuştu.
2010’da şiddetlenen Fethullahçı-AKP işbirliği ve icraatları sonucu CHP ve MHP’ye operasyonlar yapılmış, ulusalcılar esir alınmış, Doğu’da ve Avrupa’da Fethullahçılarla çatışan PKK taraftarları KCK operasyonlarıyla etkisizleştirilmişti. CHP ve MHP’ye kurulan kaset kumpasları sonucu, her iki partinin yönetiminde de çalkantılar yaşanmıştı. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal özel hayatının Fethullahçılarca gizlice kaydedilip ve AKP tarafından bu kayıtların siyaseten kullanılması sonucu görevini bırakmış; bırakırken de Fethullahçılar selam göndermiştir.
Baykal yönetimi döneminde meclis grup başkanvekilliği göreviyle ve öncesinde özellikle Radikal’deki yazıları, Ulusal Kanal’da Tuncay Mollaveisoğlu ile yaptıkları Yolsuzluk ve Yoksulluk programları başta olmak üzere yürüttüğü mücadeleyle, nihayet İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Adaylığı performansıyla yıldızı yükselen Kemal Kılıçdaroğlu, Baykal’ın kurmaylarının ve delegelerin ezici çoğunluğunun desteğiyle CHP Genel Başkanlığı’na seçildi. Kemal Kılıçdaroğlu seçilirken, bu kurmayların bir kısmı, kendisinden kolayca kurtulabilecekleri umudu ve planıyla hareket ediyor; Baykal’ı yeniden CHP’nin başına getirmenin yollarını araştırıyor; güçlerini arttırma hevesiyle rehavete kapılıyorlardı. O süreçte, pek çok mecrada Kılıçdaroğlu’na karşı konuşan bu takım, zamanla saf dışı edildi. Bunun sonucunda, kuyruk acısı olan bu kurmay ekip ve dışarıdan CHP’yi dizayn etmek isteyenler, Kılıçdaroğlu’nun yükseliş hikayesini yeniden kurguladılar. Baykal’ın TÜSİAD toplantılarına götürdüğü, Meclis Grup Başkanvekili yaptığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Adayı yaptığı Kılıçdaroğlu’nun Fethullahçılar tarafından kaset kumpasıyla CHP’nin başına oturtulduğu iddialarını önce kuytu köşelerde sonra ulusalcı/milliyetçi platformda dillendirmeye başladılar. Üstelik bunu yapanlar, sonrasında DSP örneğinde de gördüğümüz üzere, Fethullahçıların yükselişine geçmişte ses etmemiş, hatta desteklemiş veya bundan yarar sağlamayı ummuş kişilerdi. Merhum Genel Başkan Bülent Ecevit’in bile bu süreçteki hesap hatası ve kayıtsızlığı, hatta yer yer desteği arşivlerdedir.
CHP’de yaşanan bu gelişmelere ek olarak, Aydın Doğan medya dünyasından kovulmuştu. Cem Uzan ve medyası çoktan silinmişti. Müesses nizamın eski sözcüleri bir bir sessizliğe bürünmüştü. CHP’nin Ergenekon, Balyoz gibi kumpas davalarına karşı yürüttüğü mücadele kimilerince küçümsenirken, kimilerince büsbütün düşman ilan edilmiş ve eski müesses nizamın görevlileri, savunucuları büyük darbe almıştı. Öyle ki Türk Silahlı Kuvvetlerinin başınında aralarında bulunduğu vatanseverler 5 Ağustos 2013 tarihinde Fethullahçı-AKP kumpasıyla ağır cezalara mahkum edilmişti.
Bu kumpasın mağdurlarının bir kısmı Kemal Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP’nin milletvekili yapıldılar. Kumpas dönemlerinde Akit, Taraf, Zaman gibi gazeteler Kılıçdaroğlu’nun etnik kökenine, siyaset ve bürokrasi geçmişine ve CHP geleneğine karşı ipe sapa gelmez, çoğu zaman yanlış ve çirkin saldırılarda bulundular.
CHP’deki Damar ve Dönüşüm
Çeşitli taraflar müspet veya menfi CHP’deki dönüşümü büsbütün başkalaşım olarak görebiliyor. Bu elbette ki gerçeğe uygun değil. CHP kurucu parti olduğundan ve Cumhuriyetin ilk yüzyılının pek çok rengini içinde barındırdığından, CHP ne kadar değişirse değişsin köklerinde ve tarihinde bulunan kimi ögeleri korumak zorunda olduğu açıktır.
Dönüşümden bahsedeceğiz, ancak CHP’de değişmeyen şeylerden bahsetmek gerek.
CHP radikal sol siyasetlere pratik bakımdan uzaktır. Bu değişmemiştir. Söylem bazında radikal soldan dahi beslenebilse bile devletin ve hakim sınıfların hassasiyetleri burada etkilidir. Sola yönelimin bir sınırı vardır. Bu sınır nesneldir. CHP’nin başındaki herhangi bir yönetimin kontrolünden veya tercihinden bağımsızdır.
CHP radikal sağ siyasetlere hem pratik hem de söylem bakımından uzaktır, hatta bu siyasetlerin karşısındadır. CHP, radikal İslam’a, ırkçı milliyetçiliğe ve serbest piyasacılığa karşıydı, karşıdır, karşı olacaktır.
Bununla birlikte CHP bir yanıyla merkezi tuttuğundan, özellikle AKP döneminde merkezin sağ erimesiyle birlikte merkez sağın eski siyasetçilerin ve seçmenin sığındığı bir liman olduğundan merkez sol ve sağın çeşitli ögelerini hem pratik hem de söylem bazında bünyesinde barındırmaktadır. Bu bakımdan, liberal ekonominin, kültürel-yurttaş milliyetçiliğinin, mütedeyyin kesimlerin kaygılarının CHP’nin pratiğinde ve söyleminde yer bulması ne yenidir ne de şaşılasıdır.
Dahası, II. Dünya Savaşı sonrası kurulan düzende, CHP, devletin dış politikasıyla da olabildiğince uyumlu hareket etmeye çalışmıştır. NATO, Ortak Pazar-AET-Gümrük Birliği ve en son AB ile iyi ilişkiler geliştirmeye özen göstermiştir. Ne var ki, 1 Mart Tezkeresi sonrası, özellikle de Batılı ülkelerin AKP’ye yoğun desteği sonucu, CHP’nin Batıyla ilişkileri sekteye uğramıştır.
Bu vakalara karşın, siyasetle siyasal programın arasındaki ayrım göz ardı edildiğinden CHP’nin konumu pek çoklarınca doğru saptanamamış ve ya gereksiz övgülere ya da haksız yergilere konu olmuştur.
CHP siyasal program olarak bağımsızlıkçıdır, kamucudur, yurttaş milliyetçisidir ve halkçıdır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’si de bu programla uyumludur. Hatta, denilebilir ki, bu programa 1980 sonrası CHP geleneğini temsil eden partilerin yönetimlerinden daha bağlıdır. Peki, o halde değişen nedir?
Değişen şey, küresel, bölgesel ve ülkesel konjonktür; üretim ilişkileri; ekonomi politik karar alıcıların yapısı ve tüm bu değişimler karşısında insan malzemesinin ve CHP yönetiminin siyaset yapma anlayışının dönüşümüdür.
Üretim ilişkilerindeki dönüşüm sonucu, insanlar atomize olmuş, beyaz yaka-mavi yaka ayrımıyla emekçi kesimler arası örgütlülük sekteye uğramış, liberalizasyon ve küreselleşmenin getirdiği Yeni Ortaçağ nedeniyle sendikalaşma zayıflamış; tüm bunlara mukabil, geniş kitlelerin tüketim alışkanlıkları ve toplumsal ilişkileri dönüşmüştür. Böylesi bir ortamda, kitlesel emekçi eylemleri oluşsa bile eski etkilerini yaratamamaktadır.
Tarikat-siyaset-mafya ilişkileri yoğunlaşmış, adeta mayfokrasi oluşmuştur. Sivil toplumun yapısı değişmiş; belediyeler eliyle yeni bir mafyatik sınıf oluşmuş ve bunlar medyaya hakim olmuştur.
En büyük değişim: Siyaset Yapma Anlayışı
Hal böyleyken, sosyal medyanın ortaya çıkmasıyla birlikte muhalefete yeni bir imkan belirmiştir. CHP’nin yeni yönetimi işte bu sorunlar ve imkanlar karşısında yeni bir siyaset anlayışına varmıştır. Bu anlayışın öncüsü, planlayıcısı Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
Bu anlayışa göre,
-
Kitlesel eylemler yerine, yerellerde ağlar kurarak, kanaat önderleriyle görüşülerek güç biriktirilecektir.
-
Yolsuzluk, Yasaklar ve Yoksulluğa (3Y’ye) karşı Hak, Hukuk ve Adalet savunulacaktır.
-
Hak, hukuk ve adaletin tutarlılıkla ve samimiyetle savunulabilmesi için tüm mağdurlarla bir araya gelinecektir. Burada mağdurların CHP ve geleneğiyle ilişkisindense mağdurların AKP rejimiyle sorunları odak noktası olacaktır. Mağdurların sorunları ve tepkisi, arzu edilen siyasal ve toplumsal dönüşüm için kullanılacaktır.
-
Düşman azaltılıp dost çoğaltılacaktır.
-
Küresel, bölgesel ve ülkesel dayatma ve mecburiyetlere karşı açıktan tavır koymak yerine, bu dayatma ve mecburiyetlerden kendi programımızı hayata geçirmek için yararlanılacaktır. Söz gelimi, AB’nin koyduğu standartlar, kendi programımızla uyumlu olduğu sürece siyaseten kullanılacaktır. Bu kapsamda, aile destekleri sigortası, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, fikir ve ifade özgürlüklerinin genişletilmesi, hukukun üstünlüğü gibi konularda Batılı kurumların söylem, baskı ve dayatmalarına doğrudan karşı çıkmak yerine, bunlarla mücadelenin yelkeni şişirilecektir.
-
Ketumiyetle, muhalifler arasındaki sorunlar hasır altı edilip ortaklaşılabilecek konulara ağırlık verilecektir. Bunun en veciz ifadesi, ”Birleşe Birleşe Kazanacağız” şiarıdır.
-
Çözülebilecek ve acil sorunlara ve bunların çözümlerine odaklanılarak diğer daha köklü sorunların da çözümlerine kapı aralanacaktır. Bu bakımdan, Popperci siyaset-toplum mühendisliği benimsenmiş görünüyor.
-
Halkın içindeki çelişmeler yerine halkla rejim arasındaki çelişmelere odaklanılacaktır.
-
Sistemin medyasına karşı sosyal medyanın da gücüyle muhalefetin medyası inşa edilecektir.
-
Müttefiklerle çelişmeleri, müttefiklerin birbirleriyle çelişmelerinden yararlanarak CHP’nin ”Türkiye’nin birleştirici gücü olma” şiarı bağlamında değerlendirme düsturu benimsenecektir. Böylece, ittifakta çatlak sesler çıksa bile küçük çaplı çatışmaların sonunda CHP akil, sorun çözücü ve birleştirici adımları atan bileşen olarak ortaya çıkacaktır.
-
CHP’yi tutarlı kılmak adına, CHP’den uzaklaştığı takdirde CHP’nin mücadelesine karşı birer silaha dönüşebilecek sorunlu unsurlar, CHP’nin içinde veya çeperinde tutularak dışarıdan tehdit oluşturmayacak şekilde idare edilecektir.
İşte burada 11 madde ile özetlediğimiz bir anlayışı benimseyen Kılıçdaroğlu yönetiminin şimdiye kadar izlediği yolu daha anlaşılabilir kıldığıma inanıyorum.
Bu süreçte, CHP’nin ne dış politika vizyonu ne ekonomik yaklaşımı ne de toplumsal ilişkilere dair tasavvurları değişmiştir. Değişiklikler, üslupta, önceliklendirmede ve hareket tarzındadır. Elbette, konjonktür de değiştiğinden bu değişikliklerin etkisi daha da büyük olmaktadır.
Belki de en büyük farklılık Atatürk algısındadır. Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılında, Atatürk’ün ve takipçilerinin birinci yüzyılımızda yaptıklarını tekrar mı edeceğiz yoksa yeni koşul ve imkanlara göre Atatürk vizyonunu yeniden mi yorumlayacağız. İşte mesele bu. Burada, Atatürk gibi olma taraftarıyım. Özetle, yeni koşul ve imkanlar ve yeni konjonktür karşısında pragmatizme sarılıp kurucu değerlerimizde ifade olunan büyük özlemlerimize, yani bağımsız dış politika, sınıfsız ve kaynaşmış toplum, bağımsız ve güçlü ekonomi ve insanlık ailesinin saygın bir üyesi olma ideallerimize bizi en çok yaklaştıracak siyasetleri belirleme taraftarıyım. Gördüğüm kadarıyla, CHP yönetimi de bunun peşinde.
Dostlara bir uyarı. Bu süreçte, ”en tutarlı”, ”tarih karşısında doğruları söyleyen” ve ”en devrimci” aydın olma yarışına girmektense bu dönüşüme katılıp süreci sekteye uğratabilecek kadro, söylem ve hareketleri fiilen engellemek elzemdir. Gölge etmemek yetmez, sürece katılmak gerek.
Cumhuriyetimizi İkinci Yüzyılında demokrasiyle taçlandırma ve bu rejimi demokratik yollardan alaşağı etme umutlarıyla yine baharlar gelsin!