Geçen ayki yazımda Küçük Güzeldir kitabını temel alarak küçüklük ve yerellik tartışmaya bir başlangıç yapmıştım. Bu ayki yazım, kısmen o yazının devamı niteliğinde olacak. Sürdürülebilirlik tartışmalarının büyük toplumsal ve ekonomik sarsıntılarla ilişkisini ve sürdürülebilirliğe dair bakış açılarında yaşanan değişimleri ele alacağım.
Küçük ölçeği ve yerel üretimi, koronavirüs salgınıyla beraber yeniden tartışmaya değer bulduğumdan bahsetmiştim. Aslında Küçük Güzeldir kitabı ve bu kitabı da içine katabileceğimiz, ekonomik büyümeyi ve üretim şekillerini temelden sorgulayan akımın, benzer bir sarsıntı döneminde ciddi olarak sahneye çıkması tesadüf sayılmaz. Özellikle 1973’teki İsrail-Arap Savaşı’nın petrol fiyatlarındaki ani artışı tetiklemesi ve bunun ucuz petrole dayalı üretime ve refaha bağımlı hale gelmiş Batıda sebep olduğu şok, bu temelden sorgulayıcı bakış açılarının oluşmasında ve ilgi görmeye başlamasında azımsanmayacak bir öneme sahiptir.
Bu yeni ve eleştirel yaklaşımda, bugünün “tüketim çılgınlığı” eleştirisinden daha sağlam bir eleştiri görüyoruz: Üretim ve büyüme eleştirisi. Üretim probleminin çözüldüğü yanılsaması, bizi doğanın sınırlarını görmezden gelmeye itiyor; üstelik doğa, üretimin insan yapımı olmayan ve yenilenemeyen/ yerine konulamayan hammaddesini de barındırdığı halde. Üretim takıntısının şekillendirdiği ekonomik ve toplumsal düzende sürdürülebilirlik söz konusu olmadığı gibi her türlü değer de erozyona uğramaya başlıyor.
Niceliği ve niteliği sorgulanmayan bir üretim sevdası, en az toplumu yalnızca tüketmeye sevk eden ekonomik planlar ve siyasal söylemler kadar tehlikelidir. Nitekim, şimdilerde Türkiye’nin en sağcı figürüne dönüşmüş bir zat bir ara “üretim ekonomisi” gibi bir şeyler geveliyordu. Her zaman ve her platformda büyük laflar söyleyerek tatmin olan birinin bu söylemde bulunması aslında söylemin ne kadar düşüncesizce olduğuna dair de bir işaretti. Üretimin kimin için, kimin kârına, hangi koşullarla gerçekleşeceğine dair tartışma, üretim tartışmasının ön koşuludur. Öyle ki, geçen sene İstanbul Planlanma Ajansının toplantısına katılan Kolombiya Üniversitesinden Profesör Saskia Sassen de sorumsuzca üretmenin endişe verici olduğundan bahsediyor.i Bu sorumsuzluğu gidermenin koşulu doğal ve sosyal sınırları dikkate alan bir üretim anlayışının ekonominin ve siyasetin temeline yerleştirilmesinde yattığını söyleyebiliriz.
Bu noktada bir parantez açıp sürdürülebilirliğin ne olup ne olmadığını da kısaca tartışmak istiyorum. Her ne kadar neoliberalizm eleştirileri yapılsa da ben sürdürülebilirliğin “güçlü” ve “zayıf” olarak ikiye ayrıldığı bakış açısının daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Güçlü sürdürülebilirliğin özelliği çevresel, toplumsal, siyasi ve ekonomik pek çok alana dair parametreler barındırması. Nitekim Birleşmiş Milletlerin Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinde (SDH) adalet, eşitlik ve barış gibi başlıkların yer alması bize yozlaşmakta ve eşitsizleşmekte olan dünya düzenine karşı eleştirilerin yavaş yavaş büyük ajandalarda yer bulan maddelere dönüştüğünü gösteriyor. Öte yandan, BM SDH listesinde de yer bulan “ekonomik büyüme” hedefine karşı sürdürülebilirlik için küçülme önerisi, salgının sonuçlarına da dayalı olarak yeniden tartışılmaya başlandı.ii
Türkiye’de Sürdürülebilirlik ve Dev Yapımlar
Geçen yazıdaki gibi bu yazıda da konuyu biraz Türkiye düzleminde neye denk geldiği konusunda tartışma gereği duydum. Öncelikle, Türkiye’de üretim olmadığı, Türkiye’nin yalnızca tüketen bir ülkeye dönüştüğü özellikle muhalif kesimde sıkça dillendiriliyor. Bu değerlendirmelerde doğruluk payı olduğunu gerek ekonomik verilerden gerek halkın davranış biçiminden görebiliriz. Öte yandan son yıllarda Türkiye’de araştırsak karşımıza çıkacak ve artış göstermiş bazı üretim alanları da görebiliriz. Ancak bunlar toplamda bir anlam ifade etmeyebilir. Sebebiyse bu alanlarda üretimin sürdürülebilirliğin koşulu olarak bütüncül ve adil bir süreç içinde gerçekleşmiyor olmasıdır. Sözgelimi, Türkiye son on yılda altın madenciliğinde büyük bir “atılım” yapmıştır. 2000’lere kadar onca kalkınma sevdalısı hükümet görmüş Türkiye hiç altın çıkarmamışken bir anda bu alanda Avrupa birincisi oluvermiştir. Öte yandan çoğu zaman bölgedeki ormanların, su kaynaklarının ve tarım alanlarının tahribatıyla sonuçlanan bu üretim, uzun vadeli ve sürdürülebilir başka üretimleri olanaksız hale getirme tehlikesi bile taşımaktadır.
Türkiye’nin inşaat-madencilik-turizm üçgenine sıkışmış ekonomisi, ciddi bir sürdürülebilirlik sorunudur. Tarım ve teknoloji başta olmak üzere yatırımın ve üretimin başka alanlara kayması gerekliliği pek çok çevrede dile getirilmektedir. Bununla birlikte sürdürülebilirlik arayışı olmadıkça bu dönüşüm gerçekleşse bile uzun vadede faydalı olmayacaktır. Çünkü, sorun ne yaptığınızdan önce nasıl yaptığınızdır. Yani inşaat yapmak tek başına bir olumsuzluk arz etmediği gibi tarım yapmak da tek başına masum ve zararsız değildir. Bu noktada Portekiz’den bir örnek vermek isterim: Portekiz diktatörü Salazar, iktidarı boyunca ülkeye sanayi mümkün olduğunca sokmamış. Arka planında işçilerin kitleler halinde bir arada bulunmasından ve örgütlenmesinden kaçınmak olduğunu düşündüğüm bu eylemini halka şöyle sunmuş: Bakın sanayi olan ülkelerde hep kirlilik var! Halbuki aynı dönemde Lizbon’un kıyısında kurulduğu Tejo nehri tarımsal üretimde kullanılan teknikler ve ürünler nedeniyle kirlenmekte. Öyle ki, Tejo’nun daha on sene öncesine tarımsal üretim kaynaklı olarak kadar çok kirli olduğunu söyleyen Lizbonlulara rastladım. Hatta, etrafında çok sanayi olmayan bu nehir halen azalmış olmakla birlikte kirlilik sorunu yaşamakta.iii
Türkiye’de sürdürülebilirliği tartışırken özellikle devlet eliyle yapılan bazı işleri mutlaka tartışmamız lazım. Ülkemizde devletin bu kadar merkezî olması ve biraz da buna bağlı olarak büyük maliyetli işlerle öne çıkması bu tartışmayı zorunlu kılıyor. Aklıma ilk gelen işler yollar, köprüler ve hastaneler. Son zamanlarda bütçeyi giderek zorlamaya başlayan bu hizmetlerin sürdürülebilirliği ciddi bir sorundur. Boyutundan ihale şekline adeta “beyaz fil”eiv dönüşmüş bu projeler, nihayetinde alakasız pek çok üründeki vergiye ve hizmete zam olarak vatandaşa dönmeye başlamıştır. Tam bu noktada özellikle seçim sonuçlarından yola çıkarak halkta ve seçilenlerde ciddi bir dönüşümün kendini göstermekte olduğunu söyleyebiliriz. Ak Parti’nin 2019 yerel seçim süreci boyunca çılgın projelerden bahsetmemesi, Ekrem İmamoğlu’nun “Temel Atmama Töreni”, Mansur Yavaş’ın çılgın projesi olmadığını üzerine basa basa dile getirmesi bu açıdan dikkat çekicidir. Kanal İstanbul tartışmalarına dair anket sonuçlarında görülen eğilim de bu yöndedir. Aynı şekilde, CHP’den Ak Parti’ye tüm partilerden seçmenlerin iklim değişikliğini hissediyor ve bir sorun olarak görüyor olması da sürdürülebilirliğin partilerin gündemlerine daha ciddi ve geniş bir şekilde girmesi gerekliliğini göstermektedir.v
Öte yandan, yukarıda bahsedilen hizmetler, üretimin bir karşıtı olarak görülmemelidir. Aynı inşaat-tarım karşılaştırmasında olduğu gibi altyapı ile üretim birbirini tamamlayan şeylerdir ve biri diğerinden daha iyi ya da kötü olgular değildir. Mesele, bu konudaki eylemlerin planlı, bilimsel gerçekliklere dayalı, şeffaf ve sürdürülebilir bir şekilde gerçekleştirilmesidir.
Yaklaşımda Dönüşüm Zamanı
Üretimin ve altyapının doğal sınırları zorlamadan, ekonomik gerçekler göz önünde bulundurularak ve gelir adaletsizliğini azaltacak şekilde planlanıp gerçekleştirilmesi tüm dünya için bir ihtiyaç olmaktadır. Bu noktada “üretim”, “hizmet”, “altyapı”, “kalkınma” ve “büyüme” gibi kelimeleri duyduğumuzda konuşulanlara bir “sürdürülebilirlik” gözlüğüyle yaklaşmak giderek önem kazanmakta. Bu yaklaşımın toplumun bütün bireylerine yayılmasını sağlamak için günlük hayattan pek çok örneğimiz ve dönüştürücü tartışma fırsatımız olduğunu düşünüyorum.
i https://t24.com.tr/yazarlar/ozlem-yalim-tasarim/istanbuldan-saskia-sassen-ve-richard-sennett-gecti,25580
iii https://www.theportugalnews.com/news/tagus-river-pollution-the-worst-environmental-occurrence-of-2015/37054
iv “Beyaz fil”le bakımı ve devamlılığı özellikle ekonomik açıdan zor ve nihayetinde işlevsiz hale gelebilen yapıları/işleri kast ediyorum. Daha ayrıntılı bir tanım ve ilginç örnekler için bkz.: https://yesilgazete.org/blog/2019/12/26/valenciadan-kanal-istanbula-dunyanin-beyaz-filleri/