İnsanlık tarihi boyunca yönetenler, yönetilenlerin haklarını, hukuklarını ve özgürlüklerini engellemeye, bastırmaya çalıştı. Düzenin sürmesi esastı…
Egemen anlayış, sömürü çarkını sürdürmek için zulmü, kimi zaman insanlık dışı faşizan uygulamaları devreye soktu.
Ölüm ve işkence, hapis, baskı, işsizlik, yoksulluk iktidarların elinde silah olarak kullanıldı.
***
İnsanlık, yani asıl olarak yönetilenler, egemenlere karşı hak ve özgürlük mücadelesi verdi.
Bu yolda kazanımlar, adım adım sağlandı.
Sömürüye, kapitalizme karşı sosyalizm de, yönetenler yüzünden 20. yüzyılı yenilgiyle kapattı. Ancak 21. yüzyılda hâlâ geçerli bir insanlık ülküsü, düzeni felsefesidir.
***
Bugün Batı demokrasisi dediğimiz düzen de özünde sömürü sisteminin, sermayenin bir aracıdır.
Özgürlükler, büyük ölçüde egemenlerin çerçevelediği sınırlarda geçerli ne yazık ki.
Ülkemiz bugün, burjuva demokrasisinde geçerli olan özgürlük ve haklardan bile yoksun.
Öyle ki insan hakları, özgürlükler AKP iktidarıyla 17 yıl öncesinin de gerisinde.
İhlaller, 12 Eylül düzenini çağrıştırıyor.
Tek adam düzeni, otoriter, totaliter yönetim, toplumun üstüne kâbus gibi çöktü.
İşin garip yanı, bu baskıcı düzene muhalif kimi kesimlerin de tepki gösterdikleri yaklaşımları, belirli ölçüde içselleştirmeleri, kendi bünyelerinde de barındırmaları, meşrulaştırmaları.
İktidarın azgınca sürdürdüğü baskıcı yaklaşımların siyaset arenasındaki muhalif kesim ve kurumlarda da belirli ölçüde yaşanması, ilginç bir ironi oluşturuyor…
Üniversiteler, meslek örgütleri, medya (muhalif olanlar da dahil), hatta sivil toplum örgütleri bile sözüm ona dışladıkları tek adam yönetimini içselleştiriyor.
Oysa sömürüyü geriletecek, özgürlükleri genişletecek yöntem, sınıf ve emek mücadelesidir.