Bilişim teknolojisindeki yenilikler yaşamı kolaylaştıradursun, yapay zeka kuramsal alanda felsefi ve mantıksal pek çok soruyu beraberinde getiriyor. Bu yazıda yapay zekanın temellendirildiği sayısal dizgeler üzerine felsefi bir problemler kümesini, diğer bir deyişle matematiğin ve mantığın paradokslarını ele alacağız.
Bilgisayarların ve bilgisayar destekli dizgelerin pek çok örneklendirilebilir uygulama alanı bulunmaktadır: Büyük çaplı endüstriyel üretimler (örneğin otomotiv endüstrisi), görece küçük ölçekli uygulamalar (örneğin bilgisayar kontrollü kendi kendini süren otomobiller), sistem düzenlenmesi (örneğin trafiğin düzenlenmesi), kişisel yardımcılar (örneğin otomobili sürerken ses kontrolü yardımıyla güncel hava durumu hakkında bilgi almak) bunların bir kısmıdır. Bilgisayarların gerek yazılımsal gerek donanımsal ilerlemelerle gelecekte, “süper” bilgisayarlara evrileceği; buna paralel olarak, süper-üstün zeka olarak ifade edebileceğimiz insan yetilerinin çok üzerinde yeni mekanik ve elektrikli sistemlerin ortaya çıkacağı öngörülüyor – tıpkı insanlarındaki zeka yetilerine sahip, hatta daha üstün, yapay zekaya sahip olacakları bunun bir sonucu olacak. Bu görüşün iki sonucu var: İlki, insanlığın kolaycılığımıza ve en azından bedensel tembelliğimize hitap ettiği için görece umutlandırıcı bir sonuç. Ancak, meselenin diğer tarafı bu zekanın artık bize ihtiyacı olmadığına karar verdiğinde bizden kurtulmak istemesidir.
Gerçekte yukarıda belirttiğimiz ikinci durum pek olanaklı gözükmüyor. Evet, sıkı bir olanaklılık savunusu adına gelecekte böyle bir olasılıktan söz edebiliriz belki, küçük de olsa bir kuşkuculuğu korumakta belki yarar var. Ancak yapay zekanın olanaklılığı tartışmalarına getirilen güçlü eleştirilerin felsefi ve mantık açısından önemli bir boyutunu ele alacağız: paradokslar.
Paradoks hakkında pek çok tanımlama yapılabilir, yine de en genel tanımını şöyle ifade edebiliriz: Genellikle kabul edilebilir öncül veya öncüllerden yola çıkarak kabul edilebilir bir akıl yürütme ile ortaya çıkan kabul edilemez bir sonuç veya akla yatkın olan ancak birbirileriyle çelişen sonuçlar. Paradoksların sunuluşu itibariyle yukarıda belirttiğimiz gibi akla yatkın ve doğru ya da en azından ifade edilmesinde herhangi bir tutarsızlık olmayan öncüllerden hareket edildiği için herhangi bir aldatmaca, sonucu gizleme ya da olmayan bir sonucu oluyormuş gibi gösterme yoktur. Diğer bir deyişle paradoksların sunulduğu argümanlar ilk bakışta son derece akla yatkındır, fakat vardığımız sonuç bizi bir çıkmaza veya çelişkiye götürür. Paradoksların tarihi en az felsefe tarihi kadar eskiye gitmektedir. Aristoteles de bu çelişki doğuran dolayısıyla kabul edilemez akıl yürütme sonuçlarına uslamlama (logoi) demiş, ama sonuçları itibariyle ele alındığında birer safsata ya da yanılım (paralogismoi) olduklarını ifade etmiştir. Ünlü filozof Willard van Orman Quine “Paradokslar tarihte birden çok kez, düşüncenin temelinde büyük bir yeniden inşaya neden olmuştur” demiştir.
Özellikle 20. yüzyılın başından itibaren genel olarak matematiğin, özel olarak da aritmetiğin temellerini bugünkü bilgisayarların da temeli olan mantığa indirgenmesi çabaları birtakım paradoksları da beraberinde getirmiştir. Mantığın temel yasaları üzerine inşa edilen kavramsal tanımlamalar ve çıkarımlar üzerine bu paradokslar, bizi korkutacak yapay zeka geleceği önündeki en büyük engeldir. Burada iki temel özellik üzerinden bu paradoksları inceleyeceğiz: biçimsel paradokslar ve anlamsal paradokslar.
İlk olarak özgün haliyle büyük matematikçi ve filozof Gottlob Frege’nin aritmetiğin temellendirmeye dair çığı açıcı nitelikteki çalışmalarına en önemli karşı sav olarak nitelendirilen ve biçimsel bir paradoks olan Bertrand Russell’ın adıyla anılan Russell paradoksunu ele alalım. Herhangi bir kümeyi kolaylıkla belirli nesnelerin topluluğu olarak tanımlayabiliriz. Bu tanımdan hareketle bazı kümelerin kendi kendilerinin elemanı olduğu açıktır. Örneğin, üç elemandan fazla elemanlı kümelerin kümesi gibi. Öte yandan bazı kümeler kendi kendilerinin elemanı değildir. Örneğin öğrenciler kümesinin, “öğrenciler” diye bir elemanı yoktur. Şimdi paradoksu sunalım: kendi kendilerinin elemanı olmayan kümeler, kendilerinin elemanı mıdır? Eğer elemanı ise kendi kendilerinin elemanı olmayan kümeler, kümenin tanımı gereği, kendi kendilerinin elemanı olmayacaktır. Eğer elemanı değil ise kendi kendinin elemanı olmayan kümeye ait olacakları için kendi kendilerinin elemanı olacaktır. Bu ise açık bir çelişkidir, çünkü doğru ise yanlış, yanlış ise doğrudur.
İkinci paradoks, anlam (bilimsel) paradokslara bir örnek sunan Kurt Grelling ve Leonard Nelson adlı iki mantıkçının soyadıyla anılmakta. Grelling-Nelson Paradoksu iki sözcük türü tanımlar. Birincisi kendi kendini tanımlayan ifadelerin oluşturduğu otolojik kategorisidir. Örneğin “Türkçe” Türkçedir, “sözcük” sözcüktür. O halde, Türkçe ve sözcük birer otolojik ifadedir. İkinci ifade kategorisi, kendi kendini tanımlamayan ifadelerin oluşturduğu heterolojik kategorisidir. Örnek vermek gerekirse, “İngilizce” İngilizce değildir (çünkü Türkçedir), “cümle” cümle değildir, vb. Şimdi şu soruyu soralım: Heterolojik sözcüğü heterolojik midir? Kendi kendini tanımlamayan (heterolojik) ifadeler kendi kendilerini tanımlamıyorsa kendini kendilerini tanımlar; kendi kendilerini tanımlıyorsa kendini kendilerini tanımlamazlar. Diğer bir deyişle paradoksun ortaya koyduğu çelişkili sonuç şudur: Heterolojik sözcüğü otolojik ise heterolojik, heterolojik ise otolojiktir.
Son olarak biçimsel ve anlamsal olmak üzere her iki türdeki paradoksun da iç içe geçtiği bir paradoksla son paradoksumuzu örnekleyelim. Bu paradoksu Milet doğumlu Eubulides’e borçluyuz. Yalancı Paradoksu olarak da bilinen bu paradoks kendini yanlışlayan ifadeler için ortaya sunulur. “Söylemiş olduğum bu cümle yanlıştır” ifadesi eğer cümle yanlış ise doğru, doğru ise yanlıştır. Felsefe tarihinin belki de en kadim bu paradoksu her iki kategorinin bu denli iç içe geçmesi belki de zekanın çok boyutluluğunun ve kavrayışının bu denli çetrefilli oluşunu göz önüne serecektir.
Gerçekten de sormamız gereken sorulardan biri de bilgisayarların zeka gösterme ölçütünü en insanların gerek ve yeter koşullarını sağlayarak nelerdir? Bilgisayarların satranç önceki oyunları depolaması, örnek alması ve oyunlardaki bütünsel dizgeyi serimlemesi yine de bir oyuncunun bilinç düzeyinde bir zeka sergilediği anlamına gelir mi? Bizi aldatabilir ya da yalan söyleyebilir mi? Bu sorulara iyimser yanıt bilgisayarların, ya da makinelerin, pek çok veriyi depolayabilme ve işleyebilme yetilerine sahip olması ki, bu bizim bilişsel yetilerimizin çok üstündedir, ancak yine de zeki olduklarını söylememiz için yeterli midir? Yapay zekanın olanaklılığı sorusuna verilebilecek olumsuz yanıtın özü bu paradokslardadır.
Bu yazıyı özetlersek, bir taraftan yapay zeka temellerine ait paradoksların kavrayabileceğimiz bağlamda korkulacak bir kıyamet sonuyla karşılaştıracağımızdan oldukça uzak olduğumuz sonucunu çıkarabiliriz. Ne var ki diğer taraftan bu kolay hesap araçları özellikle iletişim ve bilgi depolamada çok kuvvetli bir silah olarak karşımıza ciddi bir tehdit olarak çıkabilir.