Bu sene İzmir Karaburun’da ütopyaların 28. toplantısı yapıldı. Son 5 senedir katıldığım bu etkinliğin zengin geçmişinin ardındaki birikimlerin açığa çıktığı bir etkinlik olması nedeniyle düşünsel hayatıma önemli katkıları oldu.
Bu seneki ütopyaların ana konusu 100.Yılında Emperyalizme Karşı Yeniden Ütopya üzerineydi. Toplantıya ilk günkü oturumlarının ancak sonuna yetişebildiğim için toplantının ikinci gününden itibaren tam anlamıyla katılabildiğimi söyleyebilirim. İkinci gün değerli dostlarım Dr. Hande Orhon Özdağ’ın “Cumhuriyetin 2. Yüzyılında Başka Bir Dış Politika Mümkün mü?”, Ali Berk İdil’in “Kemalizmi Uluslararası Bağlamda Düşünmek: 20.Yüzyıldan Dersler” ve Özgün Emre Koç’un “21.Yüzyılda Bilgi Savaşları: Emperyalizm, Bilgi Asimetrisi, Özgürlük” güncel ve teorik siyasete dair etkileyici sunumlarıyla ve Em. Tümamiral Cem Gürdeniz’in “100.Yılında İzmir’den Mavi Vatana Kavuşan Anadolu” anlatımıyla tamamladım. Üçüncü ve son gün ise program daha da yoğun ve bilgi doluydu. Prof. Dr. Barış Doster’in “Atlantik’teki Çözülme ve Emperyalizm”, Ahmet Müfit Bayram’ın “Küresel Sermaye Hareketleri ve Bağımsızlık” ve üstadım Cenk Özdağ’ın “Cumhuriyetin 2. Yüzyılında Kollektivist Demokrasi Hayali” sunumları oldukça etkileyiciydi. Ardından değerli arkadaşlarım Gamze ve Mert Kılıç’ın “Bilim ve Teknoloji Kapitalizmi Yenmeye Yeter mi?” sunumlarını dinledim.
Karaburun yolculuğundaki samimi ve eğlenceli yoldaşlıkları ve 28. Ütopyalar Toplantısı boyunca oldukça bilgi dolu sohbetleri için Ahmet Müfit Bayram hocama ve iki senenin ardından tekrar görüşebilme şansı bulduğum Yaşar Aksoy’a teşekkürlerimi sunarım. Aydınlık geleceğe dair umutları yeşerttikleri için başta sayın Enis Musluoğlu ve Aylin Musluoğlu’na ve tüm Dağarcık Türkiye ailesine bu verimli ve eğlenceli etkinlik için içten teşekkürlerimi sunarım.
Bu yazıda ütopyalar toplantısındaki konuşmamın konusu olan bağımsızlığın 100. yılında bilgi ve eğitimle perçinlemenin ussal arka planını ve önemini kendi görüşlerim çerçevesinde sizlere sunmaya çalışacağım.
Felsefede yaygın bir tartışma konusu olan felsefe sözcüğünün antik ve klasik çağ insanları için batı felsefesi bağlamında ve günümüzde fen bilimleri olarak adlandırdığımız bilgi kuramı kapsamında bir anlama sahiptir. Buna ek olarak sosyal bilimler için de benzer bir durumdan söz edebiliriz. Genel olarak bunun görünürdeki nedeni felsefenin tüm temel kavramları ve dahası sözcüğün kendisi, onu ilk kez kullanan ve dünya dillerine kazandıran geleneğin düşünme biçimlerine borçludur. Bu geleneği tanımlayan tarihsel süreçler ise antik dönem Anadolu felsefesi, Atina okulları, Roma Felsefesi, İslam filozoflarının felsefesi, Avrupa felsefesi ve son olarak çözümleyici felsefe olarak adlandırılan mantığa yani tutarlı uslamlamaya ve bilimin olgularına yani gerçekliğe dayanan analitik felsefedir. Bu tarihsel süreç boyunca insanlığın düşünce biçimlerinin felsefe kavramı içinde anlamlandırdığı çeşitlilik başka bir derin araştırmanın konusudur.
Bağımsızlığımızı 100. Yılında yeniden düşünürken cumhuriyetimizin kuruluşuyla 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren günümüze kadar gelen sürecin devamında felsefe, bilim, sanat ve teknolojide meydana gelen değişiklikler, derin etkileriyle ülkemize çağdaşlaşma ve bilimsel ilerleme yolunda çok büyük katkıları oldu. Cumhuriyetle birlikte perçinlenen Atatürkçü düşünce ışığında bilimin ilerlemesi, akılcılık, uygarlık, evrensellik e özgürlükler arasında kurulan nedensel ve niteliksek bağlantılar Türkiye’yi bağımsızlığının şafağında, özellikle 20. Yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren büyük yıkımların yaşandığı başta Dünya savaşları ve sonrasındaki Soğuk Savaş döneminde felsefe ve bilim alanında hatırı sayılır önemde bir konuma getirdi. Ne var ki, günümüzde bu mirasa paralel bir düşünsel ve kuramsal birikim kendini özellikle felsefe ve bilimin ortak paydası olan ileri teknoloji ve bugünün geleceği yapay zeka ve bilinç çalışmalarında gerçekleyememiş, dahası gittikçe artan şiddette akademik çoraklık bağımsızlığın mirasını da artık tükenme noktasına getirmiştir. Buradan hareketler tabloya dışarıdan bakan bir gözlemci felsefe, bilim, çağdaş toplumsal yapının yıkıma uğratılması bağlamında anlamında ilerici uygarlık ve akıl arasında, bırakın nedensel olabilecek bağlantıları, herhangi bir bağıntı olup olamayacağını sorgulamaya başlatmaya çalışarak bilimin olgularında bizi uzaklaştırmaya çalışmıştır. Görünen o ki cumhuriyetle başlayan aydınlanmanın kazanımlarının toplumsal hayattan koparılarak, akılcılığın ve mantığın evrensel kavramları artık çalışmaz hale gelmeye başlamıştır. Hakikat ve algısı, yeni bilimsel gelişmelerin olanak verdiği teknolojileri ve bunun sonucunda da iletişim araçlarının aracılığıyla gerçekliği eğip bükebilmekte ve alıcılarına hiçbir engele takılmadan hızla iletilebilmektedir.
Gelgelelim mesele felsefenin ve bilimin sunduğu olgusal ve akılcı birikimin bağımsızlığı tam da bu noktada perçinlemesini beklerken, insanlık birer özneye indirgenerek göreceliğin zincirlerine mahkûm edilmektedir. Neredeyse bilgisayarlarının ya da telefonlarının ucundaki nesne insana dönüşmesi, yeni fikirlerin ancak kişilere tüketim malzemesi olarak sunulması, kendi yetkinliğine bırakılmaksızın bazı uzmanların fikirlerinin baskın kaynak olarak birincil yönlendirici olması, özellikle ülkemizde düşünsel bağımsızlığın ve güvenilir ve doğru bilgiye eleştirel olarak erişebilmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Halbuki daha 1960lı yıllardan itibaren atılan mantık devrimi atılımlarının tam aksine, yüzüncü yılın son çeyreğinde bireylerin kendi iradeleriyle ancak akılcı tutarlı ve eleştirel bakış açılarıyla evrensel ilkeler bağlamında felsefeyi, bilimi ve sanatı değerlendirebilme, yorumlayabilme, sorgulayabilme, eleştirebilme yetileri hem bilişsel hem de düşünsel olarak bağımsızlığını kısıtlamıştır. Düşünsel ve bilimsel güncelin en kısa sürede tüketime hazır olması bu bağımsızlığın kaybedilmesi için yeterlidir. Çünkü tüketim yerine yenisi konmayınca doğal olarak nihayete eren bir şeydir. Ancak güncel olayların ve olguların, koşulları ortaya koymanın gerekliliğinin farkında olamayacak kadar geçmiş ve gelecek arasına sıkışmıştır gerçeklik. Kapsamlı emeğin eseriyle bilgiye ulaşmayı ve onun hakkında bir fikir edinmeyi başarmanın duygusundan yoksunlaştıran üretim ve tüketim dizgesi, gerçekliği bilginin kollarından kolayca uzaklaştırmaktadır. Bilginin ışığı altında yatan sorgulamanın ve akıl yürütmenin değerini bilmemek, hazırın genel geçer hazıra konmanın bağımlısı olmak sorgulayıcı zihinleri ve bunun eytişimde uygarlık nezdinde bağımsız ilerlemeyi hiç şüphesiz engellemektedir. Ne yazık ki bu bağımsızlığı felsefe bilim ve teknoloji ışında perçinleyememek bir zaman sonra bağımlısı olduğumuz bu durumu artık duyumsamamamızla sonuçlanacaktır.
Geleceğe dair umutsuzluk gerçeklikle başa çıkamamaktır. Ancak bunu yendiğimiz zaman gerçekten düşünsel bağımsızlığımızı perçinlemiş olacağımıza inanıyorum.