“Aynen”. Çok sık duyduğum sözcüklerden biri bu sıralar. Özellikle Ankara’da, üniversite civarında bulunan genci yaşlısı, muhatabının sözünü onaylamak için sıklıkla başvuruyor bu sözcüğe. “Aynen” ile “tıpkı senin dediğin gibi” demek istiyor gibiler. Saha çalışması yapanlar dilimizin bu türden ilginç kullanımlarının arkasında yatanları anlamak için çalışma yapsalar ne güzel olur. Acaba bu sözcüğü “ayna” ile mi yoksa “ayni” ile mi ilişkilendiriyorlar? Yoksa bambaşka bir şeyle mi? Ya da bu sözcüğü, “aynen”i, kök halinde mi sanıyorlar?
90’ların ikinci yarısında Feyza Hepçilingirler Hocamız başta olmak üzere pek çok Türkçe ustası Türkçe’nin yanlış kullanımlarına dair çok satan eserler ürettiler. “Türkçe Off” kitabı için bunlardan en bilineni desek sanırım yanlış olmaz. Türk Dil Kurumu’nun yozlaşmasından sonra Türk Dil Derneği başta olmak üzere çeşitli topluluklar/kurumlar bu konuya eğilmeyi sürdürdü. Zihnimizde “dilimizi tanıyalım”, “dilimizi yanlış kullanmayalım”, “bozuk olan Türkçe değil, kullanımımız” türünden çağrışımları uyandıran bu çabalar, ne yazık ki yeterince olumlu etkide bulunamadı. Dilimiz dönüşüme uğruyor, dönüşüme uğramakla da kalmıyor, Türkçe konuşur/okur kitlesi dilimizin inceliklerinden, gücünden yoksun kalıyor.
Necmiye Alpay, yukarıda değindiğim türden yaklaşımları “dilsel doğruculuk”la betimlemekte, “dil bilinci” ifadesini vurgulayıp başka bir yaklaşımı benimsemektedir. Dilin kurallarının, inceliklerinin o dili kullananların kullanımları sayesinde bugüne kadar bu hale geldiğini ve gelecekte de yine onlar sayesinde dönüşüme uğrayacağını, dahası diğer dillerle etkileşime girerek, söz konusu dilin başka hallere de bürüneceğini düşündüğümden ben de kendisine yakın sayılırım. Ne var ki, dilin dönüşümünün bu denli kendiliğinden gerçekleşmediğini, dilin dönüşümü için belirli çabaların kimi zaman çok da belirleyici olduğunu düşünüyorum.
Söz gelimi, Atatürk’ün dil devrimi, öylesine etkili oldu ki bugünün devrim karşıtları bile “açı”, “dikey”, “düşey”, “tasarı” vb. sözcükleri kullanmadan devrim karşıtlığı yapamıyor. Bunların eski kullanımdaki muadilleri çoktan tarih oldu. Onları diriltme çabasının boşuna bir çaba olduğunu pek çokları fark etti.
Ters bir yönden bakarsak, kitle iletişim araçlarının gelişimi ve sonunda sosyal medyanın yarattığı kültürel devrim sonucunda dilimizin belki de en büyük inceliği olan türetme yeteneği sakatlanmakta, dilimizin netliğini bozacak kalıplar yaygınlaşmakta, dilimizdeki yabancı kökenli sözcüklerle onların türetimi olan Türkçe sözcükler arasındaki bağlantılar silikleşmekte ve tüm bunların sonucu olarak haberlerden ders kitaplarına düşünsel metinlerden kurgu metinlerine ve gündelik konuşmaya dek bir anlaşamama/anlayamama salgını dört bir yanı sarmaktadır.
Birkaç küçük örnek vermekle yetineceğim. Ama öncesinde yazının başındaki örneğe dönelim. Nakdi yardım ile ayni yardım arasındaki farkı bilenler bile rahatlıkla, çok da doğru bir şey söylediğini düşünerek “aynen” diyebilmektedir. Bunun sonucunda karşılaştıkları şaşkın bakışlara bir anlam verememektedir. Bu şaşkın bakışlar azaldıkça “aynen” kullanımı bir kuralmışçasına kabul görmektedir.
Daha ilginç bir örnek Anayasamızın değiştirilemez olan ikinci maddesinde belirmektedir. Bu kez sözcük kullanımına dayanan anlamsal bir sorundan söz etmiyoruz. Söz dizimine dayanan bir sorunla karşı karşıyayız bu kez:
Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
Milyonlarca gence anlatım bozukluğu sorusu çözdürüp en sonunda böyle bir cümleyi Anayasamızın ikinci maddesine koydurmak ilginç doğrusu. Burada geçen “toplumun huzuru” ifadesinin nereye bağlandığını anlamak çok zor. Ne de “anlayışı içinde” ifadesinin neleri kapsadığını anlamak…
Bu türden hatalar, dilimizdeki ifadelerin sözlük anlamlarını bilmemekten veya gündelik konuşmanın inceliklerinin farkında olmamaktan kaynaklanmıyor. Dile ve mantığa dair çok daha temel bir bilgisizlikten ve ilgisizlikten kaynaklanıyor.
Bu temel bilgi ve ilgi eksikliğinin en açık örneklerden biri ülkemizin liselerinde mantık derslerinde her yıl tekrarlanıyor. Lise müfredatında, mantık derslerinde “önerme”nin tanımı derslerde şu şekilde veriliyor:
Doğru veya yanlış kesin hüküm bildiren cümlelere önerme denir.
Bu tanımdan hareketle, örneğin “Sınavdan yüksek not alabilirim” gibi cümleler “kesin” olmadığı gerekçesiyle önerme kategorisinin dışına atılıyorlar. Bu yanlış Türkçe’de “kesin” sözcüğünün anlamının sorgulanmadan bu sözcüğün kullanılmasından kaynaklanıyor, kanımca. Tanımda geçen “kesin” sözcüğü yüzde 100 anlamında değil de kati (Batı dillerindeki karşılığıyla “Precise”) anlamında ele alınmalı. Aksi takdirde, bilimde olasılıklı cümlelerin pek çoğu önerme olmayacaktır. Dahası, söz konusu örneğin zıddı, “Sınavdan yüksek not almam mümkün değil” veya “Sınavdan yüksek not alamam” cümleleri gayet açık bir biçimde birer önermeyi dile getirmektedir. Bir cümle şayet bir önermeyi dile getiriyorsa, o cümlenin olumsuzu da bir önerme ifade etmelidir. Yüzde 0 olasılık, olanaksızlığı ifade ettiğine göre yeterince katidir ve kesindir. Bir şeyin kesin olmadığını söylemek de katidir, diğer bir deyişle, bu yolla söz konusu olayın olmasının yüzde yüz olmayıp olasılık dahilinde olduğunu kesin bir şekilde söylemiş oluruz.
Hata sadece bununla sınırlı kalsa sorunu “kesin” sözcüğünün yanlış anlaşılmasına ve bu dersi verenlerin bilimle pek bir ilgisinin olmamasına indirgeyebilirdik. Oysa söz konusu tanımda başka yanlışlar da bulunuyor. “veya” bağlacı, mantık dersinin ilerisinde de görüldüğü gibi, bağladığı önermelerin her ikisinin doğru olmasını veya her ikisinin gerçekleşmiş olmasını da kapsayan durumlara olanak tanımaktadır. Bu durumda “doğru veya yanlış” ifadesi içerisinde “hem doğru hem de yanlış” kapsanmaktadır. Oysa üçüncü şık olanaksızdır, diğer bir deyişle, önermeler ya doğrudur ya yanlıştır, ama ikisi birden değildir. Dahası, önerme, modern mantık açısından bakarsak, bir cümle türü olmayıp cümlenin ifade ettiği bir yapıdır. Dolayısıyla, tanımdaki ifade bu açıdan da yanlıştır.
Görüldüğü gibi, dilsel yanlışlarımızın içerisinde, yalnızca sözlük anlamına veya gündelik yaşamın Türkçe ifade edilmesine dayanan hatalar olmayıp, söz dizimsel (syntactic) ve mantıksal hatalar da bulunmaktadır. Bu nedenle, Türkçemizi savunmak ve geliştirmek için dil bilincinin mantığı da kapsayacak bir ufka sahip olması gerekmektedir.