İlk olarak pembe otobüs uygulaması geldi gündeme. “Bayanların” rahat yolculuk edebilmesi amaçlandığı söylenerek, 2015 yılında Şanlıurfa’da hayata geçirildi. Özgecan Aslan cinayetinden sonra ise daha da aktifleştirilmeye çalışıldı. Çünkü üniversite öğrencisi bir kadın dersten çıkıp evine dönerken ‘tek başına’ bindiği dolmuşta, şoför tarafından kaçırılarak, tecavüze uğradı ve yakılarak öldürüldü!
Bu vahim olay Türkiye’de kadınların maruz kaldığı şiddetin yalnızca bir örneğiydi. Sosyal yaşam alanlarında kadınlar fiziksel, sözlü ve psikolojik tacize sürekli maruz bırakılıyorlar. Çünkü erkek egemen toplumlarda kadın ev/özel alana aitken; erkek dış/kamusal alana hakim sayılıyor. Evde çocuk, yaşlı, hasta bakımı yükümlülükleri bulunan bir kadının sokağa çıkması lüks görülüyor. Bu yüzden dışarı çıkacağı kısıtlı zamanda da rahat etsin, tacize uğramasın diye düşünülerek “pembe otobüs” icat edilmiş. Bu uygulama tabi ki sadece Türkiye’de yok. İran, Dubai, Mısır, Endonezya gibi daha birçok ülkede örneklerini görebiliyoruz. Ancak hiç birinde kadına yönelik şiddet, taciz vakalarını ortadan kaldırdığı ya da azalttığı söylenemiyor. Çünkü siz sorunu yaratan tarafa değil de, mağdur edilenlere müdahale eder ve bu tarafı izole etmeyi bir çözüm zannederseniz tacizi meşrulaştırmış olursunuz.
Düşünülen bir diğer yöntem ise İstanbul’da hayata geçirilen, kadın yolcular için gece saat 22:00’dan sonra otobüslerin durak yerleri dışında da evlerine en yakın noktada inebileceklerdi. Ne kadar masum, hayatı kolaylaştırıcı, koruyucu bir seçenek değil mi?(!) Kadınlara iyilik yapıldığını düşünenler aslında temel hakları olan güvenliğin onlara bahşedilmekte olduğunu göremiyor tabi ki. En temel sorun alanlarından biri olan vücut bütünlüğünün dokunulmazlığı için kapısına kadar servis dönemi yaratılıyor. Tıpkı bir paket gibi! Sorunumuz erkek egemen kültürün eril dil yapısı, evinin sokağında dahi laf atması, taciz etmesi, gece geç saatlerde dışarda olan kadını etiketlemesi, tecavüz edilebilir ‘ahlaksız kadın’ görmesi iken; devletin müdahale alanı erkek değil yine kadın oluyor. Çünkü kontrol altına alınması gereken, nesneleştirilen kadın; kontrol eden ve özne olan ise erkektir(!)
Son olarak Bursa’da ki “bayanlara” öncelikli vagon uygulaması başlatıldı. Sonuçta toplu taşıtlarda taciz ve sarkıntılıktan korumak, rahat yer bulmalarını sağlamak amaçlanıyordu. Kısacası tüm sistemler “bayanlarımızı” korumak için canla başla çalışıyordu(!) Bir tren düşünün örneğin, 10 vagonunun 8 tanesi erkeklerin hakimiyetinde, istedikleri gibi bacaklarını açarak, yanındaki kadını taciz ederek yolculuk edebiliyor. 2 vagon ise kadınlar için ayrılmış. Yani kadınların bir arada olduğu, güvenli, tacizin yok sayılacağı bir yolculuk vadediyor. Ancak özellikle kadın örgütleri daha fazla dayanamadı ve büyük tepkiler doğurmaya başladı. Ne var bunda şikayet edecek değil mi? Gelin şöyle bir bakalım tüm bu uygulamaların hedefi nedir? Alt metinleri okumaya başladığımızda karşımıza neler çıkacak?
Erkek egemen toplum
Erkek egemen kamusal alan
Erkek şiddetini meşrulaştırmak
Taciz ve tecavüzü normalleştirmek
Kadını ev/hane yani özel alana hapsetmek
Erkeği özne, kadını nesne kabul etmek
Kadını sosyal alandan izole etmek
Hak savunucu kadınları marjinalleştirmek ve hedef göstermek
Yok yahu! Ben de çok mu abartıyorum? Fazla mı kaygılanıyorum? Her iyilikten bir maraz mı çıkarıyorum? Yoksa yine bir feminist gibi mi konuştum?
En iyisi bırakalım bireysel davranış ve düşünce şekillerimiz için üzülmeyi. Çünkü benim hayatımı zorlaştıran ben değilim, erkek egemen devlet! Sadece cinsiyetimden dolayı toplumun beklentileri ve devletin eşit olmayan yönetim sistemleri nedeniyle yaşanan hak ihlallerini vagonla, otobüsle çözemezsiniz. Aksine tüm bu düzenlemeler eşitsizliğin boyutunu arttıran, şiddeti meşrulaştıran bir yapıdadır. Bu nedenle kadınlar susmayacak! Kabul etmeyecek!
*Yazıya ilişkin görseller web alıntısıdır.