Mustafa Kemal ATATÜRK eğitimi aklın özgürleşmesi olarak tanımlıyordu.
17 Nisan 1940 Köy Enstitülerinin kuruluşu; 24 Kasım Öğretmenler Günü aldatmacılığı ile belleklerden silinmek istenmişti.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası), 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilmişti. Yani 29 Ekim-3 Mart Cumhuriyetin kuruluşundan 4 ay sonra.
Bu yasa ile bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlanarak, okullarımızda dini eğitime son verilmiş; imam-hatip ihtiyacını karşılamanın ötesinde imam-hatip okulu açılması, dolayısıyla kızlarımızın bu çeşit okullarda öğrenim görmeleri de yasaklanmıştı.
Atatürk’ün çok önem verdiği yasalardan biri, öğretim Birliği Yasası idi. Zira, çağdaş bir eğitim ve öğretim olmadan, bir ülkenin çağdaşlaşmasına, kalkınmasına, demokratikleşmesine olanak yoktu ve Atatürk bunun bilincinde olup ; eğitimi aklın özgürleşmesi olarak tanımlıyordu.
NEDEN?…
Gazeteci Ahmet Emin Yalman, anılarında ilginç bir hususa değiniyor: “Fransızların, Maarif Nazırı: Damat Ferit kabinesinin Milli eğitim Bakanı Ali Kemal’e tavsiyeleri şuydu:
Modern ilk mektepleri kapatınız. Bunların yerine eski usul cami mektepleri açınız, Bu suretle cahil halkın idaresi daha kolay olur.’
Bu tavsiyeleriyle, kendi sömürgelerinde yürüttükleri gerici sistemi Türkiye’ye zorla sokmak ve milli ruhu dağıtmak istediklerini belli ediyorlardı.”
Zira, eğitim sistemi çökertilen bir toplumu teslim almak daha kolay, onları yönetmek daha sorunsuzdur.
Bu nedenle dir ki; Mustafa Kemal Atatürk emperyalizme karşı verilen kurtuluş savaşı sırasında yani 1922 de Sakarya Meydan Savaşında, ‘hele bir eğitim dursun’ denmemiş. Top ve tüfek sesleri arasında eğitim kongreleri yapılmış ve eğitimin önemi anlatılmış. ‘ülkeyi batıran en büyük nedenlerden birisi eğitimdir demiş. Köy enstitülerinin ilk kıvılcımı başlamıştı.
Ve. Atatürk ‘Öyle bir eğitim dizgesi kuracağız ki, yabancı etkilerden uzak, insana yararlı, akla ve bilime dayanan, süs olmayan bir eğitim dizgesi.
Yine, Atatürk ‘ Öğretmenler, yeni kuşağı siz yaratacaksınız’ ‘yeni nesil sizlerin esri olacaktır. Zaferi siz taçlandıracaksınız’ İşte Atatürk’ün Baş Öğretmenliğinin ilan edildiği tarih.
Mustafa Kemal Atatürk’ün bir genç Milli Eğitim Bakanı var. Aklımıza yüreğimize kazıdığımız. Adı Mustafa Necati (1925 – 1928) üç yıl bakanlık yapmış devrimci, ilerici bir bakan, daha Kurtuluş Savaşı sırasında kalemiyle savaşmış biz öğretmenler hiç unutmayız o bakanı. Aslında öğretmenlerin unutamadığı bakanlardan Hasan Ali Yücel, Atatürk’ten sonra, Atatürk’ün ölümünden birkaç ay sonra bakan olmasına karşın, Atatürk’ün eğitim görüşlerini en iyi uygulayan bakandır. Yani ille Atatürk döneminde yasaması gerekmiyor. Atatürkçü yolu izlemesi için.
Yukarıdaki Fransız Eğitim Bakanının tavsiyeleri 1945 ten sonra diğer emperyalist devletlerden ABD ve yerli yabancı işbirlikçileri tarafından daha da yoğunlaştı.
ABD’nin devamlı TOPLUMU GERİCİLEŞTİRME , Atatürkçülüğü, Ulusçuluğu, Laik devlet yönetim biçimini bırakıp, bir şeriat devletinin kurulması için EĞİTİM sistemini dinselleştirme çabaları dayatılıyordu.
17 Nisan 1940 Tarihinde yasal düzenlemelerle; öğretmen yetiştirmek, toplumu aydınlatmak ve ileri taşımak amacıyla; Hasan Ali YÜCEL ve İsmail Hakkı TONGUÇ ‘un özverili çabaları ile kurulan Türkiye’nin aydınlık yüzü Köy Enstitülerini haince hançerleyen dönemin başbakanı Recep Peker ve Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer (1946 – 1948)tarafından başlatılmış ve 1954 yılında Menderes Hükümeti tarafından ABD’nin buyurgan tavsiyeleri ile sonucunda kapatılmıştır.
Nihayet ABD’nin tezgahladığı olaylar sonunda tam istedikleri gibi gericileştirmenin piyonluğunu yapacak 12 Eylülün faşist generalleri Kenan Evren – Tahsin Şahinkaya – Nurettin Ersin – Nejat Tümer – Sedat Celasun için 1974-77 yıllarında CIA’in istasyon şefliğini de yapan eski Ankara Büyükelçisi Paul Henze ‘nin ve 12 Eylül’e ilişkin “Bizim çocuklar yaptı” ifadesi suçun itiraf edilmesinden başka bir şey değildir.
Olay Faşist 12 Eylül darbesi ile bitmiyordu.
Asıl amaç eğitim sisteminin dinselleştirilmesi edilgen, biatçı bir neslin yetiştirilmesi için, tıpkı Ali Kemal gibi, Şemsettin Sirer gibi bir piyon milli eğitim bakanına gereksinimleri vardı. Hemen İlim Yayma Cemiyetinin ordu içindeki en etkili isimlerinden General Hasan Sağlam’ı milli eğitim bakanı yaptılar. Ve gerici dinsel eğitim başlatılmış oldu.
12 Eylül’de sadece Fetullah Gülen örgütü ve diğer tarikat ve dinci derneklere hiç bir şekilde dokunulmadı.
ABD’nin emirleri doğrultusunda Fetullah Gülen Örgütüne dokunulmadığı gibi adeta ödüllendirildi.
Başta Fetullah Gülen Örgütü olmak üzere Menzil Tarikatı Milli Eğitimin atama merkezi olarak çalışmaya başladı.
Bu arada Öğretmenlerin en büyük kuruluşu olan TÖB-DER kapatıldı. Benim de içinde bulunduğum binlerce öğretmen işkencecilerin ellerine teslim edildi. Meslekten atıldı. Kitapları toplatılıp yakıldı.
Ama Bugün Kanlı Pazarın failleri, AKP’nin Milletvekillerinin çoğunluğu, bakanları meclis başkanı olan İsmail Kahraman’ın bağlı olduğu ilim yayma cemiyetinin de 16 yıl gibi başkanlığını yapan Hasan sağlam
24 Kasım Öğretmenler gününü icat etti. Amaç 17 Nisan aydınlanma savaşını belleklerden kazımaktı.
Unutulmasın ki; toplum önünde Atatürkçü söylevler çekip Atatürkçü demeçler veren Cevdet Sunay, Kenan Evren, Hasan Sağlam gibi bir takım askerler de kapalı kapılar ardında Amerika’nın baskısı altında, isteyerek ya da istemeyerek, Siyasal İslamcılığı besleme, palazlandırma, yönetime getirme buyruğunu yerine getiriyorlardı
Yukarıda da belirttiğim gibi ATATÜRK Baş Öğretmenliği ve Baş Komutanlığı 1922 de Sakarya Meydan savaşı sırasında kabul etmişti.
12 Eylül Faşist darbesinin hala izleri silinmemişken, 12 Eylül faşist darbesinden sonra eğitim siyasal İslamcılara teslim edilmişken, 12 Eylülün ürünü olan AKP’nin OHAL bahanesi ile on binlerce öğretmeni meslekten çıkarıp açlığa mahkûm etmişken, yine OHAL yasalarının baskıcı faşist uygulamaları altında 16 Nisanda CUMHURİYETİMİZİ, Cumhuriyetimizi bize armağan eden Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Kurtuluş Savaşını, kurtuluş savaşı sonrasında kazanımlarımızı oylayacağız..
Ne idiğü belirsiz bu despotizm anayasasının dayatması Köy enstitülerin kurulduğu 1940 yılından beri senaryolaştırılmış. Şimdi de uygulamaya konulmak istenmektedir.
Daha 1940’ta ABD’nin Türkiye’den beklediğine bakılırsa, bunun aynı tarihte Hitler’in yapmaya çalıştığından pek de farklı olmadığını görürüz. II. Wilhem’den bu yana savaş deyince batı emperyalistlerinin usuna ilk gelen şey, Türkiye’yi yanlarına alıp onu bütün İslam ülkelerinin önderi yaparak böylece tüm dünya Müslümanlarını kendi çıkarları doğrultusunda savaşa sürmek olmuştur . (Cengiz Özakıncı TÜRKİYE’NİN SİYASİ İNTİHARI YENİ-OSMANLI TUZAĞI) s.300)
Sonuç olarak; 5 Mart 1959’da ABD’ye Askeri Müdahale Yetkisi Veren Antlaşma
Demokrat Parti döneminde imzalanan sayısı ve niteliği bilinmeyen antlaşmalardan en önemlisi, metni tam olarak açıklanmamış olan bu antlaşmada çok ciddi yükümlülükler altına giriliyor.
Bu anlaşma ile ABD’ye Türkiye’ye askeri müdahale yetkisi veriliyordu.
ABD’ye “Türkiye’nin siyasi bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne karşı yapılacak her türlü tehdidi çok ciddi bir biçimde araştırmak” görevi veriliyor, takip eden altı maddede ise: ABD’nin “doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı, dolaylı saldırı hallerinde” Türkiye’ye müdahale etmesi kabul ediliyordu.
Dolaysız saldırı, dolaylı saldırı, tecavüz ve özellikle sivil saldırı gibi kavramların ne anlama geldiği açıkça tanımlanmamış, bunlar ABD’nin yorumuna bırakılmıştı. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, 4 Nisan 1960’ta bu gerçeği kabul edecek ve yaptığı açıklamada bu konudaki takdir hakkının Amerikalılara ait olduğunu söyleyecektir.
(İkili anlaşmaların içyüzü. Haydar Tunçkanat. S. 155-156-157)
Yukarıdaki anlaşma ile 16 Nisanda oylanacak olan Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren tek adam dayatmasının bağlantısının da irdelenmesi gerekir diye düşünüyorum.
ÜLKEMİZİ ORTAÇAĞ KARANLIĞINA SÜRÜKLEMEK İSTEYEN; ÖRÜMCEK KAFALILARIN DAYATMASINA HAYIR DİYEREK BU OYUNU BOZACAĞIZ.