Ülkemizde dört mevsim yaşanırdı, en azından böyle öğrenmiştik. Ufak sapmaları birleştirip, kimilerini de ayırarak bu dört mevsimi tarihlere göre ayarlardık. Çok büyük bir iş değil, yurt genelinde karar verilirdi kaç mevsim yaşandığına o sene.
Kış ağır bastı mı doğalgaz ya da yerine göre kömür parası konuşulurdu, sıcaktan eridiysek de bu kez rahatsız uykular, sivrisineklere meze olmak…
Ama iklimler bunlardan ibaret değil. Bir dönem bir rüzgar esti ve bıyıklar daraldı birden, ince bir şerit oldular burnun ortasından üst dudağın ortasındaki vadiye. Komedyenler ve diktatörler buluştu aynı bıyık modelinde. Komediyle zulüm ve acı ve keder: Trajikomik.
Bir zaman geldi. Dağlarda yeniden ateşler yandı ve öldü gençler birer birer. Var olanlara yok dedik düşenleri unuttuk. Ama yok yere ölmedik çok şükür.
Bir zaman geldi. Bin yıllar devrildi, düşenleri unuttuk ve yapayalnız kaldı düşenler ve onların anaları. Çadırlar kuruldu unuttuk hukuku. Bir zaman daha gelmişti böyle belki daha da fazla. Cinnetteydik bir aralar.
Bir zaman gelmişti pek Alafranga ve biz biz değildik o vakit. Gelen gemileri selamlardık.
Ardından zamanı geldi gelenleri göndermenin. Her devirde değişti bir şeyler. Fakat kimileri hep ayakta kaldı, sırtlarını rüzgara verip.
Bir zaman geldi. Rütbeleri söküp içeri attık kahramanları, üstümüze basa basa esip gürledi birileri. Kuruldu dağlar önümüze.
Bir zaman geldi, arandı ayaklar altında Millet. Erittik dağları, Ergenekon kağıtlarda kaldı yalnızca.
Zaman geçti, unuttuk yine olanı biteni.
Kim bilir, bir zaman gelir, devran döner ve yeniden eser yel.