Eski dilde “tehcir”le karşılık bulan “göç ettirme” ülkemizin baş ağrısıdır. Perinçek-İsviçre Davası üzerinden verilen son AİHM kararı sorunu çözmüş olsa da bizi yönetenlerin bu kararın önemini kavradıklarını söylememiz güç. TBMM’de Ermeni Soykırımı olmuştur diye düşünen vekiller olduğunu anımsatmakla yetinelim. Diğer yandan, emperyalizmin kökü yeryüzünden kazınmadığına göre bu konu her fırsatta önümüze konacaktır diyebiliriz.
Tarihin göç ettirme olaylarıyla dolu olduğunu unutmamak gerekir. İnsanlık tarihinin başlangıcı sayılan yazının bulunuşuyla Mezopotamya’dan başlayarak dünyanın pek çok coğrafyası “göç ettirme”ye sahne olmuştur. Siyasal, toplumsal, dinsel ve ekonomik gerekçelere dayanan göç ettirme olgularının değişmez unsuru trajedidir.
Yinelemeye ve sözü uzatmaya gerek yok! Ancak, bizim baş ağrımız olan Ermeni Tehciri olgusunu hasta adam konumuna düşen Osmanlı’dan ve o hasta adamın durumundan yararlanmakta kararlı olan emperyalizmden ayrı tutmak gerçekçi olmaz.
Yetmiş beş yıl önceye uzanalım!
Tarih: 7 Aralık 1941
Yer: Pearl Harbour, Hawaii, ABD
II. Dünya Savaşı’nın önemli günlerinden birisidir. Japonya, ABD’yi kendi evinde vurmuştur. Dehşet büyüktür. Savaş yayılmakta ve her geçen gün dipsiz bir kuyuya dönüşmektedir.
Bu saldırının tarihsel bakımdan bir başka önemli yanı ABD’nin kendi toprakları içinde saldırıya uğramış olmasıdır. Her ne kadar Hawaii adaları ABD’nin binlerce mil açığında konuşlanmış olsa da Amerikan toprağıdır. Amerikalılar beklenmedik bu saldırıyı anavatan topraklarına binlerce kilometre uzakta yaşanmış olsa da ciddiye almışlardır.
Yeni Dünya ABD’yi bir dünya karışımı olarak nitelemek hiç de yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda ABD’de o yıllarda da sayısı azımsanmayacak farklı kökenden insan yaşamaktadır. Yalnızca Japonlar bile büyük gövde uzak doğulular içinde önemli bir niceliğe sahiptir.
Japonya ABD’nin batı kıyılarının tam karşısında olduğu için o yıllarda bu saldırının ardından kendisini gösteren ulusal güvenlik kaygıları özellikle batı sahilinde önlemler alınması sonucunu doğurmuştur.
ABD’nin batı kıyılarında yaşamlarını sürdürmekte olan 120 bin dolayında Japon kökenli ülkenin iç kesimlerinde oluşturulan 10 gözaltı kampında toplanmıştır. Japonya kaynaklı saldırı sonrasında Amerika’da yaşamakta olan Japon kökenlilerin bu gelişmeden etkilenerek bir başkaldırıya kalkışmasından çekinilmiş ya da en azından böyle bir olasılık akla getirilmiştir. Oysa, bilindiği kadarı ile o yıllarda ABD’de yaşamakta olan Japon kökenlilerin bir tekinden bile böyle bir kaygıyı doğrulayacak söylem ya da eylem söz konusu olmamıştır. Geçen yüzyılın başında Anadolu’nun doğusunda yaşayan ve Osmanlı vatandaşı olan Ermenilerin Osmanlı’nın savaş halinde olduğu bir ülkeyle birlikte Osmanlı’ya silah doğrulttuklarını anımsayalım.
Savaş sonlanıp da kaygılar ortadan kalkınca 1945’ten başlayarak söz konusu Japon toplama kampları boşaltılmaya başlanmış ve kamplarda tutulanların evlerine dönüşüne izin verilmiştir. Son kampın boşaltılma tarihi ise 1946 yılı başlarıdır. Aradan 40 yıl geçtikten sonra Amerikan Kongresi o yıllarda bu uygulamaya uğrayanlardan özür dileyerek, bir miktar ödence verilmesini karara bağlamıştır.
Gözden kaçırılmaması gereken bir başka önemli ayrıntı göç ettirilerek, kamplarda toplanan Japon kökenlilerin önemli bölümünün Amerikan vatandaşı olmasıdır.
Hiç kuşku yok ki; geçen yüzyılın başında Anadolu’nun doğusunda yaşanan göç ettirme uygulaması çok daha trajik görüntülere ve sonuçlara yol açmıştır. Bunun önde gelen nedeni olayın yaşandığı yerlerin aynı zamanda savaş alanı oluşunun yanı sıra o günün ulaştırma olanaklarının kısıtlılığı, çetin coğrafik ve iklimsel koşulların varlığıdır.
ABD’deki Japon kökenlilere yönelik göç ettirme olgusunda binlerce kilometre ötedeki bir saldırıdan kaynaklı duyarlılığın yerindeliğini tartışan olmuş mudur? Olduysa da bu tartışmaya kulak asılmadığı ortadadır. Savaş koşullarının olmadığı ortamda planlı, programlı şekilde gerçekleştirilen göç ettirmenin insanların yaşamı bakımından trajik sonuçlara yol açmamış olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, gerekliliği tartışmalı bu kararın göç ettirilen insanlar üzerinde olumsuz etkiler yarattığından kuşku duyulamayacağı açıktır.
Son zamanlarda Ermeni Tehciri’nden kaynaklanan ve saptırılarak “Ermeni Soykırımı”na evrilen konuya “bir özürden ne çıkar” hafifliğiyle yaklaşanların artmakta olduğunu gözlemliyoruz. Ama, buradaki durum biraz daha farklıdır. Özür, Tanıma anlamına gelmektedir. Tanıma’yı izleyecek adım Tazminat isteği olacaktır. Onu karşılamak için sahip olunan varlıklar yeterli olamayacağına göre ödemenin Toprak’la yapılması isteği sürecin son halkasını oluşturacaktır. Dilenecek özrün gerçekten özür sınırları içinde kalması için o dönem yaşanan savaşın taraflarının da sorumluluk bildirmesi olmazsa olmazdır. Oysa, Ermeni Tehciri’ne neden olan ortamı oluşturan ülkelerin aradan bir yüzyıl geçtikten sonra bırakınız sorumluluk üstlenmeyi, Türkiye’yi özre zorlayarak tüm sorumluluğu üstelik artık haritada bulunmayan Osmanlı üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’ne yıkma çabası içinde olduklarını görmeyen gözler, işitmeyen kulaklar ve hatta nasır bağlamış vicdanlar bile algılamış olmalıdır.
Göç ettirme Eski Çağ’dan başlayarak yaşanmış ve günümüzde de başvurulmakta olan bir yöntem! Sevimli olmadığına kuşku yok! Ama, bu sevimsiz olguyu uzaklardaki çıkarlarının peşinde olan emperyalizmden soyutlamak da olanaklı değil.
Bir emperyalist gücün kendi toprakları içinde bu yönteme başvurduğu görmezden gelinerek geçen yüzyılın başında kalmış bir göç ettirmeye odaklanılması en hafif deyişle insaftan ve akıldan yoksunluk olarak tanımlanabilir.
Uzak ve yakın geçmişte, daha anlaşılır şekilde söylemek gerekirse; tarihte bugüne ışık tutan, yarınlar için yol gösterici olabilecek sayısız bilgi ve yaşanmışlık var!
Tarih yararlanılıp, ders alınırsa anlam taşıyan bir bilim dalı…