Geçtiğimiz ay İstanbul’da ormanlık bir alanda bulunan yanmış kadın cesediyle bir kez daha acı bir şekilde hatırladık: Trans Cinayetleri Politiktir!
Çünkü “heteroseksizm” heteroseksüelliği bir zorunluluk olarak gören ve biricik varoluş biçimi olarak dayatan, bir tür ırkçılıktır. Kadınlara yönelik ayrımcılık olan seksizmin (cinsiyetçilik), heteroseksüel olmayanlara yönelik halidir. Heteroseksizm doğal, normal, üstün ve kabul edilir olan cinsel yönelimin heteroseksüellik olduğunu öne süren; heteroseksüel olmayan her türlü davranış, kimlik veya ilişkiyi damgalayan, reddeden ve aşağılayan ideolojik sistem anlamına gelmektedir. Bugüne kadar toplumda yerleşmiş, kalıplaşmış olan kadın ve erkek rollerine uymayan, bir anlamda genelden “farklı” olarak görülen eşcinsel bireyler bu anlayış çerçevesinde fiziksel, duygusal ve psikolojik saldırılara maruz kalmaktadır.
Foucault’nun “Cinselliğin Tarihi” eserine baktığımızda beden, modern öncesi dönemde Hıristiyanlık düşüncesinde baskıcı bir iktidarın denetimi altında işlenmiş; modern dönemle birlikte rasyonel bir iktidarın yönetimi altına girmiş ve mevcut iktidarın söylemi haline dönüşmüştür. On yedinci yüzyılda rahipler, insanlara günah çıkarma seanslarında, cinsellikle ilgili ne yaptıklarına dair ayrıntılı sorular soruyor, onları iyiye, güzele ve doğruya yönlendirmeyi amaçlıyorlardı. Bu yeni söylem, arzu ve içgüdüyü insanın eylemlerin kaynağı olarak görüyordu. Arzu, insanı etkileyip yanlış yola sürüklediği için, insan bu günahtan Tanrıya sığınarak, günah çıkararak ve arzularını usa tabii kılarak kurtulabilirdi. Bu tutum iyi bir Hıristiyan’dan beklenen zorunlu bir yapıdır. Dolayısıyla kişi, yalnızca yasaya aykırı edimlerle ilgili olarak günah çıkarmamalı, tüm arzularını da söyleme dönüştürmelidir.
İktidar söyleminin arzu ve tutkuları dizginlemek istemesinin nedeni ise onların başkaldırıp, yeni ve farklı olanın ortaya çıkmasına neden olabileceği gerçeğidir. “Akıl” ise düzene ve söyleme itaat etmesi, farklılıkları düzene uyması koşuluyla kabullenmesi ve sistemin sürdürülebilirliği için çabalaması nedeniyle, söylemin en önemli taşıyıcısı olarak görülür. Bir söylemi topluma dayatmanın yolu, onları disiplin altına alıp, toplum üzerinde sürekli bir denetim mekanizması kurmakla olanaklıdır. Bu nedenle iktidar, her türlü aykırılık ve farklılıkları söyleme tabii kılıp, yok ederek, varlığını sürdürmeyi amaçlar.
On sekizinci yüzyılda iktidar tekniklerinin gelişi ve nüfus yoğunluğu, cinselliğe yeni bir yönelimi gerektirmiştir. Doğum oranı, evlenme yası, cinsel ilişkinin başlama yaşı ve sıklığı ve gebeliği önleyici uygulamalar, cinsellik temelinde çözümlenmeye çalışılmıştır. Böylece toplumun cinsel tutumlarına müdahale edilip, iktidar söylemine tabii kılınmaya çalışılmıştır. Bu dönemde tıp içinde hastalık ve sapkınlıklar ayrı bir alanda ele alınmaya başlar. Psikanaliz bunun en önemli alanıdır. Foucault’a göre kurumsallaştırılmış denetim mekanizmaları olan tıp, psikiyatri ve psikanaliz kurumları aracılığıyla cinsellik, iktidar söylemini içine dahil edilir. Böylece cinsellik her yerde konuşulabilir hale getirilerek, sorgulanmaya, gözlenmeye ve kontrol edilmeye çalışılır. Dolayısıyla modern dönemle birlikte iktidar söylemi, cinselliğin bilimsel araştırma konusu olan kliniklere taşınmıştır. Foucault’a göre bu dönemde cinselliğe ilişkin dört iktidar ve bilgi mekanizması vardır: Kadın bedenlerinin histerikleştirilmesi, çocuk cinselliğinin eğitime dâhil edilmesi, doğurganlık davranışının toplumsallaştırılması ve sapkın hazların psikiyatrilestirilmesi.
Modern çağda ise eşcinsellik ve diğer aykırılıkların tıbbileştirilmesi, iktidarın toplumda bu tür farklılıklara yer vererek, kendi gücünü her yere yayma amacına hizmet eder. İktidar kendi söylemini, denetim mekanizmasını kullanarak, gizli bir şekilde yayar. Tıp, psikiyatri, eğitim, aile ve diğer kurumlar bireyin ve toplumun yararına, cinsel sapmaları düzeltmeye, normalleşmeyi geniş ölçüde sağlamaya çalışırlar.
Ancak tüm bu etkinliklere rağmen, cinsel farklılıklar denetim mekanizmalarına direnç gösterebilir. Bununla birlikte bu direnç etkinlikleri de iktidarın sürekliliğini yaygınlaştırma ve koruma amacıyla, iktidar söylemi tarafından planlanmış etkinlikler olduğu ileri sürülmektedir. Çünkü iktidar böylece cinsel sapkınlıkları açığa çıkarıp, onları yok etmeye, dolayısıyla söylemini dikte ettirme çalışır. Foucault böylece sapkınlık, hastalık, delilik ve cezalandırma mekanizmaları aracılığıyla iktidarın toplumda yayıldığı ve bu mekanizmaları bilinçli olarak kendisinin yarattığını göstermeye çalışır. Ortaçağ’da cinsel sapkınlıkları cezalandırarak ve bastırarak isleyen iktidar, modern çağla birlikte bu sapkınlıkları açığa çıkarıp, tedavi eden ve yönlendiren bir iktidara dönüşmüştür. Böylece mevcut iktidar her türlü davranışı dengelemeye çalışarak, insanların bireysel davranışlarına nüfuz eder, dolayısıyla bedene sahip olur. Her durumda önemli olan, toplumun beden ve cinsellik üzerinde uyguladığı iktidar söylemini görebilmektir.
Cinsel azınlıkların (gay, lezbiyen, biseksüel, transseksüel) karşılaştıkları insan hakları ihlalleri çok uzun bir geçmişe sahip olmakla birlikte, ancak son 20 yıldır uluslararası insan hakları hukukunun ilgi alanına girmiş bulunuyor. Cinsel azınlıkların açtığı davalar, İnsan Hakları Sözleşmesi’nin üç maddesini konu alıyordu. Bunlar, aile hayatına ve özel hayata müdahaleyi yasaklayan 8. evlenme hakkını düzenleyen 12. ve ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. Maddelerdir.
Günümüzde özellikle Ortadoğu ülkelerinde eşcinsel bireyler ölüm cezalarına varan bir yok etme politikasına maruz kalmaktadır. Ülkemizde ise her gün bir trans cinayeti haberi ortaya çıkmaktadır. Bunlardan en acısı Ağustos ayında İstanbul’da yakılmış bir şekilde cesedi bulunan trans kadın Hande Kader cinayetidir. Olayın duyulmasıyla birlikte başta birçok LGBTİ dernek olmak üzere sosyal medyadan kampanyalar başlatıldı. Korkunç cinayetin çözülmesi ve katilinin bir an önce yakalanması için yürütülen bu kampanyalar, bir trans cinayetinin daha üstü kapatılmadan, suçlusunun cezalandırılarak son bulmasını amaçlamaktaydı. Olay sonrası LGBTİ temsilcileri, CHP ve HDP milletvekilleri ile beraber Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir basın açıklaması yaptılar. Pembe Hayat’ın basın açıklaması şöyleydi:
“23 yaşında bir trans kadın İstanbul’da yakılarak öldürüldü.
Aslında bu hikayeyi tanıyoruz. Biz bu hikayeyi; İstanbul Bakırköy’de evinde kesici aletle öldürülen trans kadın Buse’den, Maltepe’de evinde önce kesilerek ardından bornoz ipiyle boğularak öldürülen trans kadın Nilay’dan, intihara sürüklenen ve kendini Boğaziçi köprüsünden atan Eylül Cansın’dan, Mersin’de bindiği dolmuşun şoförü tarafından tecavüz edildikten sonra önce elleri kesilip sonra yakılarak öldürülen Özge Can’dan biliyoruz.
Yalnız bir farkla!
Özge Can vahşice öldürüldüğünde haklı ve doğru olarak binlerce insan sokaklara dökülüp Özge Can için adalet istedi. Hükümet Özge can yasasını tartıştı. Birçok siyasi parti, dernek, sivil toplum örgütü davanın takipçisi olduğunu belirtti. Bu dayanışma ortamında elbette ki LGBTİ ler de yer aldı.
Öldürülen trans bir kadın olduğunda ise maalesef aynı tepkiyi gösteremedik.
Hande Kader toplumca makbul sayılan bir kadın olmadığı, bir dönme olduğu üstelik seks işçiliği yaptığı için sessizliğe gömülmemiz istendi.
Bizi en çok bu sessizlik öldürüyor.
Bizi toplumun ikiyüzlü bakışıyla ürettiği nefret öldürüyor.
Bizi etkin yürütülmeyen soruşturmalar öldürüyor.
Bizi nefret cinayetlerine karşı cezasızlık politikası öldürüyor.
Bizi yasalar nezdinde yok sayılmamız öldürüyor.
Ve biz yaşamak istiyoruz!
Transfobik ve homofobik nefrete karşı hukuki güvenlik ve dayanışma en aciliyetli ihtiyacımız.
Bir trans daha öldürülmeden herkesin maruz kaldığımız saldırılara karşı herkesin ses çıkarmasını istiyoruz.
Çünkü trans cinayetleri politiktir.
Ve nefrete inat yaşasın hayat, biz buna inanıyoruz…”
Bu nedenle toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin devlet politikalarınca ve yasal düzenlemeler boyutunda ortadan kaldırılması şarttır. Kişilerin temel hak ve özgürlükleri egemen güç tarafından güvence altına alınmadıkça ve ataerkil söylem yok edilmedikçe mevcut eşitsiz durumların daha da vahim hale dönüşmesi kaçınılmazdır. Son olarak, eşcinsellik hakkındaki bilimsel gerçekleri vurgulamam gerekmektedir. TPD ve CETAD: Eşcinsellik hastalık değildir. TÜRK PSİKOLOGLAR DERNEĞİ: Eşcinsellik ruhsal bir bozukluk değildir. İNGİLTERE PSİKOTERAPİ KONSEYİ: Eşcinsellik bir hastalık olmadığından tedavisi de yoktur. TÜRK TABİPLER BİRLİĞİ: Eşcinselliğin hastalık olduğu iddiası bilimsel tıp ve insan haklarına aykırıdır!