Ünlü Rus/Sovyet tiyatro kuramcısı ve yazarı Konstantin Stanislavski’nin “Bir Aktör Yaratmak” adlı kitabı, tüm tiyatro okullarının başucu kitabı olarak önemini koruyor. Stanislavski kitabında bir öğrenci içtenliğiyle, abartıya kaçmadan, metaforlara yüz vermeden Tortski tipinde tiyatro kuramcılarına “ders” veriyor (umarım yetiştiririm, kitap Rusça yazılmış. Suat Taşer İngilizceden çok iyi bir çeviri yapmış. Şimdi ben Rusçasını çevirmeye çalışıyorum ve Eylül’de Öteki Yayınları’ndan yayınlanacak).
O kitapta Stanislavski bir aktör yaratmayı anlatıyordu. Bugün Türkiye’de bazı noktalar ise bir kahraman yaratmaya uğraşıyor. Demokrasi Nöbeti adı altında yapılmak istenen tam da bu. Ama işin tuhaf tarafı, bir kahraman yaratmak meydanları doldurmakla olmuyor, kahraman yaratmak aktör yaratmak gibi bir şey değil. Aktöre bazı şeyleri öğretebilirsiniz, ama kahramanlık bir öğreti değildir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Marmaris’te kaldığı otelin sahibi olayları onun ne kadar “metanetle” karşıladığını anlatıyor. Uçağa bindikten sonra pilotlarla görüşmesi, “hakkınızı helal edin” demesi, her türlü tehdide ve riske rağmen İstanbul havalimanına inmeye karar vermesi, arkasındaki F-16’lara rağmen korkmaması, Hande Fırat adlı gazeteciye bağlanarak tüm Türkiye’deki “yandaşlarını” sokağa çağırması…
Öylesine ballandıra ballandıra, abartarak yazdılar ki, yeni bir kahramanımız doğuyor herhalde diye düşünmekten kendimi alamadım.
Sonra halkın önüne “et ve kemik” olarak çıktı Erdoğan. Konuşmasında hiç gereği yokken, hiç akıllarda yokken, canını çok yaktığı belli olan Haziran hareketine gönderme yaparak, Taksim’deki Topçu Kışlası, cami ve kültür merkezi inşaatlarının yapılacağını söyledi.
Durup dururken kaşıdı, çok açık.
Ama sonra, sanki bir yerlerden bir şeyler duymuş gibi, ansızın sustu. Bir daha konuyu gündeme getirmedi. Daha da tuhaf olanı, eski Kasımpaşa üslubunu bıraktı iki konuşma sonrasında ve daha “mülayim” bir söyleme geçti.
İl meydanlarının “demokrasi nöbeti” adı altında kalabalıklarla doldurulması kendine olan güveni artırdı, bu kesin. Ama meselenin bitmediğinin de farkında. Sonuçta meydandaki kalabalıklar olası bir yeni darbe girişimini engelleyebilirdi belki, ama kendisinin arzuladığı tablonun yaratılması için hiçbir şey yapacak güçleri yoktu. Referanduma gitse ve başkanlık istese bile, bu kalabalığın kendisini aynı heyecanla destekleyeceğinden emin değildi. Dikkatinizi çektiyse eğer, 15 Temmuz girişiminden bu yana “başkanlık sistemi”ni de pek dillendirmez oldu. Ayrımcı söylemi bırakmış görünüyor. Parti başkanlarını külliyeye çağırması da başka bir yumuşama hareketi.
Peki, ne oldu?
İşte bütün mesele bu.
Mısır’a bakın. Mursi, Müslüman Kardeşler üzerinde o kadar ısrarcı oldu, onları öylesine kolladı ki, bölgede radikal İslam istemeyen ABD için tehlike oluşturmaya başladı. Sonunda ABD Mursi’nin ipini çekti ve hemen yerine Sisi’yi monte ediverdi.
Büyük olasılıkla aynı şekilde Erdoğan da uyarıldı ve bir anda kendini “bağımsız ve güçlü” görerek, Rusya ile ilişkileri yeniden düzeltme yoluna giderken söylemlerini de daha radikalleştirmeye başladı.
ABD önce sustu, ardından Dışişleri Bakanı Kelly tarafından mesaj gönderdi ve en son da kendisi konuşmak zorunda kaldı. İfadeler çok açık ama o denli de diplomatikti.
Sonunda sabır taşı çatladı ve Türkiye’de iki din eksenli güç birbirine girdi. İkisi de başarılı olamadı. Pensilvanya’daki zat Türkiye’yi ele geçireceğini sanıyordu, başaramadı. Erdoğan ise kendini çok güçlü sanıyordu, kolunu kanadını budadılar ve kendisine “makul” bir yol gösterdiler.
Bütün kavgalara, darbe girişimine ve bundan sonra başımıza geleceği düşünülen diğer felaketlere bu gözle bakın bir de…
Erdoğan eğer halkın tüm kesimlerini kucaklama yolunu tercih etmezse, Türkiye uzun süre kendine gelemeyecek bir karışıklığın ortasında bulacak kendini.
Her şey artık Erdoğan’a bağlı ve tarih bunu böyle yazacak.