Ülkemizde birileri, hem de “aydın” geçinenler, Godot’yu bekler gibi, Amerika’nın gelip, kendilerini ve Türkiye’yi kurtarmasını bekliyor.
ABD’nin Erdoğan aleyhtarı açıklamalarından, “TSK darbe yapabilir” yorumlarından medet umuyorlar.
Görmüyorlar ki;
Erdoğan’ın sırtında sallandırdıkları her “sopa”dan sonra Türkiye’den bir “havuç” alıyor,
İçeride Erdoğan’ı destekçileri nezdinde “milli kahraman” haline getirirken, Türkiye gemisini alternatif bırakmaksızın tamamen ABD’ye demirliyor,
“Askeri darbe” senaryolarıyla ise Erdoğan’ın TSK’yı iyice “AK’laştırmasını” teşvik ederken, askerlerin de “Vallahi, billahi darbe falan yapmayacaklarını” ispatlamak üzere her konuda “Başkomutana”, beraberinde ABD ve NATO’ya kayıtsız-şartsız teslim olmasını sağlıyorlar.
GEZİ’NİN RÖVANŞI
Konumuz, Erdoğan’ın Gezi olaylarıyla ilgili açıklamaları.
Öncelikle şunu belirteyim; ABD ve AB’nin, Erdoğan’ın Gezi’yle ilgili sözlerine de hemen çok “sert” tepki vereceğine, içimizden birilerinin buna yine çok sevineceğine, Erdoğan’ın ise destekçileri nezdinde “milli duruş” konusunda yeni bir cephe açıp, “Gezi’nin arkasında üst aklın olduğunu gördünüz mü?” deneceğine emin olabilirsiniz.
Evet, Suriye’de hızlanan “Kürt koridoru”nu, kendi ifadesiyle “Türkiye’nin önüne Sevr’in konulmuş olmasını” konuşturmamak için her şeyi yapıyorlar, ama bu defaki iş sadece gündem değiştirmeye benzemiyor.
Nihat Genç’in, “İktidar iç politikada gücünün doruğuna vardığını mı hissediyor? Bu güçle, ezip geçeceğini mi sanıyor? Ne zaman patlayacağı korkusunu yenemedikleri Gezi benzeri bir isyan girişimini davet ederek sokakları ‘test etmeye’ mi çalışıyorlar? Başkanlık için zaptü rapt yetkilerini psikolojik olarak da topluma kabul ettirmek için tasarlanmış sokak savaşları mı istiyorlar? Birkaç bin kişiyi tutuklayıp yüzlercesini öldürüp yaralayıp tetikte beklediğini düşündükleri Gezi Olayları’nı bilinç altında boğmak sindirmek ve beyinlerinden atamadıkları Gezi korkusundan kurtulmak mı istiyorlar? Ya da yaşadıkları dış politik yenilgileri unutturmak için çok tehlikeli oyunlar mı arıyorlar?” şeklindeki soruları da, duyduğu endişe de çok haklı.
Dün gün içerisinde “Antik Çağdan 21. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi Eserinin Tanıtım” toplantısında konuşan Erdoğan’ın, Taksim Gezi Parkı’nı Topçu Kışlası’nın inşasıyla beraber, 22 yıllık “Taksim’e cami” projesinden de söz ettiğini, böylece bir anlamda Gezi’yle, camiyi karşı karşıya koymak istediğine dikkat çekip, akşamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin iftar programındaki sözlerine geçelim. Şunları söyledi:
“Açık konuşuyorum, Gezi olayları bir yönüyle de İstanbul’un bu farklılıkları bir arada yaşatabilme kabiliyetine yapılan bir saldırıydı. Kendi düşüncelerini, kendi ideolojilerini, kendi hayat biçimlerini İstanbul’a ve onunla birlikte tüm ülkeye dayatma hevesi içindeki bir grubun yönlendirmesiyle yaşanan bu olaylar en büyük zararı İstanbul’a verdi. Bölücü terör örgütünün saldırıları aynı amacın farklı bir formatta devamıydı. Nitekim Gezi olaylarında sembolleştirilen isimlerin bir bölümü sonradan terör örgütü mensubu olarak karşımıza çıktı. Bugün terör örgütü üyesi olarak faaliyet gösterenlerin yarın hangi kisveyle karşımıza çıkacağını bilemiyoruz. Fakat bunların farkında olmadıkları bir şey var, milletimiz, kimin, kimin değirmenine su taşıdığını, kimin kime hizmet ettiğini gayet iyi biliyor. Türkiye’nin de, İstanbul’un da sahibi bu aziz milletin ta kendisidir.”
Erdoğan konuşmasının devamında, terörle mücadelenin, terör meselesinin ülkenin ve milletin gündeminden tamamen çıkana kadar kesintisiz şekilde sürdüreceğini belirtirken de, “Terörün sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde değil, İstanbul’daki kaynaklarını da kurutmakta kararlı olduklarını” vurgulayıp, “Artık bu şehirde hiç kimse yüzü maskeyle, eli molotofla, silahla ortalığa dökülemeyecek. Güvenlik güçlerimiz askeriyle, polisiyle, köy korucusuyla el ele, etle kemik gibi bir bütün hâlinde bu mücadeleyi sürdürüyorlar ve sürdürecekler” dedi.
Gezi olaylarında, PKK-HDP’yi kimlerin, nasıl devreye soktuğunu, o vakitler İmralı’daki “müzakerelerde” enseye tokat ne ilişkilerin yaşandığını, Kandil’den dönüşünde Sırrı Süreyya Önder’i davet edip görüşen Erdoğan’ın neler söylediğini veya terör örgütünün İstanbul’da hangi dönemde zemin tutup, yüzü maskeyle, eli molotofla, silahla ortalığa döküldüğünü uzun uzadıya anlatmaya gerek yok.
GEZİ’NİN YILDÖNÜMÜNE DENK GELEN TSK TASARISI
“Kel âlâka” sayabilirsiniz, ama Erdoğan’ın konuşmasında “Gezi, İstanbul’da terör, askeriyle, polisiyle mücadele” sözlerinin birlikte geçmesinden dolayı bir başka konuyu değinmek istiyorum.
Biliyorsunuz, bölücü terörün azması üzerine, başta MHP, birçok uzman bölgede, “OHAL veya sıkıyönetim” çağrısında bulundu… İktidar buna şiddetle karşı çıktı.
Beraberinde askerler, daha 2012’den bu yana terörle mücadele edenlerin yargılanmaması için yasal güvence istedi… MİT Müsteşarı için bir gecede kanun çıkaranlar, bu konuda ayak sürüdü, son 2 yılda da “Davutoğlu talimat verdi, Erdoğan istemiyor” dendi veya tam tersi ileri sürüldü.
Taa ki, Binali Yıldırım Başbakan olana kadar.
Tam da “Bölge temizlendi, şu kadar terörist etkisiz hale getirildi” denirken, askerlere yasal güvence getirecek TSK Personel Yasa Tasarısı değişikliği Meclis’e sunuldu.
Ve ne tesadüf, tam da Gezi olaylarının 3’üncü yıldönümüne denk geldi.
AKP’Yİ KORUMA-KOLLAMA GÖREVİ Mİ?
Evet tasarıyla, terörle mücadele eden askerlere yargılanmama güvencesi getiriliyor, ama önemli ve dikkat çeken bir düzenleme daha var.
O da, “Terörle mücadele için gerekli olması veya terör eylemlerinin kamu düzenini ciddi şekilde bozması halinde, İçişleri Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla TSK’nın ülkenin her yerinde görevlendirilecek” olması.
Belki hatırlarsınız, dönemin Başbakanı Erdoğan EMASYA’yı ilk Ali Bayramoğlu’ndan duyduğunu itiraf etmişti. İşte Bayramoğlu ve “Yetmez, ama evet”çi bir yığın isim, bu tasarının “EMASYA’nın dönüşü” olduğu görüşünde. Erdoğan ve iktidar ise, “Hayır, değil” diyor.
Tasarı, bal gibi EMASYA’ya dönüş, daha ötesi olası bir OHAL veya sıkıyönetimin altyapısı niteliğinde.
Tabii ki, “EMASYA’nın dönüşü” diyemezler… Kendilerini, “demokratlıklarına” inkâr olur…
Tabii ki, “Bu OHAL veya sıkıyönetim hazırlığıdır” diyemezler… Yıllardır OHAL’i kaldırmakla övünenler, nasıl olur da yeniden OHAL’i getirir? Dahası OHAL ve sıkıyönetim ilânı yetkisinin Meclis’te olduğu, Meclis’in yetkisinin gasp edildiği hatırlatılır…
Sahi;
“Bitti bitiyor, terörün beli kırılıyor” denip, PKK’yla yeniden masaya oturmanın hazırlığı yapılırken, bu düzenlemeye niye ihtiyaç duyuldu?
Ülke genelinde yaygın terör, dahası ABD’nin de işaret ettiği gibi bir “iç savaş” beklentisi var ise yetki neden TBMM’ye değil de Bakanlar Kurulu’na veriliyor?
“Vesayeti bitirme” gerekçesiyle, İç Hizmet Kanunu’nu değiştirip, askeri sadece sınırlarımızı korumakla görevlendirenlerin, şimdi TSK’yı “kamu düzenini sağlamakla” görevlendirmesi neyin nesidir? “Cumhuriyeti koruma-kollama görevini” alıp, “AKP’yi koruma-kollama görevi” verme mi?
Gezi’den hafızama kazınan görüntülerden biri, eylemlerin dördüncü gününde, Taksim Gümüşsuyu Asker Hastanesi’nde görevli bir askerin biber gazından etkilenen vatandaşlara tıbbi maske dağıtması olmuştu.
Artık böyle bir şeyin yaşanabileceğini düşünebiliyor musunuz?
Bir de; Üniversitelerdeki PKK kaynaklı provokasyonlar mâlum. Üstüne liselerde ilginç bir hareketlenme başladı. Saygıyla karşılamakla birlikte, 12 Eylül öncesini görmüş, yaşamış biri olarak bu konuda şimdilik sadece şunu söylemek istiyorum; Yıllardır eğitimin katlini seyreden siyasiler ve aydınlara düşen görev, “Aferin, devam edin” şeklinde teşvik değil, “Mesajı aldık, siz durun çocuklar. Artık mesele bizimdir” demeleridir. Korkum, belki de son olan bir kuşağın daha telef edilmesidir!..
Tüm bunlardan sonra Erdoğan’ın Gezi ile ilgili sözlerini, Nihat Genç’in sorularını bir kez daha düşünüp, endişelenelim, ama illa da hep birlikte çare düşünelim.