(Merasim sokakta askere Kızılay’da polise karşı intihar eylemi, sonra intihar bombacısı İstiklal Balo Sokak’ta Yahudiler’i hedef alıyor. Ayrıntılı hiçbir bilgiye sahip olmadan ve araştırma yapmadan, sıradan bir insan, askere ve polise karşı yapılan saldırıda PKK’ya Mossad yardım etti ve Türk istihbaratı da mesajı aldı ve cevabını Balo Sokak’ta verdi diye düşünür, olup bitenler üzerinde medyada ve siyasette ‘netlik’ olmayınca, kahvehanelerdeki bu görüşlerin önünü açar, ne diyelim, olabilir de olmayabilir de..)
(Ara Güler, beğenin beğenmeyin Türkiye’nin yüksek bir değeri, İstanbul Film Festivali belgesel jüri heyeti Ara Güler’in dünya çapında başarılı bulunmuş belgeseline sansür koyup festival programına almıyor.. Daha geçen yıllar bir PKK belgeseli mazeret gösterilip festival programına alınmayınca bir çok sanatçı çığlığı basmış hatta bir çoğu istifa etmişti, şimdi nerdeler? Asıl, kendilerinde ‘infaz’ yetkisi gören bu maskeli balo’dan korkun. (StopChildrapeTurkey, başlığında, örtülen çocuk tecavüzlerine karşı destek verin…)
Yazımıza başlayabiliriz.
Darwinci tezler artık ‘*çok olmaya*’ başladı, ünlü Darwinci Danıel C. Dennett’in *‘Özgürlüğün Evrimi’* kitabı on yıllardır süren çok köklü ve yepyeni bir tartışmanın önünü açıyor, Sokrates’in sonuna mı geliyoruz?
Felsefeciler ile Darwinciler arasında ‘*ahlak*’ ve ‘*özgür irade’* konusunda devrimlerin devrimi diyebileceğimiz çok yaman bir savaş var.
Özetle Darwinciler her şey beyinde başlayıp beyinde bitiyor, özgür irade ve ahlak, bizim uydurduğumuz hikayedir demenin binlerce karşı argümanını savaş meydanına taşımaya başladı bile.
Gerçekten hayvan davranışları gözlemciliğiyle sosyolojinin sonu, genetik ve beyin çalışmalarıyla klasik felsefesinin sonu mu hazırlanıyor, anlayabildiğimiz, bilim adamları alet çantalarını kavram setlerini çoktan yeniledi, artık, *bencillik, çıkar, menfaat, işbirliği, genetik davranışlar,* bu yeni tartışmanın gözde kavramları, bizler sosyolojiyi öğrenirken birey, aile, sosyal tabakalar, meslek, sosyal sınıf, vs. gibi kavramlarla öğrenmiştik, alet çantası değişiyor mu?
Felsefeciler an itibariyle burunlarından soluyup Darwinciler’i insan bir ‘ *robot’* değildir çıkışı dışında püskürtemiyor.
Darwinciler her şey beyinde başlayıp beyinde bitiyor, tezlerini, beyin taramalarıyla karar mekanizmaları ve karar alma hızlarını milisaniye ölçerek şemalayarak tartışmayı alevlendiriyor.
Evet, klasik felsefenin sonuna geliyoruz galiba, önümüzdeki yüzyıl yeni *Şekspirler* yeni*Markslar *yeni *Niçeler*’ini bekliyor.
Beyin bizden önce görüyor duyuyor bizden önce hesaplayıp kararını açıklıyor ve bu milisaniye içindeki işlemi, biz kendi özgür irademizle almışız yanılması yaşıyoruz.
‘*Dikkat hızlı, istem yavaştır..’*, çok şeyi açıklıyor.
Ünlü *‘piston düştü*’ videosu, şöför piston düştü deyince otobüs ahalisi anladı anlamadı otobüsü panikle hızla terk ediyor..
Piston düştü cümlesiyle otobüsü hızla terk edenler piston düştü’den ne anladı ve beyinleri ne anladı, otobüsü fareler gibi terk ettiler!
Piston düştü cümlesini duyduklarında otobüsü terk etme kararını kendileri mi yoksa beyinleri mi aldı?
Bir tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan çıkar meseli.
Piston düştü lafıyla beyinleri nasıl bir nedensellik bağı kurdu?
Dikkatli okuyucular çoktandır kitlelerden sürü, koloni diye konuştuğumuzu insanlardan artık maymun fare örnekleriyle kıyaslı yazılıp çizilmeye başlandığını fark etmiştir, bu Darwinci literatürün başarısıdır.
Anlık tepkiler mesela, hafızasız toplum deriz mesela, bir önceki olayla şimdi olan arasında bir iletişim kurmaz, (mı), piston düştüyle niçin fare gibi kaçtığını anlamaya çalışalım.
Aslında beyin anlık refleks gösterirken bir illiyet (nedensellik)(sebep-sonuç) bağı kurar, o iletişim bağı mesela Piston Düştü’de şöyledir: Piston düştü lafıyla otobüsten fare gibi kaçan insanların beyni, o otobüslere güvenilmeyeceğini, her an bir kaza bir bozukluk olabileceğini, önceden beynine kayıt etmiş, sisteme girmiştir.
Piston düştü lafı duyulunca otobüsteki insanların beyni işte önceden sisteme girdikleri bu ‘*güvenilmez*’ kararıyla iletişime girer ve kararını hemen verip kaçar.
Kaçma kararını *‘bilinçli bir iradeyle’* mi verdiler yoksa piston düştü lafını duyar duymaz ‘*beynin’* reflekslerine mi uydular, milisaniyeler içinde gerçekleşen bu eylem, şu anda büyük bir felsefi tartışma konusu, bilinç zihin irade devreye giriyor mu, içinden çıkılması zor mesele.
İnsanların otobüsten fare gibi kaçması *‘otomot’* bir eylem mi yoksa ahlaki bir eylem mi? Hemen kararınızı vermeyin.
İçimizden bazen durduk yere bir* ‘kaçış’* bir uzaklaşma sinyali gelir.
Nerden gelir?
Mesela hastalık öncesi ağrı, sivilce, yara ve deride çeşitli renk değişiklikleriyle, beyin sizi uyarır, işler yolunda değil, der.
Sosyal hadiseler de farklı değildir, beyin korkmuştur ve kaygı anonsları yapmaya başlar, kaç uzaklaş, ayakta kalmak için başka çıkış yolları ara!
Kaygı anlarında insan hayatın ortasında kendi varlığını her zamankinden daha fazla düşünür.
Diyelim aynı otobüste çok okumuş bir insan olarak benim de olduğumu düşünelim.
Piston düştü denilince hemen fareler gibi sürüyü takip eder kaçar mıyım, yoksa, düşen nedir, ne oluyor, sağa sola hızla bakınıp anlamaya mı çalışırım?
Kaçanlar şüphesiz kendini kurtarır ve tehlike karşısında ayakta kalır.
Ancak okumuş bir insan olarak benim beynim şu girdilerle dolmuştu: şimdi kaçsam millet koskoca yazar korkup sürüye uydu, kaçtı, der. O halde?
Yani benim beynim hemen kurtulmak değil ‘*daha uzun vadeli ayakta kalmak’* için programlanmış. O an kaçabilirim ama rezil de olabilirim, rezil olmak da bir nevi ölümdür.
Hem fare gibi kaçan hem rezil olmamak için bekleyen her iki insanın kararını da düzenleyen*‘beyin*’dir.
Bu kararımızda ‘*beynimize’ *ne yükledik sorusu önemli, mesela ben, ilk gençlik yıllarından beri beynime, siyaset, sosyoloji, sinema, sorumluluk değerlerini yüklemeye çalıştım. Niçin? Uzun vadede *‘karlı çıkmak*’ için.
Ama uzun ama kısa, kaçanların da bekleyenlerin de kararları menfaatleri, çıkarları için.
İnsanların felaket haberleri ortasında Survivar gibi popüler bir yarışı izlemesi yine beynin kendi kendine aldığı bir karardır.
Beyin, kendini üzüntü ve kaygıyla yakmak yıpratmak istemez..
Kovboy ve Kızılderili filmlerini hatırlayın, eşyalar tabiat sahneler soyuttur, mesela bize bugünü hatırlatacak, bina yoktur, şehir yoktur, araba yoktur, gördüğümüz sadece çıplak dağlar vadiler ve deri giysiler ve tahta çitler ve tahta evlerdir..
Yani ‘*soyut’ *mekanlardır. Soyut giysi ve mekanlar ‘*çağrışımları*’ azaltır, içinde yaşadığımız gerginlik ve stresten uzaklaştırır.
Gündelik meşguliyetle yorulmuş yıpranmış beynimiz dinlenir. Belgeseller mesela, o manzarası güzel sahneler, beynimizin kaçıp sığınması için müthiş fırsattır.
12 Eylül öncesi anarşi döneminde, şaşıracaksınız, bu ülkede en çok satılan dergiler Yıldız ve Pazar gibi seks dergileri olmasının sebebi buydu.
Televole denilen ipe sapa gelmez mizahı zekası çok düşük futbol magazin programları mesela, 90’lı yılların faili meçhul karanlık günlerinde moda olup yaygınlaştı.
90’lı yılların karanlık günlerinde mesela magazin dergilerinin altın yıllarıydı, her akşam ekranlara magazin yazarları çıkardı, renkli magazin eki vermeyen gazete yok gibiydi.
İster istemez bu magazin furyası bir çok yazarın çizerin şahsiyetinde *‘gösteriye’ ‘reklam’*a ve*‘şöhret’*e doğru patlamalar yaptı ve bir çok saygın sanatçı ve yazar bu magazin alanından çok etkilendi.. Bir magazin ekinde görünmenin keyfi doyumsuzdu..
Uzun vadeli yükleme yapmış bizim gibi yazarlar, bu arkadaşları, korkan pırsan bencilce tepkiler gösteren doğal içgüdüleriyle hareket eden insanlar olarak kendimizce aşağıladık ve yüzlerine bakmadık.
Şöhret reklam ve gösteriye kaçıp şişinmek başka şey, insan olmanın tarifsiz lezzetlerini tadmak çok zahmetli ve başka şey’dir.
Kendime asıl soru, bugün bulunduğum yer kazançlı bir yer mi?
Hayır, sadece daha çok test edilen daha çok akıl ve mantık yürüten ve daha az yanılan daha az rezil olan bir yerdeyim, ilk gençlik yıllarından beri beynime yüklediklerimle orantılı bir sonuçtur bu.
Ve şu habire aldatıldık kandırıldık deyip rezil kepaze olanlar, işte onlar ‘ *soylarını’*sürdüremeyecek, neden?
Şayet direnen bizler ayakta kalmayı başaramasaydık bugün kepaze olan bu insanlar, insanlık ve yetişmekte olan gençler için, tek şans olacaktı..Bir alarm bir siren sesi bir komut bir sürü kaçışına teslim olanların hikayesi insanlığın hikayesi değildir.
Ve aldatılan kandırılan bu aptalların hikayesi ortaçağların kısır döngüsü gibi hep kendini yineleyip hep başa saracaktı, ha doğa belgeseli izlemişsin ha yandaş kanalları izlemişsin, iki taraf da insansız.
Peki bu olup bitenler benim yararıma mı oldu, hayır, kırk yaşında sevgili kırk yaşında para, kırk yaşında övülmenin tadı başkadır, hani derler ya, çikolatayı çocukken bulup yiyeceksin, şimdi altmışında o çikolata o tadı vermez.
O halde benim yararıma olan nedir?
İnsan türü için, direnç için ayakta kalmak için, test edilmiş bir örnek!
Yolu çok ağulu zehirli acıydı ve dayanılmazdı, doğrusu kimseye de tavsiye etmem, ama burası, o kırklı yaşlarda küçük hesaplarla bize sansür uygulayan bizi şöhret çalımlarıyla yok etmeye çalışan küçük zavallı böceklerin, tahmin edemeyeceği ve tasarlayamayacağı ve hiç hayal edemeyeceği, bir başka insanlık ülkesi.
Zaten bugün insanlık diye sarıldığımız ne varsa dibine girin görün, işkenceleri, hapisleri, sürgünleri bulursunuz.
Otuzlu kırklı yaşlarda bizler de herkesin girdiği yola girip korkup pırsıp kaçıp şöhretin paranın gösterinin reklamın yoluna girseydik, şimdi tarihin o en uzun yolundan gelmiş bu ‘onurlu’ insanlarını tanıyamayacak, onların lezzetlerini hayatımıza taşıyamayacaktık.
İşkencelerde acı çeken ama direnen insanların umutsuz çıkışsız uzun vadeli yolu o uzun ince yolu insanlığın yoludur, niyeyse meraktan çatlayıp, oturup beynimize bu insanların hayat hikayelerini şiirlerini acılarını yükledik.
Bu soylu insanlardan çıkışsız umutsuz uzun ince çok zahmetli imkansız yollarından kendimce bir şey öğrenmeye çalıştım, bir maden.
Mesela anlık tepkiler vermeyip parasızlık işsizlik gibi uzun vadeli acıları üstlenerek türümün bu topraklarda ayakta kalan nadir örneklerine bir örnek de yazarlığımla ben sundum.
Acıya kaygıya üzüntüye dışlanmışlığa dayanamayıp ani tepkiler verebilir, açlık parasızlığa yenilebilir mahvolabilirdim, evet, zıbara zıbara yaşadık, ama yine de içimden bir ses, piston düşünce, kaçma yerinden kımıldama dedi.
Çünkü beynime uzun vadeli amaçlar yüklemiştim.
Balyozda kaçmadık Ergenekon’da kaçmadık faşist ırkçı diye sosyal medyada linç girişimlerinden kaçmadık, neden,*17, 18, 19 yaşlarımda*, yazarlığa merak saldığım o ilk günler, kendime büyük bir varoluşsal soru sordum, bir insan yavrusunun gücü sınırları nedir merak ediyorum, bileklerime baktım, bu incecik çıta gibi şeyin gücü nedir, gözlerime baktım, bunların derinliği ne kadarını görebilir, elimi havaya kaldırıp boşlukta ampul çevirir gibi çevirip, aynen böyle çevirebilir miyim döndürebilir miyim hayatımı, dedim.
Hiçbir grubun hiçbir ideolojinin hiçbir patronun hiçbir menfaat çevresinin adamı olmadan bir insan yavrusu bu cangılda ayakta kalabilir mi, dedim.
Yalnız çıkışsız kuşatılmış kaygılı anlarda bir insanın intiharını durduran şey de budur, bedenin ve beynin direncini bedenine yüklenmiş küçük kedi yavruları gibi insan yavrusunun gücünü, merak etmek.
Ancak soylu saygın bir şaşmaz vazgeçilmez ilkeyle, hile yapmayacak tuzak kurmayacak ve aptal ve pırsakların yöntemlerini hiç kullanmayacaksın…
Aksine, hayatın acımasız gerçekleriyle yüzleşip siyaseti sosyolojiyi önce kendi üstüne yıkılmış sosyal gerçeklikten tanıyıp öğrenmek.
Aman dilemeden yalan söylemeden hayatın acı çıplak sosyal gerçekleriyle koyun koyuna onlarca yıl boyu yatmadan başkalarının acılarını başkalarının çıkışsız hayatlarını ve yaşadığınız hayatı tanımak ve bir ders çıkartmak mümkün değildir.
Şimdi ne zaman bir otobüse binip gözlerim yazımın içine dalsa, hayattan edindiğim bu eşsiz vitaminler eşsiz lezzet ve acılar test edilmiş bilgisi ve binbir çeşnisi baharatıyla en güzel cümlelerimi kurarken imdadıma yetişiyor.
Piston düşse de düşmese de, otobüste, yerindeyim.
İran’ın büyük şairi Hafız da böyle bir şey söylüyordu: bir damla sevinç için bütün eziyetlerine hazırım..
*Nihat Genç*