10 Ekim 2015 sabahı… Ankara’da bir evde üç kişiyiz. Sırayla ailelerimiz aramaya başladı. Israrcı “İyi misin? Evde misin gerçekten?” sorularıyla uyandık o karanlık güne. O andan sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı…
Telefonlar susmuyor, meraklı sesler, birilerinden haber alma telaşı git gide büyüyor. “Bir şey öğrenirsen beni de ara olur mu?” hep aynı son cümle… Televizyonda hep aynı 20 saniyelik patlama anı görüntüsü ve her dakika artan ölü sayıları vardı. Anlayamıyordum; ben orada sadece “barış” için türkü söyleyen, halay çeken insanları görürken, onlar ne görmüştü bu insanlarda öldürmeyi isteyecek kadar? Demokratik hakları* olan toplantı ve gösteri yürüyüşü için bir araya gelen insanlardan neden rahatsız olmuşlardı? Bir hukuk devleti olduğunu söyleyen ülkemizde bu insanlar neden korunamamıştı? Ve tabi ki suçlular, ellerde olan listelere rağmen, neden cezalandırılamıyordu?
Emek, Barış, Demokrasi Mitingi için gelen insanların toplanma yeri olan Ankara Garı’nın önünde ardı ardına patlayan bombalar, sadece oradaki insanları değil; insani duygularını kaybetmemiş herkesin içini parçalamıştı. Patlama anından dakikalar geçtikte kaos daha da büyüyordu. Toplanma alanı kan gölüne dönmüş, her yer insan parçalarıyla doluydu. Yaralılara, şokta olan insanlara ulaşılmaya çalışılıyordu dört bir elden. Sendikalar, sivil toplum örgütü üyeleri adeta bir savaş enkazından insan kurtarmak için çalışıyordu artık. Çünkü oradakiler arkadaşları, aileleri, yoldaşlarıydı…
Günler geçtikçe olayın gerçekleri, güvenlik zafiyeti ortaya çıkıyordu. Açıklamaların yüreklere su serpmesini geçin, içlerdeki ateşi daha da körüklüyordu sanki. Olayda hayatını kaybeden 102 kişinin ve yaralanan 186 kişinin hikayeleri ise onların Kürt, Türk, Hdp’li ya da başka bir şey olmadıklarını yalnızca ‘insan’ olduklarını göstermeye yetiyordu benim için.
Haberlerde okuduğum da inanamamıştım. Patlamada ölen Erhan Avcı’nın eşine o gün 7 kez telefon geliyor: “Ben yaşıyorum. Ankara’dayım. Gel beni al.” diyor tanımadığı bir ses. Bu nasıl bir oyundur ki bir insanın umutlarını tekrar tekrar diriltip, öldürüyorsunuz? Gazeteci İlhan Taşçı’nın orada yakınının cenazesini arayan biri olarak kaleme aldıklarını okurken ise hala tüylerim diken diken oluyor. Olayın üzerinden saatler geçiyor ve saat 02:30 sıraları cenazesini bulabildikleri öğretmen, tiyatrocu Şirin…
İşte o gün 102 insan, 102 hayat söndü. İçlerinde sekiz yaşında bir çocuk… Demir yolu işçisi babasıyla gelmişti alana. Büyüyünce avukat olmak istiyorum, diyordu masmavi gözlerinin içi gülerek. Ama izin vermediler. Şimdi siz de gökyüzüne her baktığınızda onun masmavi gözlerini hatırlayın. Unutmayın özgürlüğün rengidir mavi!
*T.C. Anayasası, Madde 34. – Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Fotoğraf alıntı: http://blog.radikal.com.tr/politika/ankara-katliami-ve-hukumet-114891