Ülkemiz, bir kişinin isteği, siyasi ihtirası ve kibri nedeniyle kasıtlı olarak kaosa ve açmaza sürüklenmiş bulunuyor. Bu sürüklenişin temelinde söz konusu kişinin yasa tanımazlığı ve günden güne artan korkusu vardır. İktidara geldiği Kasım 2002’den beri uyguladığı iç ve dış siyaset kendisini bugünkü açmazlara getirmiştir. Demokrasi ve özgürlük adına etrafına topladığı ve destek aldığı insanlar, gerçekle yüz yüze kaldıklarında, dünün Başbakanı’nı ve günümüz Cumhurbaşkanı’nı terk ederek yalnız bırakmışlardır. Bu yalnızlık korkusu, Erdoğan’ı büsbütün yasa tanımaz yapmış, çıkış yolu olarak her önüne gelenle çatışır hale getirmiştir.
İktidarının ilk yıllarında muktedir olabilmek için ülke tarihinin derinliklerinde kalmış olumsuzlukları gidermek iddiasıyla AB’ye, BOP projesi’nde «eş başkanlık” üstlenip sırtını ABD’ye dayamıştır. Bu dönemde işler iyi gidiyor görüntüsü verilerek seçimlerde hep oyunu artırmıştır. Ekonomik olarak ülkede ne var ne yok satarak, ülkeyi yabancı sermayenin en avantacı faiz peşinde koşanlarına peşkeş çekmiştir. Üretim için yatırım yapmayan, yalnız faiz için gelen paralar, tekrar yurt dışına çıktığında, ekonomiyi kaynağı belirsiz kara para girdileri ile yönetmeyi temel almış bulunmaktadır. Böylece bir süre daha iktidarını uzatmayı hedeflemektedir.
Ülkenin Güney-Doğu’sundaki Kürt etnik ve siyasal hareketini bazen kabullenmiş bazen de yok sayarak devamlı ülkeyi ateş hattında tutmuştur. «Barış süreci”, «çözüm süreci” ve «analar ağlamasın” adı altında uygulamaya çalıştığı politikalar tarihe birer aldatmaca olarak geçmiştir. Özel çıkar ve siyasi ihtiraslarla çözülebilme şansı olmayan etnik sorunlar, bir gün gelir ülkeyi cehenneme çevirir. Nitekim bugün olanlar, bu tür siyasetin sonucu olarak, ateşi kırlardan şehirlere indirmiş bulunmaktadır. Çünkü savaş bir oyun değil, çok ciddi ölüm alanıdır. Savaşı başlatmak kolay ama bitirmek sanıldığı kadar basit değildir. Bugün Türk ve Kürt Halklarının içine düştüğü savaş sarmalı, bitirilmek yerine, ondan siyasal çıkar sağlama güdüsü ile çözüm üretilmeye çalışılmaktadır. Bu nedenle de gün be gün ölümler artmakta ve düşmanlık gelişmektedir.
7-Haziran seçimleri sonrası Erdoğan beklediği iktidarı HDP barajı geçerek, yüzde 13 oy alarak, kendisine vermemiştir. Üç gün sessiz kalmış, ansızın tekrar seçim isteyerek ülkeyi Anayasal krize sürüklemiştir. Doğal olarak birinci parti AKP ye (Ahmet Davutoğlu’na) hükümet kurma yetkisini vermiştir. Bu bir oyun olarak sahnelenmiş, avara kasnak gibi dönüp kırk beş gün tamamlanmaya çalışılmıştır. Sona yaklaşırken Davutoğlu yetkiyi iade etmiştir. İktidarı tekeline almış bulunduğundan daha sonra kimseye vermeyerek, YSK ile gizli görüşmeler yaparak, üstüne vazife olmadığı halde 1-Kasım tarihini seçim günü ilan edivermiştir.
Tüm bu tür gelişmeler Erdoğan’nın başkanlık ihtirasının bir doğal sonucudur. Hazret işine geldiği gibi Anayasa okumakta ve uygulamaktadır. Korku tüneline sokulan ülke insanları, bir anda «Kürt sorunu yok”, «çözüm sürecini tanımıyorum” gibi RTE söylemleri ile karşılaşmıştır. HDP Eş Başkanı Demirtaş’ın «seni başkan yapmayacağız”, 7-haziran seçim sloganı, Cumhurbaşkanı’nın hiddetini arttırmış, ülkenin dört bir yanına ölüm saçarak korku yaygınlaştırılmıştır. Bu korkuyu bir kurtuluş görüp, kara sevdası olan başkanlığı yeni bir seçimle alırım umudu hücrelerine işlemiştir.
Bütün bu olanlar RTE nın başkanlık için başını koyduğunun birer delilidir. Zira, «sistem artık değişmiştir, Anayasa’yı buna göre düzenleme zamanı gelmiştir” diyerek, rafa kaldırdıkları Anayasa tamamen ihlal ve ilga edilmiş bulunmaktadır. Kısaca devlet gasp edilmiştir! Normal bir devlette bu bir darbe suçudur ve cezası eskiden idam ama TCK da yapılan değişiklikle ağırlaştırılmış müebbettir. Bir yasa yürürlükte olduğu sürece makamı, rütbesi ve konumu ne olursa olsun uymak bir zorunluluktur. Keyfe göre yasa yapılması ve uygulanması ancak diktatörlüklerde olur.
Bütün bu çırpınışların sebebi, başta 7/25 Aralık-2013 rüşvet ve yolsuzlukları olmak üzere elde ettiği çoluk çocuk zenginlikleridir. Bu tarihten itibaren iktidar ortakları Gülen Cemaatı, bir anda paralel ve kumpasçı oldu. Binlerce polis, savcı ve hakim görevden alınarak kolluk kuvvetleri ve adli mekanizma hallaç pamuğu gibi atıldı. Ergenekon ve balyoz davaları sonucu mahkum olan subaylar, bir anda tahliye edildi. Kumpas ortaya çıkarıldığından 7/25 rüşvet ve yolsuzlukları da bu çerçeve içerisinde yok farzedildi. Oysa burada keşfedilen kendi yolsuzluklarına örtü vazifesi yaptı. İktidarın lehine olmayan her şey yasa dışı sayılarak tu- kaka oldu. Bazen kandan beslenen iktidar, bazen dinden beslenerek ülkenin tapusu 2071 tarihine kadar AKP ve yöneticilerinin üstüne geçirildi.
«Ben başkanım. Kanun benim. İstediğim gibi yasa yapar, Anayasayı istediğim gibi okurum. Kimse buna müdahil olamaz. İstersem Türk Askerlerini savaşa gönderir şehit ederim. İstersem Kürtleri bombalar PKK yı yıldırırım. İster barış yaparım. İster savaş ilan ederim”, mantığı bugün ülke yönetir durumdadır.