Her seçim sonrası, seçim sonuçlarını tartışmak adına, partililerin karşılıklı birbirlerini suçlamaları CHP içerisinde yaşanan bir çiledir. Bu çile ile varılan sonuç sosyal politikaların irdelenerek değerlendirilmesine temel oluşturmayıp, parti içi çekişmelere ve parti yönetiminin ele geçirilmesine yöneliktir. Oysa kendisini sosyal demokrat olarak niteleyen bir parti, bu tür çekişmeler yerine, ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik analizlere dayanmak zorundadır.
Ülkemiz Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze gelene kadar çeşitli badireler yaşamıştır. Başta iç isyanlar olmak üzere uluslar arası siyasetlerin etkisi altında kalmıştır. Bu yaşananlar parti içi çekişmelere temel oluşturmuş, partinin gelişmesine veya gerilemesine neden olmuştur.
Her devrim zaman içinde ileri – geri hamleler yaparak varlığını sürdürmek zorunda kalır. Devrimci kadrolar toplumun isteklerine doğru yanıt vermez de, uygulamalarında diretirse, toplum için için, alttan alta devrimlere ve devrimcilere karşı olumsuz tepkilere hazırlanır. Bu gelişim ülkemizde kendisini 1946 ve 1950 seçimlerinde göstermiştir. Reaya halkı özgür bireyler yapmak , (feodalitenin tasfiyesine dönük) yoksul topraksız insanları toprak sahibi kılmak için, toprak reformu yapılmak istendiğine, toprak ağaları (başta Menderes ve Celal Bayar olmak üzere) örgütlenerek CHP den ayrılıp Demokrat Parti’yi kurdular ve 1950 de iktidar oldular. Söz konusu Demokrat Parti o günden sonra toplumun muhafazakarlaşması için ne gerekiyorsa elinden geleni yaptı.
27-Mayıs-1960 ihtilali ile yeni bir Anayasa yapılarak ülke yeniden nispi de olsa özgürleşerek demokratikleşme sürecine girdi. Sosyalist düşünce örgütlenerek on beş milletvekili ile T.B.M. M ye girince CHP yeniden hamle yaparak demokratik sol çizgiyi benimsedi. Bu gelişmeyi içlerine sindiremeyen parti içindeki statükoyu savunan Feyzioğlu ve Kemal Satır gibi sağ görüşlüler partiden ayrılarak yeni parti kurdular ama günün koşullarına ters düştüklerinden tarih sahnesinden çekildiler. Zira yenilenmeyen her düşünce ve görüş eskimeye, çürümeye ve yok olmaya mahkumdur. Ecevit’le «EMEK EN YÜCE DEĞERDİR” ve «TOPRAK İŞLEYENİN, SU KULLANANIN « gibi söylemler CHP’yi 1973 ve 1978 seçimlerinde birinci parti yaptı ama tek başına iktidara taşımadı. Buna karşılık CHP kuruluş aşamasındaki devrimci tavrı sayesinde ulus gözünde ve gönlünde yeniden itibar ve güvene kavuşmuş oldu.
Bugün yeniden parti içinde statükoyu savunan bir kesim ülkenin içinde bulunduğu karanlıktan çıkış arayacaklarına, siyasal çelişkileri görmezden gelerek kendi ihtirasları uğruna parti içi kavgayı üstü örtülü olarak başlatmış bulunmaktadır. Kendi yaptıklarını ve kusurlarını görmezden gelip, yenileşmeyi seçim başarısızlığına gerekçe olarak göstermektedirler. Bu olumsuzluk toplumda «bu parti kavgadan başka bir şey yapmıyor” anlayışı ile CHP’ye güven duygusunu sarsmaktadır. Parti kendi içinde çatışma yerine, seçim sonuçlarının nedenlerini eleştiri ve öz eleştiri düzleminde değerlendirmek zorundadır. Doğru teşhis konulmadan doğru tedavi asla olası değildir. Zira doğrular acı da olsa kendi özümüzden çıkmakta; önemli olan, bu acı ve yaraları siyasal oportünizme taşımamaktır. Kendi yaptıkları kusurları parti yönetimine yüklemek CHP ye bir yarar sağlamayacaktır.
Bugün ülkeyi yöneten kadro ve o kadronun başı ta belediye başkanlığı döneminden beri şaibeli bir siyasi kişiliğe sahipken, bu durum görmezden gelinerek koltuk sahibi yapılmıştır. Bu süreci yok farz ederek, 1946 seçimlerinden daha şaibeli olan günümüz seçimlerinin sonucunu bahane ederek eleştirme atağına kalkmak, kör kör parmağım gözüne demektir. Bir önceki CHP Genel Başkanı’nın, Erdoğan’ı 2002 seçimlerinden sonra nasıl meclise taşıdığı, unutulmamalıdır. Erdoğan siyasi yasaklı bulunduğu bir dönemde hakkında yolsuzluk ve kalpazanlıktan açılmış sayısız dava varken, partinin hiçbir yetkili organında tartışmadan, meclis gurubuna «siz isteseniz de, istemeseniz de ben Erdoğan’ı meclise getireceğim” diyerek anayasa değişikliği ile siyasi haklarını geri verirken ne kadar başarılıydı? Hiç düşünülüyor mu acaba?… Bugün ülkeyi Osmanlı sevdası ve yolsuzluklarla harmanlayan Erdoğan çıkardığı yasalarla ülkeyi bir yandan karanlığa sürüklerken, diğer yandan şeyhlere teslim etmeye devam etmektedir. Ülkenin tüm ulusal değerleri satılıp yabancılara peşkeş çekilirken, gestapo yasaları ile dinsel bir faşizmin batağına sürüklemektedir.
Seçim sonuçlarını pervasızca eleştirenler, parti içi pasif direnişlerinin unutularak algılanmayacağını mı sanıyorlar?.. Azınlıkta olan bir parti, ülkeyi çıkmazdan çıkarmak isterken, ülkenin siyasal çelişkilerini iyi değerlendirmek zorundadır. Bugün ülke yükselen dinsel faşizmin etkisinde sürüklenirken yapılacak olan; demokratik dayanışmadır. Siyasal ideoloji yerine, siyasal güç birliği kaçınılmazdır. Bu nedenle kanımca, Partinin adayları doğru tespit edilmiştir. Ama kedilerin seçime müdahalesi ve seçim kurullarının tehdit edilmesi ile 2014 yerel seçimleri tarihimizin en şaibeli damgasını yemiş bulunmaktadır. Bunları görmezden gelip parti yönetimine yüklenmek ve suçlamak ne demokratik ahlaka ne de siyasal etiğe uygundur. Tarihi olarak her seçim sonucu, parti içinde bir çileye dönüşmektedir. Bundan vazgeçilmeden veya parti Ecevit döneminde olduğu gibi küçülmeden gelişemeyecektir.
Bütün bu olumsuzluklara karşın bu günlerde yine de sabırlı davranmak gerekmektedir. Nasıl ki, savaşan bir orduda küçültme ve yenilenme yapılması uygun olmazsa, ülkenin zor dönem yaşadığı ortamda da sabırla dayanışma göstermek gerekmektedir. Mafya bile bazı koşullarda kendi aralarında suskunluk yasası (Omarta) uyguluyorsa yurt bütünlüğü ve yurttaşların hukuku ortadan kaldırılırken, partide de ülkenin çıkarları için karşılıklı suçlamalardan kaçınmak zorunluluğu vardır. Bu her isteyenin aklına geleni söyleme hakkını kimseye vermemektedir. Yapılması gereken, partinin yetkili karar organlarının verdiği kararlara saygılı davranmaktır. Aksi davranış, küçülme yerine beklenmedik bir anda dağılmayı da doğurabilir.