İlkel Kulak Eşlikli Müzikten Hoşlanır

Henry Bidou adlı Fransız bir araştırmacıya göre melodiyi ilk ritme koyan
kişi, İsa’dan sonra sekizinci yüzyılda Anadolu’nun Konya bölgesinde yaşayan
bir Phrygie’lidir. Phrygie kabilesinden bir demirci örs üzerinde dövdüğü
demirin çıkardığı seslerden esinlenerek ritmi bulmuştur.

Ama buna Hitit ve Mısır uygarlığı üzerine araştırma yapan bilim insanları
ve arkeologlar, müzik tarihçileri itiraz edecek, «Hititler ’in raspa ya da
balıksırtı adını verdiği müzik aletini nereye koyacağız,” diye
soracaklardır.

Editörlüğünü Oğuz Elbaş, Mehmet Kalpaklı ve Okan Murat Öztürk’ün yaptığı
«Türkiye’de Müzik Kültürü” adlı çalışmada, yukarıda sözü edilen müzik
aletlerinin geçmişinin M.Ö. on bin ila 3 bin yılları arasına kadar uzandığı
öne sürülüyor (s. 6-7).

Böyle olunca da insanlığın var olduğu andan bu yana ritmin de var olması
gerekliliği ortaya çıkıyor. Bu nedenle de, Bidou’nun ritmi bulduğunu iddia
ettiği Phrygielinin gerçekte melodinin içinde ritmi bulduğu ya da
yerleştirdiği varsayımı daha akla yakın geliyor.

Melodinin ortaya çıkışı ise yine Bidou’ya göre şöyle: Eski zamanlarda daha
konuşmanın bile bilinmediği çağlarda, avcının biri, bir akşam denizin
kıyısında bir yere oturur. Bu arada dalgalar inlemekte, durmamacasına
kayaları, kıyıları dövmektedir. Rüzgâr da bu seslere eşlik etmektedir. Avcı
bu doğal sesleri dinler ve yüreği sızlar. Bu sırada birbirlerine uzaktan
haykırmaktan başka işe yaramayan sesi, gırtlağından rüzgâr ve denizin
iniltisi gibi yükselir, alçalır. Böylelikle çeşitli tonlarda sesler ortaya
çıkar. İşte Bidou’ya göre melodi böyle ortaya çıkmıştır.

Gerek ritmin, gerekse melodinin bu masala benzer ortaya çıkışlarının
gerçekte fazlaca önemi yoktur. Doğruluk payı da mitolojik masallar
kadardır. Önemli olan, ritmin melodinin içinde olması gereken bir unsur
olduğu, ancak bunun yeterli olmadığı ve her ritmin mutlaka bir melodi
içermediğini kabul etmek gerektiğidir.

Bu saptama şunun için gerekli: Müziğin insana doğrudan etki eden yönü
fizyolojik özelliği nedeniyle ritimdir. Melodi, ritmin hızlılığı veya
yavaşlığı ölçüsünde bu etkiye katkıda bulunabilmektedir. Bu, eğitimsiz her
kulak için geçerli bir kuraldır ve yaygınlık kapasitesi, müzik sanatı
altında yorumlayabileceğimiz diğer türlerden bütünüyle ayrıdır.

Bu ayrılığa neden olan unsurların başında ise, ritmin doğrudan insanın
fizyolojik yapısına etki etmesi ve insanların kolaya kaçma çabası
yatmaktadır. Fizyolojik olan her olgunun özelliği gibi, ritimde de estetik
hemen hiçbir unsur yoktur. Bu, pornografiden duyulan biyolojik hazza
benzer. İçinde kendiliğinden ritmi barındıran müzikte, ritme ağırlık
verilmesi halinde insanların fizyolojik gereksinimine daha çok
seslendiğinden, ilkel (eğitimsiz demek daha doğru belki) kulağa hoş gelir.
«İlkel kulak eşlik edebileceği müzikten hoşlanır” diyen Hegel’de haklı
çıkar böylece. Çünkü müzik alışkanlıkla kazanılan bir beğenidir.
Alışkanlığın dışındaki beğenilerde ise daha çok ritim söz konusu olmaktadır
ya da eğitim.

Bu çatal ağzına geldiğimizde ise, ülkemizde yıllardır tartışılan ve son
günlerde alevlenen, içeriğindeki toplumsal değinmelere kadar taraf tutulan,
uyuşturuculuğu ve tek sesliliği ile de karşımızda bulunulan arabesk adı
verilen müziğin neden her türlü müzik eğitmenleri ve otoriteleri tarafından
engellenmeye çalışılmasına karşın hızla yayıldığının daha somut nedenlerine
varılmaktadır.

Arabesk diye adlandırılan müziğin söz yapısını incelediğimizde her ne
kadar mistisizm, kadercilik ve benzeri yazgı unsurları yer alsa da,
bunların aslında fazlaca önemi olmadığı kesindir. Müzik olarak ele
alındığında ise, ritmin tüm olanaklarını kullandığı ve müzik sanatının tüm
unsurlarından da alabildiğine uzaklaştığı için doğrudan insana etki
edebilmektedir. Melodinin kendi ritmini bulması kaçınılmaz bir olaydır.
Aynı şekilde de ritim karşısında kişinin ritme yönelmesi de istemsiz bir
davranıştır.

Marşların kökeninde de yatan aynı fizyolojik etkidir aslında.

Bunları da sevebilirsiniz