İnsanca yaşamın olanağı: Sistemin Frankensteinları

Tankınız ne güçlü generalim,
Siler süpürür bir ormanı,
Yüz insanı ezer geçer.
Ama bir kusurcuğu var;
İster bir sürücü.

Bombardıman uzağınız ne güçlü generalim,
Fırtınadan tez gider, filden zorlu.
Ama bir kusurcuğu var;
Usta ister yapacak.

İnsan dediğin nice işler görür, generalim,
Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin.
Ama bir kusurcuğu var;
Bilir düşünmesini de.

(Çev. A.Bezirci)

Bertolt Brecht

«Günümüz şirketleri ideal olarak, «otomatik portakallar” ister – yani, şirketlerin normlarına göre kendiliğinden çaba sarf eden özneler. Ayrıca (neo)liberal oldukları için de, bu öznelerin otomatik olmalarının yanı sıra özgür olmalarını da isterler. İşlevsel kesinlik bakımından otomatik, şeylerin ideolojik güzelliği bakımından da özgür olmalarını. Ama özgür iradenin eninde sonunda tereddütsüz eylemin, yani tamamen teslim olmuş etkime gücünün en kesin ilkesi olduğunu da göz önünde bulundurur.” (Frédéric Lordon, Kapitalizm Arzu ve Kölelik, çev. Akın Terzi, 2013, İstanbul: Metis Yayınları, s. 77)

İnsanlığın modern tarihini, keyfilikten öngörülebilir ve denetlenebilir insan ve toplum davranışlarına doğru ilerleme olarak okumak hakikate çok aykırı düşmeyecektir. Bu hem ilerici hem de gerici iktidarlar açısından üstlenilebilir bir süreçtir. Birincisi, keyfiliği, angaryayı ortadan kaldırarak yöneticilerin ya tamamen ortadan kalktığı ya da yetkilerinin kısıtlandığı, hesap verilebilir hale getirildiği ve sürekli olarak denetlendiği bir siyasal iklimi ve rejimi hayata geçirebilir. İkincisiyse (gerici olan), çalışanları ve tüketicileri otomatlar haline getirip onları gerçek veya uydurma tehlikeler karşısında güvenlik ve istikrar vaatleriyle uyuşturup disiplin altında tutabilir. Her ikisinin de gerçeklikten beslendiği ve gerçekliği belirli oranda yapılandırdığı açıktır. Ancak, insanca bir gelecek ve yaşama için öngörülemez tehditlerin azalması, önlemlerin alınabilmesi, insanın kurbanı veya nedeni olabileceği felaketlerin önlenebilmesi, insanlar arası bilgi ve beceri asimetrisinden kaynaklanan eşitsizliklerin giderilmesi gereklidir. İnsanca yaşamdan kastettiğimiz tam olarak bu hedefin hayata geçirildiği yaşam biçimidir. Kentlerin, devletlerin, üretim ve tüketim etkinliklerinin sistemin belirli efendileri lehine düzenlendiği ve bu düzenlemenin bilgi ve becerinin asimetrik dağılımından kaynaklandığı bir ortamda insanın yaşamı kuşatılmıştır. Ne özel ne kamusal ne de politik alan özgürlüğün hüküm sürdüğü böyle bir ortamda, yerel veya merkezi iktidar araçlarını ele geçirmek imkansızı istemek gibidir. Ne var ki bu kısa çalışma istenenin imkansız olmadığını ve bilhassa belirli eylemliliklerin sürmesi ve gelişmesi durumunda kaçınılmaz olduğunu iddia etmektedir.

İstenenin mümkün olduğuna işaret eden üç örnek kısaca incelenecektir: ABD’deki ırkçılık karşıtı hareket, Renault direnişi ve Gezi-Haziran Ayaklanması.

Sistemin Yarattığı Yeni Öcü: Netizen (Ağdaş)

Netizen kavramını değerli hocamız Prof. Dr. Betül Çotuksöken yarattı. Kentli bireyin bir ifadesi olan citizen (yurttaş) sözcüğünün morfolojik yapısından hareketle bu kez kente değil ağa ortak olan bireylerin ortaklığını dile getiren netizen (ağdaş) sözcüğünü türetti hocamız. Yukarıda anılan eylemliliklerin ortak noktası, ağdaş bireyi yaratan ve onun elinde bulunan yeni olanaklara sürekli olarak başvuran bir eylem anlayışı ve bu anlayışı bilinçlere kazıyan üretim-tüketim biçimidir. Ne var ki bu yeni biçim aslında bir yan üründür. Sistemin ihtiyacı olan esnek çalışma saatleri (sonsuza esneyen ve işgücünün gönüllü, sürekli kullanımı anlamına gelen «hoş”ça ifade edilen yeni çalışma rejimi), sanal ortamın etkin kullanımına dayanan yeni örgütsel iletişim yolları, nitelikli işgücünün proleterleşmesi (bağımsız çalışan mühendislerin, doktorların, mimarların, avukatların tek merkezden maaşa bağlanması), işgücünün daha otomatik karar verebilme bilgi ve becerisini kazanması bir Frankenstein yaratıyor.

Sennett’in The Culture of The New Capitalism adlı eserinde «yararsızlaşma” kavramıyla kuşattığı nitelikli işgücü piyasasındaki dönüşüm ve bu piyasanın genç çalışanlarının kapitalizmin yeni biçimine gösterdiği tepki «sıklıkla iş yerini değiştirmek”, «kendisine emek ve eğitim verilmediğinden iş yerine bağlılık hissetmemek”, «yaratıcılığını kullanamadığı alanlarda sisteme fazladan bir değer katmaktan kaçınmak” olarak betimlenmektedir (Sennett, 2007). Gezi Direnişi boyunca Türkiye’deki politik mizahta yer bulan politik söylemlerin espirili ruhu, politik mücadelenin yeni ve yaratıcı biçimi, eylemcilerin sosyal medya üzerinden hızla örgütlenme yeteneği yaratıcılıklarının önemsenmediği kapitalist ilişkilerin Türkiye özelindeki özel biçimidir. Bu özel biçim ABD ve AB ülkelerindeki yaratıcılığı yeterince değerlendiremeyen biçimlerden birkaç açıdan farklılaşmaktadır: 1- Bilişsel alanlarda eğitim alan ve bu alanların niteliksiz üretim mekanizmalarında istihdam edilen genç işçiler Türkiye’nin bilişim sektöründeki konumu ve etkinsizliği nedeniyle yaratıcılıklarını yeterince ortaya koyamamaktadır; 2- Genel olarak bilgi gerektiren tüm alanlarda liyakat ve yeterlilik yerine hükümetçe belirlenen ideolojik-kültürel ölçütlere göre yapılan atamalarla önleri tıkanan gençler kendilerinin yararsız görülmesiyle karşılaşmaktadır; 3- Gündelik yaşam koşullarıyla teknik donanımları arasındaki uçurumun yol açtığı bunalımın iş yeri ve iş düzeni çerçevesinde çözülememesi. Tüm bu olgular diplomalı işsizlerin ve yeterli donanıma sahip olduğu halde yaratıcılıklarını ortaya koyamayan ve/veya emeklerinin karşılığını alamayan, güvencesiz çalışan nitelikli işgücünün politik eylemliliğe yansıyan yaratıcı etkinliklerinin dehşetine işaret etmektedir. Küresel ölçekte etkinlikte bulunan Anonymous, Red Hack gibi hacker grupları bu yeni işgücünün hem reel hem de simgesel temsilcisi oldular. Makinelerin insanları ele geçirmesi korkusunun (Sennett, 2007; Zizek, 2008) geçmişte Frankenstein, Matrix gibi bilimkurgu-fantastik sanat ürünlerinde ortaya çıkışlarının sistem için ne denli dehşet verici bir semptom olduğu düşünülürse, bu hacker gruplarının, hükümetlerin icraatlarını ifşa etme yeteneklerinin kamuoyunca bilinmesinin yarattığı kaotik durum daha iyi kavranacaktır. Bununla beraber sonuçları Türkiye’ye de yansıyan Wikileaks belgelerinin içeriğinin artık herkesçe ulaşılabilir olması enformasyonu tekelinde tutma hakkının anlamsızlaştığını hisseden hükümetlerce yaşanan sürecin azametini anlamak mümkün olacaktır. Daha da önemlisi hem enformatik olarak hem de hizmet sektörünün en nitelikli alanı olan hava ulaşımında Türk Hava Yolları çalışanlarının uzun süren ve başarıya ulaşan grevleri ve halk hareketlerine verdikleri destek nitelikli işgücünün politik bilinç bakımından gelişmişliğini ortaya koyuyordu. Böylesi kritik önemde bir kurumun işçilerinin sendikal hareketin basiretsizliğine karşın ayaklanmış olmasının hükümeti olağanüstü önlemlere itmemesi kaçınılmazdı.

Bilgi ve Becerideki Asimetri: Sömürülenin Yeni Kaldıracı

Sömürülenler ister tüketici sıfatıyla ister üretici sıfatıyla olsun bilgi ve becerideki asimetrinin kurbanıdırlar. Tüketici olarak tüketim nesnelerinin nitelikleri ve aralarındaki ayrımlar konusunda, üretim koşulları ve maliyetleri konusunda bilgi sahibi olmadıkları için sömürünün nesnesi olmaları bir zorunluluktur. Üretici olaraksa tüketim nesnelerini edinmek için emeklerini satmalarının koşullarını kendileri yaratma bilgi ve becerisine sahip olmadıkları için ve dahası, tüketim nesnelerini bir dolayım olmaksızın doğrudan üretme olanaklarını keşfedip uygulamaya koyacak güçte olmadıkları için sömürünün nesneleri olmaları kaçınılmazdır.

Ancak sistem, kendi varoluşu gereği ve bu varoluşunun itkisi nedeniyle sürekli olarak daha verimli üretme ve tükettirme stratejisi sonucunda bilgi ve beceri açısından daha nitelikli işgücünü yaratmak durumundadır ve yaratmıştır. Bu işgücü, sistemin açıklarını, avantaj ve dezavantajlarını hatta eski sistem karşıtı araçların (sendikaların, anayasal kurumların, siyasi mücadelelerin, vb.) eksiklerini bildiklerinden ciddi bir avantaja sahiptir. Ne var ki bu yeni işgücü yeni koşullar altında yarattığı eylemlilikleri sürekli ve merkezi hale getirecek yapıyı henüz kuramamıştır, hali hazırda olan merkezi ve sürekli yapıların başında gelen siyasi partiler de bu yapı olma hedeflerini hayata geçirememişlerdir. Yine de, nitelikli işgücünün, küresel ölçekteki eylemliliklerine bakıldığında, eskiden kendilindenci denilen karakterdeki örgütsüzlükten hayli farklı bir biçim içerisinde oldukları görülecektir. Evet, örgütsüzdürler, belirli bir siyasi partiye veya bir sendikaya üye değildirler. Ancak, örgütlülüklerini dayanışma halinde kurmuş, sosyal medya aracılığıyla bir haberalma organına sahipmiş gibi hareket etmekte, hukuki durumlarını hızla takip edebilmekte, propaganda yapabilmekte, üretimi durdurabilmekte ve diğer üretici kesimlere ve genel olarak halka çağrıda bulunabilmektedir.

Renault direnişinde yeni olan nedir?

Direnişi sürekli olarak izleyene kulak verelim:

«Bursa’da 14 Mayıs gece 24.00 vardiyasında başlayan Oyak-Renault işçilerinin eylemi kısa zamanda Bursa’daki metal iş kolu fabrikalarını tetikledi. Fiat-Tofaş, Coşkunöz, Mako, Ototrim Maysan-Mando, DJC, Delphi gibi bir çok fabrikaya sıçradı. Daha sonra Kocaeli/Gölcük Fort-Otosan, Arçelik-Türk Traktör, Ortadoğu Rulman Sanayi vb fabrikalarında devam etti. İşçi hareketi dalga dalga yayılarak Metal iş kolunda fırtınaya dönüştü.” (Nadir Erol, «Bursa Renault’da başlayan büyük işçi direnişinden dersler”, Teori Dergisi, Temmuz 2015).

«Oyak-Renault işçileri ise, eylemler sürecinde kolektif bir önderlik yarattılar. Bu işçiler ortalama 25-40 yaşlarındalar. Hiç bir şekilde bir birinden kopmayan, fikir alışverişinde bulunan, birbirinin gözünün içine bakarak konuşan ve anlamaya çalışan, sorumlu, ortak duygu, ortak bir ruha sahip işçilerin oluşturduğu bir önderlik. Eylemin önderleri direniş içinde ortaya çıkıyor. Birbirini bu eylem sürecinde tanıyan, başlangıçta karşılıklı adlarını bile bilmeyen ama aralarına yabancı hiç kimseyi sokmayan, son derece disiplinli, titiz davranan, dikkatle her şeyi izleyen, sıkı ve sağlam duran, uyanık, akıllı bir önderlik. Böyle bir yapı başarıyı getiriyor. Önderlik, dışarıdaki gelişmeleri de çok sıkı izlemekte, diğer fabrikalardan anında haberdar olmakta, ama bu bilgileri başka kaynaklardan da aldığı bilgilerle doğrulayarak karar vermekte, siyaset belirlemektedir. Buna rağmen oralardaki olumsuz gelişmelerden hiçbir biçimde etkilenmedi. Başarının anahtarı işte buradadır.” (Nadir Erol, «Bursa Renault’da başlayan büyük işçi direnişinden dersler”, Teori Dergisi, Temmuz 2015).

İşçi direnişinde yeni olan, tüm teknolojik iletişim araçlarının etkin kullanımı, üretim merkezi dışından gelen tüm siyasi özneleri direnişin dışında tutmak ama bunu yaparken eylem kararlılığını sürdürmek ve bir anlamda, bu kez üretim yerinde cisimleşen merkeziliğe mutlak güç tanımak. Bunlar tipik kendiliğindenci özellikler değildir. Somut hedeflere büyük bir disiplinle ilerlenmiş ve kamuoyu desteği sağlanmıştır. Bu süreçte işçilerin sendikayı tamamıyla dışlayıp adeta yepyeni ve çelik disiplinli bir sendikaymışcasına hareket etmesi şaşırtıcı. Sendikacılık faaliyetlerinin çok güçlü ve köklü olduğu metal iş kolunda, üretim yerinden bu denli güçlü bir aykırı disiplin ve kararlılık sergilemenin dayanağı işçilerin birbirinden sürekli haberdar olmasını sağlayan ve ağız birliklerinin aracı olarak değerlendirilen sosyal medya ve işçi aileleriyle birlikte yaşam alanına çevrilen fabrikadır. Fabrika adeta yaşam alanı haline gelmiştir. Büyük meydan eylemlerinin aksine, üretim yerinin kendisi bir yaşam alanına dönüşmüş ve merkezileşen bir ortak aklın silahı haline gelmiştir. Bu yeni durum, üzerinde düşünülmeye değer.

ABD’deki Irkçılığın neoliberal zemini (ABD’nin zorunlulukları)

ABD’deki ırkçılık karşıtı radikal eylemlerin meşruiyeti ABD’nin kolluk kuvvetlerinin insafsız ve orantısız güç kullanımına dayanıyor gözükür. Gerçeğin bir yanı budur. Ancak bir diğer yan da gelir adaletsizliğinin ırk ayrımlarına uygun olarak biçimlenmiş olmasından kaynaklanan ırkla üstü örtülen ekonomi politik koşulların yol açtığı huzursuzluktur. Bu huzursuzluğun ortaya çıktığı zemini Teori dergisi yazı kurulu üyesi Efe Can Gürcan özlü bir biçimde ortaya koyuyor:

«Baltimore’un özeline odaklanırsak, ABD’de var olan genel ırksal eşitsizliğin burada da geçerli olduğunu görebiliriz. Baltimore’un nüfusunun %63’ünden fazlasının siyahi olmasına karşın, işletmelerin ancak %34.6 siyahiler tarafından işletilmektedir. Yaklaşık %24’lük bir orana sahip Baltimore’un yoksulluğu, ülke genelinin çok üzerinde seyretmektedir (%14.5). Ev sahipliği oranı ise %48.3’i geçmemektedir (US-Census 2015a). Tıpkı sanayisizlik ve yatırımsızlık sorunu yaşayan diğer kriz kentlerindeki gibi, Baltimore’da terkedilmiş evlerin sayısı oldukça yüksektir (toplamda 16,000 terkedilmiş bina ve 14,000 terkedilmiş arsa). Beyaz ve siyahlar arasındaki gelir ve işsizlik uçurumu gözlerden kaçmamaktadır. Beyazlar yılda ortalama 60,000 doların üstünde kazanabilirken, siyahların geliri 33,000 dolar civarında seyretmektedir. 20-24 yaş arası genç beyaz işsizliği sadece %10 iken, bu oran siyahlarda %37 gibi uç bir değere erişmiştir. Tabii bütün bunlar, suç oranlarında büyük artışlara neden olmuştur. Verilere göre, Maryland Eyaleti’ndeki tutukluların üçte biri Baltimore’dan gelmektedir (CNN 2015).

Ferguson’da ise siyahi nüfus %67.4’lük bir ağırlığa sahiptir. Ancak Missouri eyaleti düzeyinde, işletmelerin salt %4.9’u siyahilerin elindedir. Ferguson, hemen hemen %25’lik bir oran ile yoksullukta Baltimore’a yakın bir performans sergilemektedir. Ancak ev sahipliği oranında yaklaşık %59 ile Baltimore’u geçmiştir. Ferguson’un yakınında St. Louis’de yapılan ölçümlerde beyazlarda işsizlik sadece %6.2 iken, siyahilerde %26 olarak kaydedilmiştir (Fortune 2014, US-Census 2015a).” (Efe Can Gürcan, «Ferguson’dan Baltimore’a”, Teori Dergisi, Haziran 2015)

Karşıt bir soru belirebilir: Söz konusu gelir adaletsizliği son on yıllarda sıklıkla görülürken ve bu huzursuz ortamda ABD’nin kolluk kuvvetlerinin ölçüsüz ve orantısız şiddeti bu süre boyunca gözlenirken, radikal eylemler henüz çok yeni. Dolayısıyla bir şeyleri atlamıyor muyuz? Atladığımız yenilik, direnişçiler, eylemciler safında etkin bir biçimde kullanılabilen yeni iletişim araçlarında yatmaktadır. Bu araçlar sayesinde ABD medyasının sürekli olarak gizlediği orantısız güç kullanımı geniş kitlelerin dikkatine sunulmuştur. ABD medyasının ve kolluk kuvvetlerinin gerçeğe aykırı yönlendirmelerine karşın geniş kitleler aralarında haberleşebilmiş ve biraraya gelecek tedbirlere başvurabilmiştir. Dahası, eylemlerde yağmanın önüne geçmek için sosyal medyayı kullanmıştır. Radikalleşen eylemlilik geçmişte hayli kötülenen ve adeta şeytanlaştırılan Kara Panterler hareketini sahiplenmiş, ezilen dünyayla kaderini birleştirme iddiasını, en azından söylem düzeyinde yinelemiştir. ABD’deki eylemlerde, halkın silah kullanma olanağı had safhadayken, buna oldukça az başvurulması da eylemdeki bilinç ve disiplin düzeyine işaret etmektedir. Bu türden bir güç kullanımı kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanımının önünü açacak ve devlet terörünü meşrulaştıracak olması nedeniyle eylemcilerin bilinçli ve planlı çabaları sonucunda engellenebilmiştir. Sırf bunlar bile yeni bir duruma işaret etmektedir.

Bir İnsanca Yaşam Pratiği olarak Gezi:

Gezi Öncesi Genel Durum

Gezi öncesinde de Türkiye yoğun politik çatışmalara ev sahipliği yapmaktaydı: Ergenekon, Balyoz, Casusluk, KCK davaları; HES, 2B Ormanlık arazileri gibi konularda yerel direnişler; TEKEL işçileri özelinde cisimleşen taşeronlaşmaya karşı ve sendikal hakları savunmaya dönük eylemlilikler; AKP-Cemaat koalisyonunun Türkiye’deki Avrasyacılara-Ulusalcılara karşı giriştiği politik davalara karşı halk hareketleri; AKP-Cemaat koalisyonunun Kemalist modernitenin çağdaş kazanımlarına karşı gerici hamlelerine ve millet inşasına karşı giriştiği pratiklere karşı kitlesel tepki eylemleri…

Yukarıda özetlenen eylemliliklerin öznelerini üç grupta toplamak mümkün görünmektedir: 1- Yoksullaşan geniş halk kitlelerinin kendiliğinden ve yerel eylemleri; 2- Ulusalcı-devrimci halk hareketi; 3- PKK-BDP önderliğindeki Kürt Hareketi. Her ne kadar cılız da olsa Sarı Sendikacılığa karşı ve ona rağmen ayaklanan işçi hareketinden dördüncü bir grup olarak söz etmek mümkün görünse de söz konusu hareket politik tavrını yukarıda özetlenen üç gruptan birinin veya birkaçının ekseninde açığa çıkarmıştır.

AKP’nin Ekonomi Politik Reçetesi: Rant ve Kentsel Dönüşüm

Yukarıda sözü edilen politik grupların eylemlilikleri radikalleşmeye Gezi öncesinde başlamıştı. HES direnişlerinde köylüler ve köylülere önderlik eden yerel orta sınıf unsurları devletin kolluk kuvvetleriyle yerellerde çatışmaktaydılar[1]. Yaşanan çatışmalara koşut olarak çeşitli bölgelerde hukuk mücadeleleri başlatılmış ve belli kazanımlar elde edilmişti[2]. HES direnişlerinde yaşananlara ek olarak 2B’lik ormanlık arazilerin satışına karşı direniş haberleri 2012-2014 arası muhalif yayın organlarında geniş yer buldu[3]. Ancak bu gelişmeler ana akım medyada yer bulamayacak denli «uzakta”ydı, egemen medya kuruluşları bu haberleri görmezden gelebiliyorlardı.

Türkiye adım adım şantiye alanına dönüşürken AKP iktidarı da ekonomik ve politik hedefleri nedeniyle inşaat sektörüne ve ranta dayanan dönüşümleri gerçekleştirmek zorunda kaldı. AKP’nin politik hedefleri arasında yer alan «dışa açılma”, «kamunun özel sektöre ve girişimciliğe destek olma rolü” gibi adımlarla birlikte kamusal alanların ideolojik dönüşüme uygun olarak yeniden yapılandırılması süreci inşaat sektörüne bağımlıydı. 1980 sonrası Türkiye siyasetinin ana kuralı AKP iktidarını da kuşattı:

Türkiye’de siyasi aktörler, inşaat sektörünü sadece ekonomik hedefler doğrultusunda değil kısa ve orta erimli siyasal amaçlar doğrultusunda da kullanmak istemişlerdir… Türkiye’de inşaat sektörü, sadece ekonominin değil aynı zamanda (reel) siyasetin de lokomotifi olarak işlev görmektedir. (Balaban, 2011)

Bunun sonucunda ana akım medyanın sansürünün sosyal medya ve ana akım medya içerisinde yer alan kimi aktörlerce delinmesine yol açacak denli merkezi mekanların dönüşümünden kaçınma şansını tüketti. 2B’lik ormanlık arazilerdeki ve HES bölgelerindeki dönüşümü İstanbul’un merkezindeki kamusal mekanların dönüşümü izledi: Önce Emek Sinemasının dönüştürülmesi sonra da Gezi Parkı’nın dönüştürülme girişimine karşı biriken toplumsal muhalefet merkezileşme[4] olanağını yakaladı.

Barikatların Kurulma ve Aşılma Süreci

Toplumsal muhalefetin yerleşiklik kazanması ve yaşam alanları inşa etmesinin ilk belirgin örneği 4C’li işçilerin Ankara’nın Kızılay Meydanında kurdukları çadırlı direniş pratiğidir. TEKEL direnişi Cumhuriyetçi-Ulusalcı hareketi ve bu harekete daha mesafeli duran sosyalist vurguya sarılan ve henüz kitleselleşememiş muhalefeti derinden etkiledi. Ancak bundan çok daha işlerlik kazanan ve uzun erimli olan Silivri Çadır Kenti sistemle radikal bir kopuşu simgeliyordu. Silivri Ceza ve İnfaz Yerleşkesi’nin nizamiyesinin tam karşısında yer alan ve nizamiyenin halkçı bir yeniden inşası modeline sahip olan Silivri Çadır Kenti’nde Türkiye’nin dört bir yanından gelen yurtsever-ulusalcı-cumhuriyetçi harekete mensup kişiler nizamiyenin askeri karşısında 24 saat nöbet tutmuşlardı. Çadır kentinin tam bir yaşam alanına çevrilmesinde öne çıkan unsurlar şunlardı: 1- Çadırlarda yaşamaya olanak tanıyan düzeneklerin kurulması (ısınma, barınma, vakit geçirme olanaklarının sağlanmış olması); 2- Kültürel aktarımı olanaklı kılan donanım ve insan sirkülasyonu; 3- Çadır kentin kararlılığını canlı tutacak sıklıkta eylemlilikler; 4- Çadırların etrafında ekili bir alan; 5- Çadır kenti tarihsel bir mekan haline getiren ve ritüellere olanak sağlayan temsiller (ekilen ağaçlara takılan künyeler, tutuklu yurtseverleri temsil eden nesneler, resimler vs.).

Barikatların yıkılmasının simgesel birkaç anlamı vardı: 1- Halk hareketi örgütlü bir güç olarak devletin kolluk kuvvetlerine diz çöktürebilir inancı yerleşti; 2- Halk hareketinin eylemine katılan sanatçılar eyleme katılmayan geniş halk kitlelerinin vicdanında derin izler bıraktı. (http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/17612-barikata-once-sanatcilar-dayanir.html); 3- Geçmiş protestoların aksine iktidarı tümüyle alaşağı etmeyi hedefleyen bir kitlenin doğumu gerçekleşti; 4- Kendilerini cumhuriyetin sahipleri olarak hisseden kitleler cumhuriyetlerinin yıkılmış olduğunun farkına vardı.



[1] Bkz. http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/koylunun-hes-direnisi-h17952.html; http://www.objektifhaber.com/arhavide-hes-direnisi-135494-haber/ ; http://www.haberler.com/koylulerin-hes-direnisi-is-makinelerini-koye-3605513-haberi/; http://www.bianet.org/bianet/cevre/133839-is-makineleri-geldi-direnis-canlandi; http://www.bianet.org/bianet/cevre/133897-solakli-hes-direnisi-pes-etmiyor

[2] «2002’den beri [2014’e dek] 286 tane 10 MW’ın altında HES projesi işletmeye alındı, 179’unun inşaatı sürüyor. Dava açılan 120 projenin 106’sı iptal edildi ya da yürütmesi durduruldu.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/cevre/39449/Ahmetler_koyu_HES_direnisini_surduruyor.html# )

[3] Bkz. İlgili dönemde yayımlanan Aydınlık, Birgün, Cumhuriyet, Evrensel gazeteleri.

[4] “Merkezileşme” hükümetin kentsel yapılanmayı en merkezi noktalara taşımasıyla artmıştır. Ancak sürecin başından beri “merkezileşme”ye benzerlik gösteren “ulusallaşma” kavramına denk düşen bir başka merkezileşme de söz konusu olmuştur. Yerellerde yaşanan pratikler, etnik, politik ve yapısal nedenlerle ulusallaşabilmiştir. Bu konuda en net örnek Dersim baraj inşaatına karşı yerele dayanan ancak ulusallaşan eylemliliktir. Dersim´e baraj projesinin karşısında yer alan sol-sosyalist örgütlenmeler yereli aşan bir pratik yaratmayı başarmışlardır. Dersim´de kadınlardan oluşan zincirler, İstanbul´da Taksim ve Kadıköy´de yurtçapındaki bir rahatsızlığı dile getiren ancak merkezinde Dersim kökenli ve kimlik siyasetlerinden de yararlanan direnişçiler, baraj inşaatında militan eylemler, taraftar gruplarının dahi desteğini alan yaratıcı eylemler ve yurtdışındaki Dersimlilerin seferber edilmesiyle uluslararasılaştırılan politik söylem… Tüm bunlar Gezi sürecinde de gördüğümüz eylemlilik biçimleri olmaları bakımından önemlidir. Bkz. http://www.ozgurgelecek.net/manset-haberler/2261-dersimde-baraj-protesto-eden-kitleye-ate-acld.html, görüntülenme tarihi: 02.05.2014; http://www.sendika.org/2009/11/munzurda-baraja-karsi-kadinlardan-zincirli-eylem/, görüntülenme tarihi: 02.05.2014; http://www.enerjimagazin.com/haber-1573-Dersimlilerden-Kadikoyde-HES-Eylemi.html, görüntülenme tarihi: 02.05.2014; http://dersimnews.com/manset/peri-vadisi%E2%80%99nde-barajlara-gecit-yok.html, görüntülenme tarihi: 02.05.2014; http://www.mersinpress.com/dersimde-baraj-santrali-merkezine-silahli-eylem.html, görüntülenme tarihi: 02.05.2014; http://www.ozgur-gundem.com/?haberID=101447&haberBaslik=Dersim%E2%80%99e%20baraj%20ve%20HES%20istemiyoruz&action=haber_detay&module=nuce, görüntülenme tarihi: 02.05.2014; http://bianet.org/bianet/toplum/127346-dersimde-baraja-da-asimilasyona-da-hayir, görüntülenme tarihi: 02.05.2014.

Bunları da sevebilirsiniz