On üç senedir bu ülke, laik cumhuriyet ve demokrasi ile bağdaşık ve barışık olmayan bir zihniyetin dikta pençesi altındadır. Siyasetini yalan üzerine inşa eden bu zihniyet, ülkeyi bir taraftan yoksulluğun bataklığına, diğer yandan da demokrasiyi açmaza sürüklemiş bulunmaktadır. Gün geçtikçe de bataklık derinleşmektedir. Bu kaostan kendilerine çıkar sağlayan zihniyet, ülke ve insanları kendi karanlık dünyalarına götürmek istemektedir. Her diktatörlük darbeyle iktidar olmaz. Demokrasinin kendilerine tanıdığı yasal hakkı kullanarak, demokrasiyi de yasalarla boğarak ortadan kaldırırlar. Bunun böyle olduğu tarih sayfalarında dururken, ülkemizde geçen on üç yıla şöyle bir baktığımızda tekrarını görmek mümkündür.
Temel hak ve özgürlükleri genişleterek gerçek demokrasiyi getirecekleri söylemleri ile iktidarı ele geçiren AKP ve O’nun zihniyeti, ülkeyi hem dış dünyada hem de içeride açmazlara sürüklemiştir. Dünyanın kendi bencil inanç ve siyasetlerinde döndüğünü sanan mantıkları ile ne söz verdilerse tersini yapmalarıyla bu günlere gelmiş bulunmaktayız. Olanca yalanları ortada dururken, inkar zihniyeti ile yollarına devam etmektedirler. Ama artık ne söyleyecek yalanları ne de üretecekleri yeni bir siyasetleri kalmıştır. Buna karşın arsızlıklarına devam etmekte sakınca görmeyip, iktidarı elinde tutan bir kişi ve etrafındaki üç beş yardakçı bir yandan ülkeyi talan ederken, diğer yandan da reform adı altında deformlarını sürdürmektedir.
«Komşularla sıfır sorun” politikası uygulanacağı söylenirken etrafımızda sorunumuz olmayan bir ülke kalmamıştır. Ülke içinde çağdaş eğitim ile donatılmış nesil yetiştirme yerine «kindar ve dindar” bir gençlik yetiştirme adına ülkeyi orta çağın karanlıklarına götürmektedirler. Dün kimle dostluk ve aile ilişkisi kurdularsa kısa bir süre sonra ya öldürülmelerine destek vermişler ya da ona düşman olmuşlardır.
Ülkemiz bir ateş çemberi içine alınmış nerede ve nasıl bir patlama yaşanacağı belirsizdir.
Ülkenin var olan Kürt Sorununu bazen «var” bazen «yok” sayarak kör düğüm etmektedirler. Çözüm süreci adı altında silahların susmasını sağlarken, bunu bir seçim siyaseti yaparak sorunu büyütmekte ve sonu belirsiz bir gidişe neden olmaktadırlar.”Demokrasiyi araç” olarak gören mantıklarıyla seçim oyunu gibi gördükleri bu sorunu yalnız kendilerinin bildikleri bir yolda yuvarlamayı çözüm olarak yutturma peşindedirler.
İktidar oldukları günden günümüze kadar bir anayasa değişikliği tutturmuş gidiyorlar. Her seçim dönemi bu sakızı çiğneyerek toplum aldatılmaktadır. Unutmayalım ki; geçmişte Prof. Ergun Özbudun ve arkadaşlarına bir anayasa taslağı hazırlattırıp rafa kaldırdılar. Son kez T.B.M.M. de komisyon kurarak anayasa hazırlamaya başladılar. O’da rafa kaldırıldı. Şimdi tekrar bir anayasa değişikliğinden söz etmektedirler. Sürekli çiğnenen bu sakız aslında başkanlık sistemi adı altında bir diktatörlük özlemidir. Yapmak istemediklerini her şeyi mevcut anayasaya bir suç olarak yüklemektedirler. Çünkü niyetleri demokrasiyi geliştirmek ve özgürlükleri yaşatmak değil, bunları demokratik olarak boğmaktır. Bu aynı zamanda da yolsuzluklarını kapatmanın bir aracı olmaktadır. Herkesi aptal kendilerini akıllı sanan bu zihniyet ancak despotik zihniyetle oluşur. İşte bu politikanın temel taşı da yalan söylemektir. İlk günden beri yaptıkları da budur.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bugüne kadar Anayasa görmezden gelinerek yok farz edilmektedir. Bunu da Cumhurbaşkanı Erdoğan açık açık «10-Ağustos-2014 den beri anayasal parlamenter sistem rafa kaldırılmıştır. Bu ne zamana kadar sürer bilemem” diyerek dünya aleme ilan etmiştir. Buna karşılık anayasa profesörü İbrahim Kaboğlu «bu bir anayasa suçudur ve cezası vatana ihanettir” diyerek hukukta yerini göstermiştir. Buna karşın ülkede ne bir savcı ne de bir hakim harekete geçerek gereğini yapmamıştır. Çünkü ülke bir korku cehennemine dönmüştür. Korku da düşüncenin düşmanı olduğundan ülke bir ölüler ülkesi sessizliği içindedir.
Uzun bir zamandan beri «paralel” bir oluşumdan söz etmektedirler. Söz konusu yapı kendilerinin iktidar ortağı ve bizzat kendileridir. Bunlara kendi bilgileri dahilinde yaptırdıkları kanun dışı eylemleri amacına ulaştıktan sonra tu kaka ettiler. Her uygulamadan haberi olan dönemin başbakanı şimdi «beni aldattılar” demektedir. Adama sormazlar mı, tüm bunlar yapılırken seni elma şekeri ile mi avuttular, yoksa gazozuna ilaç mı koydular?
Başımızda tepinen faşizmin ayak sesleridir. Bu sesleri susturmak için önümüzde yeni bir seçim vardır. Antifaşist güçler bir birlerine saldırmadan, dayanışma içinde sandık başına gitmelidir. Ülkenin önce demokrasiye gereksinimi vardır. Gerçek demokrasiyi ülkeye yerleştirdikten sonra siyaset ancak kendi rayına oturur ve yoluna devam eder. İşte bu nedenle artık silkinme zamanıdır. Karanlık zihniyetle kuşatılmış bu ülke, bu zihniyeti yaratanlardan silkinerek kurtulmakla olasıdır.
Özellikle cumhuriyetin kurucusu ve demokrasinin temel taşını döşeyen CHP kendi iç kavgasına son vermeli ve bir GÜÇ ODAĞI olmalıdır. Ön seçim bunun ilk aşamasıdır. Bu seçimlerden alınacak sonuca adaylar razı olarak genel seçimde başarı için çalışmak zorundadır. Zira 7-Haziran-2015 seçimleri ülke için son şanstır. AKP’nin bu güne kadar yaptıkları yapacaklarının aynasıdır. Ülkemiz eğitimde giderek dinselleşirken, gelecek günler doğrudan bir dinci faşizmin sultası altına girmeye hazırlanmaktadır.
Cumhuriyet ve demokrasi sevdalılarının omuzlarındaki yük çok ağırdır. Bu nedenle herkes ve her kesim söz konusu açmazdan kurtulmak için elinden geldiği kadar çalışmak ve koşturmak zorundadır.