Siz bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım. Tecavüze uğramış, şiddete maruz kalmış ve yakılmış olacağım bir sona gittiğimi bilmiyordum oysaki. Lisede hayalim olan psikoloji bölümünü kazandığımda çok sevinmiştim. Çünkü Türk toplumunun ve ataerkil yapıdaki tüm toplumların hastalıklı düşüncelerinin farkındaydım. Belki ben bir şeyler yapabilirim, dedim. Birkaç kişi de olsa değiştirebilir, iyileştirebilirim belki… Önce ailemden uzaklara taşındım bunun için. Hayatta tek başına ayakta durmayı başarmalıydım, ilk önce kendimde başlamalıydı değişim. Bir kadın olarak hayallerim için, geleceğim için, başka insanların hayatları için önce ben bir adım öte gitmeliydim. Türkiye’de çoğu kız çocuğuna göre şanslıydım zaten. Öğretim hayatına devam eden ve ailesi tarafından desteklenen kaç kişiyiz ki şu ülkede. Yıl 2015 ve hala «kız çocuklarını okula gönderin” kampanyaları yürütüldüğünün farkında mısınız? İnsanlar Mars’a gidiyor haberiniz var mı? Ama benim kız kardeşlerim o ‘1 sırada 4 öğrencinin’ oturduğu yere bile razıyken, evlerinin bir alt sokağındaki köy okuluna gidemiyor.
Ailem beni üniversiteye ne umutlarla, gurur dolu yüreklerinde ne korkular varken gönderdiler. Ne acı bir şey; bir anne babanın her gece yastığa başını huzurlu koyamaması. Sırf kız çocukları ile aynı çatı altında değiller diye. Ya da dersten çıktığımda «aman kızım dikkat et, eve varınca da telefon et” uyarılarıyla içi pır pır geçmesi her gününün. İşte yine öyle bir gündü… Dersten çıkmış, arkadaşımla dolmuşa binmiş eve dönüyorduk. Hani öyle kıkırdaşmadık dolmuş içinde de, aman şoför ya da bir erkek tahrik olmasın diye. Ya da dikiz aynasından sürekli bize bakan o aç gözlerine karşılık vermemiştik. Hatırlıyorum, son kez camdan akıp giden hayatı izledim ve «görüşürüz” dedim arkadaşım inerken evinin durağında. Bir daha görüştüğümüzde beni tanıyamayacak halde olacağımı tahmin bile edemezken.
Tek ben değildim o dolmuşun içinde. İki adam daha vardı yolculuk sırasında. Biraz içim rahattı o yüzden, şoförle yalnız değilim diye. Ya da diğer bir kadın paranoyası olan, birinin tacizine uğrarsam şoför yardım eder belki, diye düşünmüştüm. Ama bilmiyordum , gerçekten o kadar kötü kalpli, sapıkça düşünememiştim. Onların da «tecavüzcülerim, katillerim” olacaklarını…
Birinin çocuğu yaşındaydım, birisinin kız kardeşi, diğerinin ise kuzeniyle ya da karşı komşularının kızından hiçbir farkım yoktu. Anlatamadım, çığlıklarım yetersiz kaldı, gözyaşlarım görünmez oldu. Peki ellerim, gücümün bittiği son ana kadar onları ittiğim ellerim, kollarım ve bacaklarım… Titriyorlardı en başta, sonra birer kalas parçasına dönmüşlerdi sanki. Hareket ettiremeyeceğim kadar ağır, güçsüz ve donuk. En sonunda da ateşe atıldım, cayır cayır yandı tenim, etim, bedenim…
Ben bir kız olarak dünyaya geldim. Tüm suçumun bu olduğu söylendi ardımdan. Daha çok şey de duydum, okudum. Evime erkek arkadaşlarımı alıyormuşum zaten, bir sevgilim varmış zaten, kıyafetlerim darmış ya da kısaymış zaten, sokakta gülüyormuşum zaten, bir gün ruj sürdüğüm hatta utanmadan makyaj yaptığım görülmüş zaten, okuyormuşum-yazıyormuşum o yozlaştıran fikirlerimi bir de, çalışmak istiyormuşum sonra; en büyük suçum ise yaşamak ve benim gibi kızlar yetiştirmek istiyormuşum bu dünyada. Bana izin vermediler! Bana bu hakkı tanımadılar!
Onlar kim mi? Her şeyde sığındıkları ve savundukları Allah da değillerdi oysaki… Onlar ‘ERKEK’lerdi…