Kendi seçti, elleriyle Başbakanlık koltuğuna oturttu, ama 5 ay geçmeden aralarında «kriz” çıktı. Onlar «Sorun yok, aramızı açmak isteyenler var” dese de görünen köy ortada..
Niye ve nasıl bu noktaya gelindi; Aylardır AKP kulislerinden topladığım bilgilerle «krizi anlama kılavuzu” çıkarmaya çalışacağım.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden 6-7 ay önce Binali Yıldırım’a, yedek olarak da Mehmet Ali Şahin’e «hazırlan” dediği, herkesin bildiği bir sır. Ki, Binali Yıldırım özellikle yolsuzluk oylamalarından sonra AKP Grubu’nda enikonu «gölge başbakan” muamelesi görmeye başladı. Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu’na başkanlık edeceğini de ilk o duyurmuştu zaten. Davutoğlu ve Arınç tersledi, ama neticede tarih farkıyla Erdoğan, Bakanlar Kurulu’nu topladı. Yıldırım’ın Aralık ayında AKP Karabağlar İlçe Kongresi’nde, «Davutoğlu’nu işbaşına getirdik, görev verdik” sözleri de unutulmaz nitelikteydi. Meclis Genel Kurulu’nda bakanlarla ilgili oylamanın yapıldığı gün gazeteciler Yıldırım’a, «Televizyonlara çıkıp, çıkmayacağını” sordu. «Hayır, çıkmayacağım” cevabı üzerine, «ambargo mu geldi?” dedim, «Bana kimse ambargo koyamaz” karşılığını verdi!
2013’TEKİ KABİNE DEĞİŞİKLİĞİ
Nirengi noktası; Şubat 2013’te yapılan mini kabine revizyonu gibi. İçişleri Bakanlığı’na İdris Naim Şahin’in yerine Muammer Güler, Milli Eğitim Bakanlığın’na Ömer Dinçer’in yerine Nabi Avcı, Sağlık Bakanlığı’na Recep Akdağ’ın yerine Mehmet Müezzinoğlu, Kültür Bakanlığı’na da Ertuğrul Günay’ın yerine Ömer Çelik atandı.
Aslında listeninin 10 kişilik olduğu, ancak dönemin Cumhurbaşkanı Gül’ün kendisine yakın isimleri korurken, nispeten Erdoğan’a yakın 4 ismi göndererek, ters köşe yaptığı konuşuluyordu. Erdoğan’ın alınmasını istediği 10 bakan arasında Ali Babacan, Mehmet Şimşek, Taner Yıldız, Beşir Atalay’ın yanısıra biri daha vardı; O isim Davutoğlu’ydu.
Davutoğlu’nun Başbakan yapılmasından sonra, «1,5 sene önce görevden almak istediği birisini bu koltuğa nasıl oturttu?” sorusunu birçok AKP’liye sordum. Kimi, «bilmiyorum”, kimi, «Siyaset bu, anlamak mümkün değil” derken, tecrübeli bir isim şu örneği anlattı:
«Turgut Özal Akbulut’u Başbakan yapmak istemiyordu, ama Mesut Yılmaz’ın yetişmesi için zamana ihtiyacı vardı. Keçeciler’in de zorlamasıyla, Akbulut’u seçti. Akbulut-Yılmaz kongresinde Yılmaz seçilemeyince Özal Ailesi nasıl kahrolmuştu hatırlayın. İki kez hakim değiştirildi de Yılmaz ancak öyle kazandı. Neticede Yılmaz, ‘bana mecbursun’ diyerek, Özal’a dirsek çevirdi.”
Davutoğlu’nun grubun üçte ikisini tanımadığını belirten bir başka AKP’li de soruma şu soruyla karşılık verdi:
«Gül’ün, iç ve dış dengelerin etkisi var mıdır? Mesela Abdullah Gül, çekilme ve konuşmama karşılığında Davutoğlu’nun Başbakanlığını ve kendisine yakın bakanların yerini korumasını şart koşmuş olabilir mi?”
DIŞİŞLERİNİN DİNLENMESİ DÖNÜM NOKTASI MI?
Yolsuzluk oylamalarında Gül faktörü yeterince dillendirildiğine göre, biz o AKP’linin sözünden hareketle, iç ve dış dengelere bakalım:
Davutoğlu «Cemaate” yakın bir isim olarak biliniyordu. Ayrıca izlediği dış politikanın her halükarda İsrail’e yaradığı, AKP içinde bile şikâyet konusuydu.
13 Mart 2014’te Dışişleri’nde Suriye ve Süleyman Şah Türbesiyle ilgili toplantının ses kayıtları gündeme bomba gibi düştü. Fail hemen bulundu, «paralel yapı” dinlemişti. İşte ondan sonra Davutoğlu’nun Başbakanlığa giden yoldaki kaderi gözle görülür bir biçimde değişti. Erdoğan, «kozmik odasını” dinleten Davutoğlu’ndan hesap sorma yerine, onu kanatları altına aldı ve Başbakanlığa taşıdı.
Acaba o dinlemeyi yapan ve sızdıranların hedefi de gerçekte bu muydu?
Exeter, İsrail, Wilson Ödülü
Ya Davutoğlu’nun dış ilişkileri? Yıllarca danışmanlık ve bakanlık yaptığı için onu tanımayan kimse yok. ABD, İngiltere başta olmak üzere tüm ülke yöneticileriyle gayet samimi ilişkiler kurdu.
Başka? Davutoğlu için de «Exeter mezunu, ama nedense gizliyor” diyor, bazı AKP’liler.
Başka? Geçenlerde iktidara çok yakın olan Abdülkadir Selvi yazdı; 7 Haziran 2011 seçimlerinden önce kendisi, Mustafa Kartoğlu ve Muharrem Sarıkaya İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gabby Levy ile bir araya gelmiş. İsrail Büyükelçisi, seçim tahminleriyle birlikte şu iki soruyu sormuş:
-AK Parti’nin tek başına iktidar olacağı anlaşılıyor. Ama Anayasa´yı değiştirecek bir çoğunluğa ulaşacak mı?
-Ahmet Davutoğlu seçimden sonraki süreçte siyaseten etkili olacak mı?
İsrail Büyükelçisinin daha 2011’de Davutoğlu’nun siyasi geleceğini merak etmesi, dikkat çekici değil mi?
Başka? Dışişleri Bakanlığı dönemindeki bazı ödüllerine bakalım:
-Foreign Policy Dergisi’nin 2010, 2011 ve 2012 yıllarında «İlk 100 Küresel Düşünür” listesinde yer aldı.
-2012’de Time Dergisi’nin seçtiği «En etkili 100 kişi” arasındaydı.
-AMSS UK Building Bridges Ödülü (2010), Uluslararası Hümanistler Ligi 21. Yüzyılın Lideri Ödülü (2012).
Galiba en önemlisi 2010’da aldığı Woodrow Wilson Kamu Hizmeti Ödülü.
Kim Woodrow Wilson? 1. Dünya Savaşından sonra Osmanlı’yı da parçalayan Wilson ilkelerini belirleyen ABD Başkanı.
Davutoğlu’nun gelişini ve gidişatını bir de bu bilgiler ışığında izlemekte fayda yok mu?
2011’DEKİ SENARYOLAR
Gerçek sebep nedir bilinmez Erdoğan, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’i de sevmiyor. Nitekim Merkez Bankası ve faizler üzerinden, gerçekte Babacan’a yüklendiği belli. Davutoğlu, Babacan, Şimşek arasında ise fiili bir dayanışma kurulmuş gibi.
2011 yılı başında açıklanan New York Üniversitesi Küresel İlişkiler Merkezi (CGA)’nin, «Türkiye 2020” senaryosunu yeniden hatırlayalım. AKP’ye dair şu üç ihtimalden söz ediliyordu:
Bağnaz İslâmcılık: AKP 2020´de, laik muhalefetin zayıflığından yararlanıp, muhafazakâr kentli alt-orta sınıfların taleplerini karşılayarak, İslâmcı Saadet Partisi’yle ittifak oluşturur. Sünni İslâm iç ve dış politikada başat güç olur, azınlık görüşleri dışlanır.
Bağnaz Laiklik: Gelecek yıllarda AKP sosyo-ekonomik sorunlarla, İslamcı eğilimlerine yönelik artan direnişle ve kötüleşen bir güvenlik durumuyla yüz yüze kalır. Bu da CHP için, ordunun ve MHP´nin desteğiyle iktidara gelme fırsatı yaratır. Yeni koalisyon güçlü, güvenli ve laik bir Türkiye´yi hedefler. Ancak bu hedef doğrultusunda otoriterliğe meyleder.
Siyasi Çoğulculuk: Erdoğan’ın başkanlık sistemini getirme çabaları, medyaya yönelik süregiden kısıtlamalar ve apaçık ´İslami´ bir dış politika, birçok ılımlı seçmenin ve siyasetçinin iktidar partisinden uzaklaşmasına yol açar. 2015´teki seçimlerden AKP´nin hâlâ en büyük parti olduğu, fakat net çoğunluğa sahip olmadığı dengeli bir Meclis çıkar. Bunun sonucunda yaşanacak siyasi tıkanıklık da 2017´de AKP´nin bölünmesi ve erken seçimlerle aşılır… Ali Babacan ön plana çıkıp, Erdoğan’la arasına mesafe koyar ve onu Kıbrıs sorununu görmezden gelerek AB üyeliği projesini çıkmaza sokmakla suçlar.
Gelelim bugüne; «AKP inişte… AKP’nin muhalefeti galiba yine AKP içinden çıkacak” sözleri iktidar kulislerinde çokça duyulur, «Refah’tan gelenekçiler-yenilikçiler kopuşu” örneği çokça anlatılır oldu.
ERDOĞAN NE İSTİYOR?
Davutoğlu hiçbir sorun çıkarmıyor, herşeyi sineye çekiyor gözüküyor. O halde sorun ne? Galiba şunlar:
Birincisi; Bakanlar, milletvekilleri, hatta bürokratlar Davutoğlu’nun değil, Erdoğan’ın gözünün içine baktığı, bilgileri ilk onunla paylaştığı halde, Erdoğan «iletişim ve diyalog kopukluğundan” şikâyetçi. Herşeyi bilmeyi, herşeyin kendisine sorulmasını istiyor. Nitekim Bakanlar Kurulu toplantısında 6-7 bakandan en ince detayına kadar brifing almasının bundan kaynaklandığı belirtiliyor. Yani, Anayasa değişmeden şimdiden resmen ve alenen başkanlık sistemine geçmeyi, Davutoğlu’nun da bunu kabullenmesini arzuluyor.
İkincisi; Ve galiba daha önemlisi, artık hiç kimseye güvenmemesi, sırtındaki tüm «yükleri” atıp, tamamen kendisine biat edeceklerle yepyeni bir AKP kurma niyeti…
Çok değil, 7 ay önce Başbakanlığının son 2 ayında yaptığı bir görüşmeden söz ediliyor. Karşısındaki kişi Cemaatin içini-dışını bilen birisidir; Tek tek bazı AKP’lilerin isimlerini sayarak, «Bunlar dışında kimler Cemaatçi?” diye sorar.
«Mevcudun yüzde 80’i onun yanında” cevabını alınca inanamaz.
«Kimseye güvenmiyor”dan kastım bu.
Peki bunları niye deşifre edip, silkelemedi veya silkelemiyor?
El cevap; Gücü ve partisi sarsılacağından, mecburen yola devam ediyor. Tabii, «Yeni AKP”yi kurana kadar!..
Erdoğan’ın bugüne kadar tüm «savaşları” kazandığını gördük. Ama galiba en zorlu «savaşı” şimdi veriyor!..
Foça’ya kucak dolusu sevgiler