Kaynak: http://www.counterpunch.org/2014/09/19/how-the-us-helped-create-al-qaeda-and-isis
Yazar: Garika Chengu
Makalenin Özgün Başlığı: War on Terorism is Terorism: How the US Helped Create Al Qaeda and ISIS
Çeviren: Işıkgün Akfırat – Boğaziçi Çeviri Merkezi
IŞİD, aynı El Kaide gibi, petrol zengini Ortadoğu’yu bölmek ve işgal etmek için ve İran’ın bölgede giderek artan nüfuzunu kırmak için tasarlanmış Amerikan malı bir enstrüman.
ABD’nin terörist gruplara arka çıkmada uzun ve ihtiraslı bir geçmişi olduğu gerçeği yalnızca haberleri izleyip tarihle alakası olmayanları şaşırtacaktır.
CIA, Soğuk Savaş dönemi boyunca kendisini marjinal İslamcılarla hizaladı. Ondan önce ise Amerika dünyayı oldukça basit şekillerde görüyordu: bir tarafta Sovyetler birliği ve Üçüncü Dünya milliyetçiliği ki Amerika bunu Sovyet aracı addediyordu; diğer tarafta da Batı ulusları ve militan siyasal İslam ki Amerika bunları Sovyetlere karşı mücadelede müttefikler olarak değerlendiriyordu.
Ulusal Güvenlik Ajansı’nın (NSA) Ronald Reagan dönemindeki başkanı General William Odom geçenlerde belirttiği üzere «nasıl bakarsak bakalım ABD terörizmi uzunca süre kullandı. 1978-79 yıllarında Senato uluslararası terörizme karşı bir yasa geçirmeye çalışıyordu. Sundukları her yeni tasarıda avukatlar ABD’nin ihlalci konumda olduğunu ifade ediyordu.”
1970’lerde CIA, Müslüman Kardeşler’i Mısır’da hem Sovyet ilerlemesini durdurmak hem de Marksist ideolojinin Arap kitlelerine yayılmasını önlemek için kullandı. Ayrıca ABD Endonezya’da Sukarno’ya karşı Sarekat İslam’ı (İslami Birlik), Pakistan’da Zülfikar Ali Butto’ya karşı Jemaat-a-Islami (İslami Parti) terör grubunu açıktan desteklemişti. Son olarak da El Kaide var. Fakat bunun sonuncu olmayacağı ortada.
Usama Bin Ladin’i CIA’nın doğurduğunu ve örgütünü 80’ler boyunca beslediğini unutmayalım. İngiliz Dışişleri Eski Bakanı Robin Cook, avam kamarasında El Kaide’nin inkar edilemez bir şekilde Batılı istihbarat servislerinin neticesi olduğunu söylemişti. Bay Cook El Kaide’nin -Arapçada sözcüğün tam anlamıyla «veritabanı”nın kısaltması demek- esasında CIA tarafından Rusları Afganistan’da mağlup etmek üzere eğitilip Suudiler tarafından fonlanan binlerce İslamcı teröristin veritabanı olduğunu açıkladı.
Amerika’nın El Kaide ile ilişkisi hep bir aşk-nefret ilişkisi olageldi. Özellikle El Kaide terörist birliklerinin Amerika’nın çıkarlarını ilerletecek bölgelerde bulunup bulunmadığına göre ABD Dışişleri Bakanlığı onları ya fonladı ya da saldırgan bir tutumla terörist grup olarak hedef aldı. Amerikan dış politikasına yön verenler bile Müslüman aşırıcılığa karşı olduklarını ilan ediyor ve bunu kasten dış politikanın bir silahı olarak kullanıyorlardı.
Son silahları olan IŞİD de, aynı El Kaide gibi, kesinlikle geri tepiyor. Amerikalı gazetecilerin kafasını keserek katletmelerinden sonra IŞİD uluslararası düzlemde ciddi bir mesele haline geldi. Şu anda terörist grup Birleşik Krallık büyüklüğünde bir alanın kontrolünü elinde tutuyor.
IŞİD’in neden bu kadar hızlı büyüyüp geliştiğini anlamak için örgütün Amerika tarafından beslenen köklerine bakmak gerekiyor. 2003’te Amerika’nın Irak çıkarması ve işgali IŞİD gibi radikal Sünni grupların kök salacağı önkoşulları yarattı. Amerika, akılsızca bir hamleyle, Saddam Hüseyin’in laik devlet makinasını yok etti ve yerine baskın bir Şii hükümeti koydu. ABD işgaliyle gelen sosyalizmin reddi ve serbest pazarın sihirli elinin iş yaratacağı umuduyla fabrikaların kapatılması, Sünni bölgelerde muazzam bir işsizlik yarattı. Amerika’nın desteklediği yeni Şii rejim altında Sünni işçi sınıfından yüzbinlerce insan işini kaybetti. Güney Afrika’daki rejim değişikliğine rağmen varlıklarını koruyabilen beyaz Afrikalıların aksine üst sınıf Sünniler sistematik olarak varlıklarından ve politik nüfuzlarından mahrum bırakıldılar. Amerika’nın Irak politikası dini birleşmeyi ve birliği güçlendirmek şöyle dursun mezhep ayrılıklarını derinleştirdi ve El Kaide’nin kök saldığı Sünni hoşnutsuzluğun besleneceği verimli bir zemin yarattı.
IŞİD eskiden başka bir ada sahipti: Irak’taki El Kaide. 2010’dan sonra grup yeniden toplandı ve mücadelesini Suriye’ye yoğunlaştırdı.
Suriye’de sürmekte olan temelde üç savaş var: biri hükümet ve isyancılar arasında, diğeri İran ve Suudi Arabistan arasında, bir diğeri ise Amerika ve Rusya arasında. Bu üçüncüsü, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın Rusya’nın kilit müttefiklerinden biri olması hasebiyle Amerikan dış politikasına yön verenler tarafından Suriye’deki İslamcı isyancıların silahlandırılması riskinin alındığı bir Soğuk Savaş sonrası muharebesi. Utanç verici bir şekilde, çok sayıda Suriyeli isyancı şimdi Amerikan yapımı M16 saldırı tüfeklerini sağa sola sallayan IŞİD canilerinin arasında.
Amerika’nın Ortadoğu politikası petrol ve İsrail etrafında dönüyor. Irak’ın işgali Washington’un petrol susuzluğunu bir parça giderdi ancak Suriye’ye karşı süren hava saldırıları ve İran’a yönelik ekonomik yaptırımlar tamamen İsrail’le ilgili. Hedef İsrail’in civarındaki düşmanlarını, Lübnan Hizbullahı ve Filistin’de Hamas’ı oldukça kritik olan Suriye ve İran desteğinden mahrum bırakmak.
IŞİD, Amerika’nın yalnızca Suriye hükümetini devirmek için kullandığı bir araç değil, İran’a baskı uygulamak için de kullanılıyor.
İran’ın bir başka ülkeyi işgal ettiği son tarih 1738’di. 1776’da bağımsızlığını kazandıktan sonra ABD, 53 askeri işgal ve sefer gerçekleştirdi. Batı medyasının savaş çığlıkları neye inanmanınızı söylerse söylesin, bölge güvenliği için tehdit olan kesinlikle İran değil, Washington. 2012’de yayımlanan, Amerika’daki 16 istihabarat servislerinin tamamının uygun bulduğu bir istihbarat raporu, İran’ın nükleer silah programını 2003’te sonlandırdığını doğruluyordu. Gerçekse İran’ın nükleer hırsının, gerçek ya da kurgu olsun, Amerika’nın İran’a yönelik düşmanlığının sonucu olduğu, tersi değil.
Amerika IŞİD’i üç şekilde kullanıyor: Ortadoğu’daki düşmanlarına saldırmak, Amerika’nın dışarıdan askeri müdahelesi için bahane oluşturmak ve içte imal ettikleri yerel tehdidi kışkırtarak akıl almaz boyutlara varan kuşatıcı iç gözetimi meşrulaştırmak üzere.
Hükümet gizliliğinin ve gözetiminin hızla artmasıyla birlikte Bay Obama’nın hükümeti, yurttaşlarının hükümeti denetleme gücünü azaltırken hükümetin yurttaşlarını gözetleme gücünü arttırıyor. Terörizm, kitlesel ayaklanmalara hazırlıklı olmak için gerekli kitlesel gözetimi meşrulaştırmak üzere kullandıkları bir mazeret.
Sözde «terörle mücadele” olduğu gibi görülmeli: tehlikeli bir şekilde büyümüş olan Amerikan ordusunu sürdürmek için gerekli bahane. ABD’nin dış politika kurumlarında en güçlü gruplar ABD’nin Ortadoğu politikasını ve Askeri-Endüstriyel-Kompleks’ini yöneten ve önceki grupların eylemlerinden kazanç sağlayan İsrail lobisi. George W. Bush 2001 Ekimi’nde «terörle mücadele” ilanı yapmasından bu yana Amerikalı vergi mükellefleri 6.6 trilyon dolar, binlerce evlat kaybedildi. Fakat savaşlar aynı zamanda Washington’un askeri elitine milyarlarca dolar kazandırdı.
Center for Public Integrity’nin yakınlarda yayımladığı bir çalışmaya göre, aslında 70’ten fazla Amerikan şirketi ve ferdi geçtiğimiz üç yılda Irak ve Afganistan’da savaş sonrasında çalışmak üzere imzalanan sözleşmelerle 27 milyar dolara yakın para kazandı. Çalışmaya göre, bu özel şirketlerin yaklaşık yüze 75’inin çalışanları veya yürütme kurulu arasında Cumhuriyetçi ve Demokrat yönetimlerin yürütme organında ya çalışan ya da yakın bağlara sahip, kongre üyesi veya askeriyenin üst düzeylerinde kişiler var.
1997’de ABD Savunma Bakanlığı «verilerin ABD’nin dış müdaheleleri ile ABD’ye karşı gerçekleşen terörist saldırılar arasında güçlü bir ilişki olduğunu gösterdiğini” ifade eden bir rapor yayımladı. Gerçek şu ki, Amerika’nın «terörle mücadele”yi kazanmasının tek yolu teröristlere Amerika’ya saldırmaları için gerekli motivasyonu ve kaynağı sağlamayı durdurmak. Terörizm bir semptomdur; Ortadoğu’daki Amerikan emperyalizmi ise kanserdir. Daha basit ifade edersek, Terörle Mücadele terörizmdir; tek farkı, çok daha geniş ölçekte jetlere ve füzelere sahip insanlar tarafından uygulanması.