NATO, Amerikan Hegemonyası için Afrika’ya Truva Atı Sokuyor

Kaynak: http://www.mintpressnews.com/natos-push-into-africa-a-trojan-horse-for-us-hegemony/172484/

Yazar: Magda Fahsi

Makalenin Özgün Başlığı: NATO’s Push Into Africa A Trojan Horse For US Hegemony

Çeviren: Işıkgün Akfırat-Boğaziçi Çeviri Merkezi

Afrika’nın bağımsızlığı ABD ve NATO’nun, ekonomik çıkarlarını gözetmek ve ortaya çıkan kuvvetleri saf dışı bırakmak üzere giriştiği sinsi nüfuz karşısında tehlikede.

NATO, geçtiğimiz yıllarda Afrika kıtası üzerindeki etkinliğini giderek artırdı. Afrika Birliği’nin Sudan’daki operasyonunu Darfur bölgesinden yaptığı hava çıkarmasıyla destekledi ve Somali Federal Geçiş Hükümeti’ne iç savaşta yardım etmek üzere Uganda birliklerine stratejik deniz ve hava desteği sağladı. Aynı zamanda Afrika Burnu’nun savaş korsanlarına karşı korunmasında merkezi bir rol oynadı.

Ancak Birlik 2011’de Libya’daki savaşa dahil olup, Afrika’daki çatışmalara ilk doğrudan müdahalesine gerçekleştirdiğinde lojistik destek sağlamanın ve deniz sahasını kontrol etmenin ötesine geçmiş oldu. Daha da yakın zamanda, kaosun ve iç savaş korkusunun ortasında kalan Libya hükümetinin güvenliğini sağlamak üzere Tripoli’ye danışmanlar yollayacağını duyurdu.

Batı’nın ortak güvenlik teşkilatının Afrika’daki gelişmelere giderek artan miktarda ve geleneksel müdahale sınırlarının dışına çıkarak dâhil olması, NATO’nun Afrika’daki kısa ve uzun vadeli hedeflerinin ne olduğu gibi sorular doğuruyor. Aynı şekilde iç savaşlara müdahale de dahil kıtadaki askeri faaliyetlerin hangi yetkiye dayandığı sorgulanıyor.

NATO, 1949 yılında, 2. Dünya Savaşı sonrasında «kıtada güçlü bir Kuzey Amerika varlığı göstererek ve Avrupalı siyasi katılımı teşvik ederek, Sovyet yayılmacılığını kırmak ve ulusal militarizmin önünü kesmek” hedefiyle tamamen savunma amaçlı bir örgüt olarak kurulmuştu. Ancak 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla, NATO kendisini şu hayati soruyla karşı karşıya buldu: ortada Birlik’in varlığını sürdürmesi için herhangi bir neden kalmış mıydı?

Hala yeni bir rol arayışında olan NATO, üyeliklerini kademeli olarak eski Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerine doğru genişletti. İşbirliği ayrıca güneye doğru da uzandı. Birlik, 1994 yılında NATO’ya üye olmayan altı Akdeniz ülkesiyle -Mısır, İsrail, Ürdün, Mauritana, Fas, Tunus ve 2000 yılında katılan Cezayir- Akdeniz Diyaloğu’nu başlattı. 2004 yılına geldiğimizde, NATO, geniş bir sınır dâhilindeki Ortadoğu ülkelerine çift taraflı bir güvenlik birlikteliği önermek üzere İstanbul İşbirliği İnisiyatifi’ni öne sürdü.

Düşman Kim?

Bu giderek genişleyen ajanda yaklaşık birkaç yıl önce NATO yöneticilerini ziyaret eden bir Lübnanlı gazeteciyi şu soruyu sormaya itti: «Bu genişlemenin amacı ne? Düşman kim?” Örgütün basın sözcüsü bu soruya ikna edici bir yanıt veremedi.

Ancak cevap birkaç yıl sonra, temel yaklaşımın değişmesini derinden etkileyen 11 Eylül olayının sonrasında geldi ve ilginç bir şekilde NATO’nun varlığını haklılaştırmak üzere birliğe çok daha büyük bir rol verildi.

NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in 2009’da Berlin’de bir konferans sırasında duyurduğu üzere, «11 Eylül ile birlikte, kuşku götürmeyecek şekilde, bizim eski ‘Avrupa merkezli’ Soğuk Savaş kavramamızın modası tamamen sona erdi”. «11 Eylül ortaya koydu ki, ekonomideki küreselleşmenin canlanmasıyla, tehditler de küreselleşiyor: terörizm, devletlerin düşüşü ve kitle imha silahlarının yaygınlaşması artık yalnızca ulusal ve hatta bölgesel yaklaşımlarla çözülemeyecek bir olgu. Bu tehditlere karşı, bizim eski, etkisiz Soğuk Savaş stratejimizin yapacağı hiçbir şey yok.”

Tam da bu nedenle NATO, kendini tamamen savunma amaçlı birlikten çok daha geniş yetkileri ve hedefleri olan, kendi ifadeleriyle, «barışı koruyan ve barış getiren, krizler yöneten ve kurumlar inşa eden” bir örgüt haline getirdi. Ancak Rasmussen Berlin’deki konuşmasında daha da ileri gitti: «Biz, tehdit her neredeyse oraya gitmek ve siyasi, ekonomik ve askeri açıdan sorunun köklerine inmek zorundayız. Daha da açık ifade edersek: bölgesel savunma artık bizim sınırlarımız içinde değil, bu sınırlardan oldukça uzaktan başlıyor.” Bu yeni yetkiyle birlikte, NATO neredeyse dünyadaki her yere müdahale yapabilmek için gerekli haklılaştırma zeminini sağlamış oldu.

NATO, devletlerarası bir birlik olarak, her zaman üyelerinin kararlarına ve hareketlerine dayandı ve muhtemelen en büyük etkiye sahip olan da en büyük ve en güçlü üyesi olan Amerika Birleşik Devletleri’ydi. Bu durumda ajandasının Pentagon’un ajandasıyla büyük oranda paralel olması, Pentagon ve NATO arasındaki ayrımın yıllar içinde giderek bulanıklaşması sürpriz olmamalı.

Birleşik Devletler geçtiğimiz yıllarda Afrika’daki varlığını açıkça göstermeden büyük oranda artırdı. 2003’ten beri Djibouti’deki üs kullanıldı ve Pentagon, 2007’de Birleşik Devletler Afrika Komutanlığı’nı (AFRICOM) kurdu. Bu yılın başlarında ise, Washington, Nijer hükümetiyle süren ülke çapındaki askeri varlığın artırılmasıyla ilgili görüşmeleri sonuçlandırarak Nijer’de bir üs kurmaya karar verdi.

Haziran 2012’de Virginia Arlington’da yaptığı bir konuşmada, AFRICOM Komutanı Carter Ham Birleşik Devletler’in Afrika kıtasındaki operasyonlarının ardında yatan nedeni açıkladı. Birleşik Devletler’in Afrika’daki çabalarının dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi «Amerika’yı, Amerikalıları ve Amerika’nın çıkarlarını korumak için kesinlikle zorunlu” olduğunu söyledi. Ham, komutasının özellikle Birleşik Devletleri ve çıkarlarını kıtada ortaya çıkabilecek tehditlerden korumayı hedeflediğini söyledi. «El-Kaide ve onun yan kuruluşu, çoğunlukla Somali’de faaliyet gösteren El-Şabab tehdidini gördüğümüz Doğu Afrika’yla işe başladım.”

Pratikte Birleşik Devletler, Mağrip’te El-Kaide’yi, Nijerya’da ‘İslamcı’ hareket Boko Haram’ı, Mali’nin ‘İslamcı’ isyancıları Ansar Dine’yi ve Somali’de El-Şebab’ı içeren genişleyen bir bölgesel «düşmanlar” listesine karşı teftiş ve müdahale operasyonları düzenledi. Ancak kim Afrika’daki tüm İslamcı isyancıların, ne kadar yerel ve yerel odaklı olduklarına bakmaksızın, ABD için bir tehdit olduğuna ve askeri bir karşılık gerektirdiğine karar veriyor? Kim, neye dayanarak, onların «düşman” olduğunu belirliyor?

Meşruiyet Sorunu

Dahası, kim ABD-Afrika Komutanlığı’nın kıtayı ABD üsleri ve başka operasyonlar ağıyla donatması çağrısı yaptı? Kesinlikle bütün bu olan bitenden büyük oranda habersiz olan ve ABD’nin küresel misyonunu Afrika’ya doğru genişletmesini isteyip istemedikleri kendilerine sorulmamış olan Amerikan halkı değil. Bu konuyla ilgili kamuya açık herhangi bir tartışma da yapılmadı.

O halde NATO ve ABD’ye dış müdahale ve iç çatışmalara dahil olma yetkisini ne veriyor? Yalnızca Güvenlik Konseyi aracılığıyla çözümler öne süren ve dış müdahalenin önünü açan Birleşmiş Milletler. Ancak Kosova ve Libya’da müdahaleye yönelik verilen kararla birlikte, BM’nin güvenilirliği ve meşruiyeti de oldukça azaldı.

NATO birlikleri Birleşmiş Milletler’in ‘uçuşa yasak bölge’ ve ‘sivil halkın korunması’ kararlarının sağladığı koruma altında Libya’ya müdahale etti. Ancak NATO’nun müdahalesi inkar edilemeyecek bir şekilde esas gerekçe olan sivilleri korumanın çok ötesine geçti. Ve Birleşmiş Milletler himayesinin «uçuşa yasak bölge”den isyancıların hava kolu haline gelen NATO’ya dönüşmesinin ne kadar kolay olduğunu görmek kaygı vericiydi. Bu durumun NATO’nun gelecekte girişeceği olası harekâtların meşruiyeti üzerinde ciddi sonuçları var. Zira Birlik, bir partizan örgüt gibi belli bölgesel çıkarlara yönelik harekete geçebilecek hale geldi.

Hem NATO, hem de ABD yetkilileri sık sık yalnızca Afrika Birliği’nin isteği üzerine müdahale ettiklerini söylediler. Ancak bu kuruluşun (Afrika Birliği’nin) artık nereye ve ne zaman müdahale gerçekleştirileceğine dair vereceği kararın herhangi bir meşruiyeti bulunmuyor. Gerçek şu ki, Batı Birliği, kendilerinin de büyük oranda yozlaşmış ve demokratik olmayan yollarla iktidara gelmiş olduğunu kabul ettiği çok sayıda yerel rejime dayanıyor. Afrika halkına bu konuyla ilgili danışılmış değil ve Afrika Birliği üyesi devletlerarasında yabancı varlığının Afrika topraklarında faaliyet göstermesine izin verilip verilmemesi gerektiğine dair keskin ayrımlar var.

NATO’nun yaptığı şey, Afrika kıtasına sinsice girilmesi ise oldukça stratejik: Afrika Birliği için makul ve doğal başvuru mercii haline gelmek, böylece kendini kıtada yapılacak herhangi bir operasyon için vazgeçilmez unsur haline getirmek. İronik olan Afrika Birliği’nin ardındaki esas kuvvettin, birleşmiş, güçlü ve en önemlisi bağımsız bir Afrika isteyen Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi olmasıydı. Ancak ABD’nin bölgede gelişmesi ve NATO’nun planları onun Pan-Afrika girişimlerini önlemeyi başardı. Elbette şu anki duruma karşı çıkacak bir Kaddafi artık yok.

ABD ve NATO’nun, Afrika’daki hemen her ülkeyi kendi askeri ağına çekmiyor oluşunun nedeni diğerkâmlık (alturism) ya da kıta insanının güvenliğiyle ilgili endişeleri değil. Tersine amaç, jeopolitik avantajlar kazanmak; petrol ve diğer kaynakların dışa aktarımın devamını sağlama almak; ticari ve iktisadi çıkarlarını, ortaya çıkmakta olan Brezilya, Güney Kore ve Çin gibi güçlerin büyüyen varlığına karşı korumak. Afrika’daki bütün varlıkları kıta üzerindeki hegemonyayı sağlama alma odaklı ve Afrika’nın bağımsızlığı sallantıda.

Bunları da sevebilirsiniz