Anne tarafından Erzurum Horasan ve Hasankaleli’yiz, anneannem Cebeci Camii şadırvanında abdest alırken vefat etti, aklım o zamanlar çok yetmezdi, hiç görmediğim dedem Şükrü Efendi’yi anlatmıştı, şapka devrimi olmuş camii cemaatinin kafası karışmıştı, bir çok yakın kasabadan ileri gelenler toplanıp dedem Şükrü Efendi’ye bu (sekiz köşeli, terekli) şapkayla nasıl namaz kılacağız diye danışmayagelmişler, dedem, endişeli misafirleri uzun uzun dinledikten sonra, hiçbir şey olmamış gibi hiç cevap vermemiş ve sessizce başındaki tereği ters çevirip cemaatle namazını kılmış, hiç itiraz eden de olmamış, elli yıldır onu çok yakından tanıyan cemaati de tereği ters çevirip namazını kılmış, Anadolu’nun binlerce kasabasında da aynı şey oldu, cemaat kendiliğinden tereği ters çevirip bu şapka meselesini çok da mesele yapmadı. Bir-iki yapanlar da oldu, bir kızıl kıyamet koptu havası yarattılar. Ancak Rus, Çin, İran ihtilallerini Cumhuriyet devrimleriyle kıyasladığınızda Anadolu’da devrimlere karşı çıkanlar bunların yanında adı anılmayacak kadar cüzi kalır.. Bu mevzular sonra sonra din siyasetin konusu olduktan sonra kaşınmaya irin yara haline getirilmeye çalışıldı, mesela İngiliz ajanlarıyla çalışan tarikat ve etnik liderler zamanla ‘kahraman’ ilan edildi, ve yavaş yavaş Cumhuriyet’in ordusunu tasfiye edilip ortadan kaldıracak kadar ajanlık ve kumpas marifetiyle muazzam bir başarı kazandılar, uzun hikaye..
Yolda izde giderken insanlarla ayaküstü tanışır üç-beş laf edersin, merhaba, nasılsınız, isminiz… Defalarca şöyle soyadlarla karşılaştım, Eskişehir Afyon Kütahya vs. yörelerinin köy ve kasaba soyadlarını almış. Soruyorum, aileniz Eskişehirli mi, hayır, dedem kurtuluş savaşında orada şehit düştü, soruyorum Afyon doğumlu musunuz, hayır, dedem orada şehit düştü bu soyadı almışız.. Bu şehit dedelerin çocukları mühendis olmuş, evlenmişler, üçe beşe katlanmışlar, aynı soyadı taşıyan sayılar onbinlere ulaşmış..
İnsan soruyor, sayısal olarak dahi çok oldukları halde bu insanların soyadları siyasette neden hiç geçmiyor.. Bugün yine cumhurbaşkanlığı siyaseti konuşuyoruz, ve adı geçen zat, şapka devrimine muhalif ajanlı İngilizli entrikaların yakini bir yere düşüyor.. Her devrim her büyük savaş şüphesiz hainlerini ajanlarını karşı devrimcilerini çıkarır, ancak bu istisna sayılabilecek birkaç isim nasıl oluyor da hala gündemi oluşturuyor, buyurun buradan yakın, bir meşhur hainimiz vardı Ali Kemal, torunu an itibariyle Londra Belediye başkanı, buyurun buradan yakın bir şapka devrimine muhalifimiz vardı, yakını an itibariyle Türkiye Cumhurbaşkanı adayı..
Kahvede ‘ihaleli batak’ oynuyoruz ve oyunun artık tabuları büyüleri var, kağıdı üç defa kesmek gibi, kağıdı kurmak gibi, kağıt yaparken arkadaşın eline büyü yapıyor gibi dokunmak gibi, şaka değil, aklı başında mühendis mimar sanatçı bir çok arkadaş bu kahve büyülerini mutlaka yaparız..
Cumhurbaşkanlığı için seçilen çatı adayıyla yine bir ‘ihaleli batak’ oyunuyla karşı karşıyayız.. Ve bismillah daha ismi duyar duymaz, ilk tepkimiz: kağıdı yine adam gibi karmadılar.. CHP’nin anladık ama MHP’nin eline bile bu ‘asları papazları’ sanki birileri kurmuş vermiş..
Ankara’ya beni ziyarete gelen arkadaşlara artık bir gelenek oldu, ilk yaptığım şey, küçük bir şehir turu attırmak, ilk güzergahım hep Çankaya protokol yolu’dur, Cinnah’tan ya da İran Caddesi’nden girer misafirleri Köşk’ün önünden geçirir, birazcık rehberlik yaparım, şöyle..
Bakın, burası Cumhurbaşkanlığı köşkü olur, burayı biliyorsunuz zaten, ama, köşkün kapısından yüzünüzü şehre dönün elli metre sol tarafı İngiliz Elçiliği, otuz metre yolun karşısı Amerikan elçiliği (misafirhanesi).. Ve devam ederim, unutmayın, Orta-Doğu’da I. Cihan savaşı sonrası İngilizler’in tayiniyle krallıklar kurulduğunda, kral sarayının hemen yanıbaşına ‘İngiliz komiserliği’ binaları vardır, gidin Orta-Doğu ülkelerini gezin, saraylar yanıbaşındaki ‘komiserlik’ten izin almadan iş yapamazlar yasa çıkaramazlar..
Lafı uzatıp türlü cezalar almaya gerek yok, Sudan başkanı ünlü insanlık suçu işliyor denilen kasap denilen Ömer El Beşir bu köşke niye geldi niçin geldi ve sonrasında Abdullah Gül’ün onuruna Londra’da kraliçe niye yemek verdi, Güney Sudan’ın referanduma götürülüp ayrılmasına kimler arabuluculuk yaptı..
Onurumu felsefe okumalarıma borçluyum.
Belediye seçimlerinde CHP’nin insan aklını zorlayan cemaat ittifakı, Allah´ım neydi o öyle hala kendimize gelebilmiş değiliz, henüz açıklanması yapılmış değil, Mustafa Sarıgül dayatmaları neydi, henüz cevabı verilmemiş hiç değil.. Kendi adayınızı koyun, diye muhalefet ettiğimizde, bize, ne yani Tayyip’in ekmeğine yağ mı sürüyorsun, dediler.. Şimdi Ekmeleddin bey’in ismine muhalefet edenlere, daha belediye başkanlığı seçimleri altı ayını doldurmadı, yine aynı karşı çıkış, ne o, Tayyip’in yine gelmesini mi istiyorsunuz?
Diyen kim, sıkı durun Emin Çölaşan..
Allah Emin Çölaşan’dan razı olsun, nihayet bizi ATATİKÇİLİK’ten kurtarıyor, bu ATATİKÇİ’LER daha dün Sarıgül’e de aynı şekilde aynı cümlelerle destek verdiler.
Oysa Ekmeleddin adını öğrenir öğrenmez Tayyip Bey neler olduğunu iyi anladı. Onu iktidara taşıyan ve besleyen Suudlar, Amerikalılar, İngilizler’i müsaade edin Tayyip Bey bizden daha iyi bilip biraz yüzü ekşisin..
Çatı adayına bütün muhalifler yekpare oy verse de Ekmeleddin Bey’in cumhurbaşkanı olması çok zor, hem oldu diyelim hem olmadı, iki durumda da referandumda alacağı yirmi milyonluk gibi bir oyla yepyeni bir ‘siyasi oluşum’la karşı karşıya olduğumuz çok açık..
Arkasına milyonlarca oy almış ve ismi ısıtılmış bu siyasi oluşum, yeni bir ‘merkez sağ’ inşa edecek, yani kağıtlar yeniden karılacak, büyük ihtimal şimdiki teorileri AKP içinden isimler dahi transfer edilecek, Sarıgül’le olmadı bir de Ekmeleddin’le deneyelim..
Altmış yaşına dayandın 25 kitap yazdın, gençler bana, peki hayattan ne öğrendin derse, mesela böyle durumlarda şunu öğrendim, hayatımda ödül-kulis-lobiciler’e hiç inanmadım, bir insanın özgeçmişi ödülle doluysa o insandan kuşkulanmak için çok yeterli sebepdir.
Çok özel bazı insanların otistik becerileri vardır bunları anlarım, ama üç dil bilen insanları dünyanın ‘cahili’ olarak görür dalga geçerim, çünkü dil dışında dünyaya körleşmişlerdir, deha sahibi matematik problemleriyle hayatlarını geçirip Türkiye liginde hangi takımlar vardır bilmeyenler gibi, ülkemizde böyle tarih öncesi efsaneler vardır, mesela halkımıza ‘yol’ kalkınmaktır diye öğretilmiştir, yalan, mesela, eskilerden birini överken beş dil bilir altı dil bilir diye Marmaris’teki miçolar gibi, ne lan bu, bir bilim dili insanın beş-altı senesini alır, oda yetmez, üç dil on beş senesini, ee geldin 50 yaşına, hayatı dil öğrenmekle geçmiş, oysa bilim insanına şöyle sorarlar, ne yazdın, ne söyledin, ne öğrendin, mesela Türkiye işgal edilirken nerdeydin, onu da bırak, elli yıldır hangi cephede kim adına kimle savaşıyordun, üç dili yemiş yutmuş bir zeka Suudlar’ın adamı olur mu?
İlk gençlik yıllarımızda militan dergilerin teknik işlerini yapıyordum ve Ankara matbaacılarını iyi tanırdım, bunların başında Eskişehir Yolu’nda Daily News’in sahibi İlhan Çevik vardı, bir mason lideriydi, Çin’den Arjantin’e almadığı ödül yoktu, gitmediği ülke, birlikte yemek masasında fotoğraf çektirmediği uluslar arası şahsiyet yoktu, yetmedi.
Çok sonra İlhan Çevik’in adını, Demirel’in iktidara gelmesiyle çok kritik bir istihbarat dergisi Orta-Doğu dergisinin sahibi olarak gördüğümde… Üşenmedim oturdum Orta-Doğu dergisinin yüzlerce sayısını tane tane okudum.. (sonra bu dergi koleksiyonunu bir strateji kurumuna hediye ettim, öğrensinler, nerden nereye geldik diye…) Kimler yazmıyordu başta Yakup Kadri Karaosmanoğlu bile vardı, Orta-Doğu’da elçilik yapmış nice diplomatın yazısı.. Hemen hepsi Orta-Doğu kültür olarak bizim kardeşimizdir iyi geçinelim diyen Atatürk’ün Sadabat paktını öne çıkartan yazıları..
Ama ne o, dergi İlhan Çevik’in eline geçtikten sonra Türkiye’de bir ‘orta-doğu’ ve Arap düşmanlığı ve İsrail yakınlaşması, bu bıçak gibi kesilip ani yön değiştirme, akıl alır gibi değil..
Bilim adamları insan beynine çok müthiş bir soru soruyor, henüz altı yaşındaki çocuk, bir sembol olan soyut şekiller ‘harflerden’ ‘anlamayı’ nasıl başarıyor diye.. Cevabını Çinli bir dilbilimci şöyle veriyor, çünkü diyor, insan beyni milyon çağ öncesinden beri ‘hayvan izlerini’ tanımada mahirdir, ve bu hayvan ayak izi tanıma beyin için milyon yıllık bir tecrübedir, işte o altı yaşındaki çocuk hayvan ayak izlerini tecrübeli beynin marifetiyle harfleri tanır..
Ve her yazarın ‘harfleri’ ‘ayak izlerini’ tanıması başka başkadır, işte bu Odatvsütunlarında, Türkiye’ye Amerikan istihbaratıyla kumpas düzenleyen Cemaat karşıtı yüzlerce yazı yazdım, hepsi harfiyen doğru çıktı, sebebi basit, Ankara’da yaşıyordum ve bu cemaat valileri ve hakimlerinin üniversitede ilk günlerinden beri tanıyordum, ayak izlerini iyi biliyordum, o günlerde bu isimler ‘özgürlük kahramanlarıydı’, dalgaya alıp karşı çıkan ve bunların ‘şeytan’ olduğunu söyleyen ise, ben…
Şüphesiz o çocukların henüz yurt odalarındaki ilk günlerini bugün kalkıp belgeleyemem, bir yazar olarak elimde sadece gördüklerim duyduklarım yaşadıklarım vardır, bu da sizlerin değil benim ikna olmam için kafidir, bana düşen, hukuk cezaları alma pahasına kendi gözlerime inanmaktır..
Geriye dönüp YAZILARIMI bir de bu gözle okuyun, Türkiye Hukuku’nu tam tekmil yekpare ele geçirdikleri gün, ‘şeytanın .mları’ diye yazı yazdım, YANILMADIM..
Şüphesiz belgeleyip ispatlayamazsın ama bir yazarın gördükleri yaşadıkları HERŞEYİ’dir, Hüsamettin Özkanları, Sarıgülleri, Cemaat’i, İslamcılar’ı, Davutoğlu’nu, an itibariyle yandaş medyada yazanları ve bir çok ATATİKÇİ’yi…
‘AYAK İZLERİNDEN’ iyi tanırız..
Ekmeleddin ismi CHP tarafından ilan edilince, Ulusal Kanal’da birlikte program yaptığımız Yavuz Selim Demirağ, ‘yahu ağbi, ne biçim adamsın.. bu isim hiç konuşulmaz bilinmez anılmazken sen ısrarla ekranda, Abdüllatif Şener, Emine Ülker, İlhan Kesici, Deniz Baykal gibi isimleri dönüp dolaştırıp, sonunda Ekmeleddin ismine gelecekler, dedin..’
Batılılar ikiyüz yıldır batı dışı topraklarda kral vali tayin etmeyi pek severler ve diplomasi dedikleri de budur, hatta, ‘kral’ atamada ‘deha’ olduklarına inanırlar, mesela son on yılda tayin ettikleri iki isme bakın, biri Maliki, diğeri Tayyip.. Sonra ‘Sisi’ diye devam edin..
Bu kurnaz, kumpas, tertip ‘büyük oyunları’ çözmek felsefe okumuşlar için çok zor değildir.
Felsefe şunu öğretir: çocukken misket (mile) oynarken en yakın arkadaşımızla misketlerimizi birleştirir ortaklık kurardık ve ortaklığımız birbirimizi şöyle sınardı, ‘oğlum misketler benim cebimde dursun.’.. ‘yok olmaz benim cebimde dursun..’
Eğer arkadaşın misketlerin senin cebinde durmasından kıllanmıyorsa, o gerçek bir ortak, güven tesis edilmiş demektir, yensen de yenilsen de ütsen de ütülsen de o senin anca da beraber kanca da beraber arkadaşındır, çünkü ‘söz’ başka ‘gerçek, olan’ başkadır..
Beyler ağbiler Fenerbahçeliler Atatikçiler, ‘misketler bizim cebimizde’ değil..
Misketler CHP’nin cebinde hiç değil..
Misketler cebinde olmadığı halde belediye seçimlerinde CHP cemaatle ortak bir oyuna zorlandı, ütüldü, dersini almamış görünüyor.
Misketler kendi cebinde olmadığı halde, şimdi hem partisini hem Türkiye’yi yeni bir oyun’a sokuyor, dün Kılıçdaroğlu grup konuşmasında, öyle bir Ekmeleddin anlattı ki, küçük dilimi yuttum, Ekmeleddin ne çok şey yapmış, bir dünyayı yaratmadığı kaldı..
Otuz yıllık eşiniz kırk yıllık arkadaşınız sizi böyle övemez, sizi bu denli göklere çıkartıp referans veremez.. Sayın Kılıçdaroğlu Ekmeleddin Bey’in apoletlerini cilaladıkça cilaladı, sayesinde ülkemiz bir apolet parlatma dönemine daha girdi.. Zaten Ekmeleddin Bey’in adını bizler de kırk yıldır aynen böyle tanırız, fikirsiz bilgisiz sırf cila.. Kılıçdaroğlu mesleği çoktan değiştirmiş, Siteler’de ‘mobilyacı çırakları’ akşama kadar üstüne tükür cilala parlat, üstüne tükür, cilala parlat, üstüne tükür cilala parlat, hadi ATATİKÇİLER, Sarıgül’ün üstüne tükürün Ekmeleddin’i parlatın, tükürün parlatın, tükürün parlatın, sonra ayna gibi oldu mu diye bir bakıverin, ayna gibi olmuş mu, hey yavrum ATATİKÇİLER, bir belediye seçiminde Sarıgül gibi oldunuz, çok geçmez birkaç haftaya EKMELEDDİN bey gibi olursunuz..
Felsefe bunu öğretir, cilayı kaldırın ‘gerçeğe’ bakın, tahtanın odunun ağacın kendisine, bir marangoz ustası şöyle kafa çalıştırır, bu ağaç cila tutar mı ya da ne kadar tutar, arkadaşlıkları ödülleri kulisleri lobileri her şeyi bir kenara bırakıp, cilanın aynasını bırakın, metnin kendisine bakın.
Bir ‘cila’ daha bir günün 24 saati dönmeden bu kadar kararır düşer mi?