Ekranda tam mevzuya girerken giriş cümleleri teknik arızaya kurban gitti ve etraflıca anlatmaya çalıştığım Hacı Murat, tam anlaşılamadı, toparlayalım, araya bir de böyle yazılar koyalım.
Tolstoy’un olgunluk dönemi romanı Hacı Murat, bugün, bir çok batılı edebiyat eleştirmeni tarafından Batı Edebiyat Tarihi’nin şaheserleri arasında sayılmakta.
İlk gençlik yıllarında Hacı Murat’ı okuduğumuzda partilerinden ve kurumlarından bağımsız, partilerini ve kurumlarını aşan yani kasabadan büyük insanlar vardı ülkemizde.
İlk gençlik yıllarında Hacı Murat’ı okuduğumuzda Kafkas Afgan Arap kökenli El Kaide ‘mücahit’ görünümlü militanlar batılıların ajanları olmamıştı.
Bu denli ihanet tarih sahnesinde yoktu, ajanlık çok utanılacak en ağır ithamdı..
Birey, kişilik, ahlak derken kastedilen şeyi tam da anladığımız söylenemezdi.
Yerlilik millilik ahlakına güvenirlik bu kadar yolunu şaşırmamıştı.
Bu yüzden Hacı Murat Romanı sadece batı edebiyat tarihi için değil topraklarımız için muhteşem sırlar derinlikler güzellikler barındırıyor.
Padişahlıktan demokrasiye geçerken bu geçişin en sağlam sütunlarının Hacı Muratlar olduğunu gözden kaçırmışız.
Hacı Murat, geçmiş zamanların biatı inancı vefası bağlılığıyla demokratik zamanlarda ‘taraf’ ya da ‘tarafsız’ duruşumuzun çelişkisini insan kalarak nasıl çözebileceğimizin romanı.
Bugünlerde herkesin ‘taraf’ olup liderine tapındığı, partisinin liderinin kopyası olduğu ya da delikanlı naraları atıp batı gizli servislerinin oyuncağı olduğu, güvensiz zafersiz ahlaksız siyasilerle tanışıyoruz, Hacı Murat’ı demokrasimize ve gençlere bir daha hatırlatmakta fayda var.
Tolstoy gerçekte yaşamış Kafkasya kahramanı Şeyh Şamil’in en yakın arkadaşı Hacı Murat’ın hayatını yazmıştır. Bir belgesel değildir, ancak bir belgesel kadar tıpatıp sahici canlı ve verdiği bilgiler doğrudur.
Tolstoy’un Hacı Murat romanıyla gerçek Hacı Murat hikayesinde uyuşmayan tek şey, roman kurgusunu ayakta tutan romanı oturttuğu en temel sütunun, tartışmalı oluşudur, o da şudur:
Tolstoy, Hacı Murat’ın Şamil’le anlaşamayıp ya da Şamil’in kendisini öldüreceğini anlayıp Ruslar’a sığındığını iddia eder.
Oysa gerçek Hacı Murat hikayesini kaleme alanlar, Hacı Murat’ın Ruslar’a sığınması gerçeğini kabullenip inanmazlar. Tolstoy’un yanlış anladığını söylerler, gerçekte, Hacı Murat’ın Şamil’le gizlice anlaşarak, bir taktik olarak Ruslar’ın içine sızmak için Rus tarafına geçtiği iddia edilir.
Roman bir sanat türüdür, yeni bir terkibdir, Tolstoy’un derdi başkadır, bir kardeşlik bir liderlik anlaşmazlığının trajedisiyle sürüklenip dışlanmış Hacı Murat’ın tek kişilik karakterini, henüz başlamakta olan modern dünyamıza yepyeni bir kahraman türü olarak takdim eder. Ki, romanı büyük yapan da budur eski Yunan’dan Roma’dan Hamlet’e Rönesans yakın çağa eski dünyanın kahramanlarına hiç benzemez.
Hacı Murat romanı ‘düne kadar ölümüne savaş verdiği düşmanın safına’geçmiş bir efsane kahramanın gel-gitleri arasında her şeye rağmen gururu ve ahlakıyla iki ateş arasında ayakta onuruyla kalmış insan hikayesidir.
Roman öncelikle Hacı Murat’ın Rusya’da ağırlanması ve Rusya’da karşılaştığı gördüğü şeyleri içine sindiremediğini etraflıca anlatır.
Ama asıl birkaç cümlede tasvir edilen dikenli geven ot’u bize hikayeyi daha iyi anlatır.
Bugün Orta-Anadolu’nun meşhur dikenli ot’u gevenin dikenleri yüzünden tutulması çok zordur ve bizim edebiyatımızda da yeri büyüktür. Toprağa derin sağlam bağlıdır, geven ot’u hem dikenli hem çiçekli hem içinde zamk ve zehir hem de şifa barındıran Batı Asya’nın yerli bir otudur. Demokrasimize şifa olsun istiyorsak, bu yerli milli ot’un terkibini Hacı Murat karakterinde iyi tanımamız lazım, son nefesinizde, toprağınıza avuçlarınızı acıyla zehirle kanatan bu ot’a tutunmaktan başka çaresiz kalmamışsa, Hacı Murat’ı anlayamazsınız.
Yani hem çiçekli hem dikenli hem zamk hem zehir hem şifa barındıran ve asılıp kopartması mümkün olmayan geven ot’u hem romanın hem bizlerin hem demokratik bir toplumda kişilik ve ahlak sorununu etraflıca tarif etmeye yeter.
Roman tam da bunu anlatır, imanında ve vatanseverliğinde ağır bir trajediye rağmen sarsıntı yaşamayan, iki ayrı duygu iki ateş iki cephe arasında tek başına kalsa da, oradan buradan dışlansa da yiğitliğini terk etmeyen, kendine ve toprağına bağlı, bir gün her iki taraf da kendine düşman olunca, ortada tek başına toprağına geri dönen, tam tersi hem Ruslar’a hem Şamil’e karşı savaşan, terkibi geven ot’u gibi bir insan kahraman hikayesi anlatılır.
Batı Edebiyat’ının bu eseri ‘kanonu’ (geleneği) içine alma sebebi bu romanı Tolstoy’un yazmış olması değil, ahlakından her koşulda geri adım atmayan, bir başka yeni tür ‘karakter’ oluşudur.
Hacı Murat Şamil’le anlaşamaz ve Rus safına geçer. Çok sonra Şeyh Şamil, Hacı Murat’ın ailesini tehdit edince Hacı Murat Ruslar’ın elinden kaçıp ailesini kurtarmak ister, işte o an yalnız kaldığı andır, hem Ruslar’la hem Şamil’le tek başına bir savaş içindedir, trajedi üstüne trajedi, Ruslar da Hacı Murat’ı yeniden Şamil’in saflarına katılmakta olduğunu sanır, Ruslar’la giriştiği bu savaşta ölür ve kellesi kesilir.
Geriye şu tartışma kalır:
Hacı Murat Ruslar’a sığındı mı sığınmadı mı, yoksa Hacı Murat bir taktik gereği mi Ruslar’a sığındı, ikisi de değil.
Tartışılması ihmal edilen yer şurasıdır: Hacı Murat’ı okuyan bizlerin içinde yaşadığımız modern dünyada Hacı Murat ahlakını anlayıp anlamadığımız.
Çünkü romandaki Hacı Murat, o tarafın ya da bu tarafın kahramanı değil, her koşulda ahlakından vazgeçmeyişi, açık mert dürüst ve cesur ve korkusuz oluşu, çıkışsızlık anında tek başına tavizsiz duruşu.
Geriye dönüp Cumhuriyet’in ilk günlerine Mustafa Kemal’in yakınındaki beş-on kahramana bir daha bakın, Rauf Orbay, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, Celal Bayar. Bu isimlerin hepsinin Mustafa Kemal’le ilişkileri git-gellidir, hiçbiri Mustafa Kemal’e sonuna kadar biat etmemiştir, aralarında istiklal mahkemelerine varacak kadar sert tartışmalar da yaşanmıştır, ancak…
Ancak hiç kimse bu güne değin bu isimlerin Mustafa Kemal’in önünü kestiği, ihanet ettiğini, yanlış yaptığını, söyleyemedi, çünkü, Cumhuriyet’in arifesindeki bu kadronun her ismi, tek başına kahraman ahlaklarını halka benimsetmişlerdi.
Artık onların ‘bizden olması’ için Mustafa Kemal’in ya da Cumhuriyet’in yanında olmaları gibi bir şart gerekmiyordu.
Kişilikleri ahlakları ve kendilerine güvenleri tamdı. Zaten çok sonra Demokrat Parti muhalefetinin önünü eleştirileri ve konuşmalarıyla açıp başlatan bu kadro’nun kendisi ya da gölgeleriydi.
Demokrat Parti’nin çıkışında hiç kimse Ali Fuat Cebesoy’a ya da Celal Bayar’a ahlaken kişilik olarak söz söyleyemezdi. Yani, bugüne değin seksen yıldır iktidarını koruyan sağ parti geleneğini kuran Demokrat Parti’nin ruhunu oluşturan ilk tasarı kadronun ilk büyük simaları bu toprakların Hacı Muratları’ydı.
Ve Hacı Muratlar tıpkı Tolstoy’un anlattığı Hacı Murat gibi iktidarla anlaşmazlığa düşmüş ama sağlam ahlaki kişilikleriyle halkımız nezdinde hiç de tereddüt yaratmamışlardı…
Bugün bambaşka bir yerdeyiz, başta Tayyip’in siyasi İslam’ı, cemaatcisi ve El Kaide türevi gruplar, hepsi, bir ‘taktik gereği’ ya da tam anlamıyla teslim olup el altından Batılı servislere sığınan şaibeli siyasetlerin oyuncakları.
Batıyla gizli işbirliğinde hepsi birbirinden hızlı, kişilikleri karakterleri hırsızlıkları mandacılıkları mide bulandırıyor, hepsi liderlerine ‘biat’ ediyor, hiç kimse kendi başına bir kişilik ahlakı gösteremiyor, hiç biri, geven ot’u gibi bu toprağa kökünden sağlam bir dayanıklılık içinde değil, hiç biri, bu toprağın zamkını çiçeğini dikenini yani bir insan terkibini içinde barındırmıyor, ayrı ayrı bir kişilik repertuvarları hiç yok, tabldot parti, fiks menu.
Cumhuriyet yeni bir rejimdi, modern dünyanın demokrasinin olmazsa olmaz tek kişilik sağlam ahlak taşıyan zaferlerden çıkmış kahraman şahsiyetleri barındırıyordu, Tek Parti dönemi sonrası güvenilir bu kişiler, sağlam duruşları ve eleştirileriyle, epeyce susup sonra ülkeyi sırtlayıp çok partili dönemin önünü açtılar.
Bugün yeni bir Türkiye kurduk iddiası taşıyanlar, liderine ters, muhalif, eleştirel, karşı gelebilecek cesareti ahlakı duruşu gösteremiyor…
Bir şeyin yeni olabilmesi için tek kişilik her koşulda ahlakından vazgeçmeyen iki ateş arasında siyasi kahramanların olabilmesi lazım, liderine ters düştün o halde vatan hainisin suçlamasını hiç ciddiye almayacak, yüksek kişilikli özgüvenli insanlar lazım.
Demokrasiler kişi kişi ahlak ahlak eleştiri eleştiri ve acımasız iç çelişkiler ve trajedileriyle varolur, cephede kişilikler ayrıdır demokratik meclislerde ayrı, cephede millilik komutana uymayı emreder, mecliste kişiliğinin ahlaki güveni gücüyle lidere meydan okumakla.
Yerlilik ya da millilik ya da saf haliyle bizim adamımız hiç şüphe taşımaksızın önce şahısların kendisinde abideleşir ve fikirleri ne olursa olsun kuşkusuz şaibesiz derin saygı görürler, eski kahramanları yeni demokratik meclise taşıyan ve önünü açan işte bu sağlam ahlaklı kişilikleriydi, susturulmaları, kovuşturulmaları, uzaklaştırılmaları. her şeyi göze alarak zaferlerden kahramanlıkla çıkmış kişiliklerini ezdirmediler, üstelik Mustafa Kemal Atatürk gibi bir isim karşısında…
Kaderin sillesi sert trajedilere rağmen kişilik ahlakından vazgeçmeyen insanların bolluğuyla ancak demokrasiler güzelleşir, ve çeşitler ve alternatifleşir ve nefes alır, bu yüzden sağlam kişisel ahlak demokrasilerin besini tarlasıdır. Şüphesiz toprağımız şüheda fışkırsan şüheda, ancak cephede değil artık meclisteyiz, yeni dünya bizden, iki ateş arasında direnip ahlakını kişiliğini neden kimseciklerin ortaya çıkamadığını düşünmemizi istiyor.
Tolstoy, askerliğini Kafkasya’da yaptı Hacı Murat hikayesini canlı birebir biliyordu. Yeni dünyanın henüz tomurcuk halindeki yeni çağın ilk kahramanlarına örnek, gelmekte olan çağın habercisi, daha önce şahit olmadığımız yepyeni bir kahraman için hikayenin gerçekliği ve kurgusuyla oynadı, belki de kasıtla Hacı Murat’tan saf insanı soyup çıkartmak için, iki ateş arasında, geven ot’una yapışıp dikenleriyle yırtılmış avuç içiyle yapayalnız bıraktı.
Trajedilerle cephemiz bölünebilir ayrı düşebiliriz, ama birebir taşıdığımız ahlakımız her zaman daha yüksek yepyeni bir insan ‘cephesi’dir. Ya senin ya benim ahlakım değil, karşı cephede ikimizin de varlığı, bizi daha çıplak daha güzel saf insan yapar, işte demokrasinin varettiği ve biat köle mürid düzeninde olmayan budur, cepheden birlikten partiden ülkeden ayrı düşsek de ahlakımızla bu topraklara geven ot’u gibi sağlam tutunabiliriz…
Demokrasileri ve sağ sol fikirlerin iç savaşlarını yaşayan Batılı eleştirmenler, sizce neden, Hacı Murat romanını Batı Edebiyat Tarihi geleneği içinde Hamlet gibi Homeros gibi baş köşeye koyuyorlar? Hacı Murat’ın biat etmeden varolmayı denediği hikayesi yüzünden, yeni dünyanın cephesi işte her biri başka ama hepsi kendince haklı bu tek kişilik yerli milli kahramanlardır, anlatmak istediğim buydu.
Şimdi bir millilik deneyi yapalım, bir hafıza deneyi, sizden küçük bir ricada bulunacağım, şöyle on-onbeş sene gibi çok yakın günlerin siyasetlerini zihninizde yoklayın, yüzbinlerce siyasi olaya şahit oldunuz ya da okudunuz, diyelim Tansu Çiller’in kurşun atan da şereflidir… ya da Özal’ın kızlarının jaguar hadisesi…
Sorum şu, hafızanızı yoklayın, milyonlarca olaylar içinde en çok aklınızda elenip kalanlar, siyasilerin yabancı servis ya da yabancılarla el altından görüşmeleri oldu.
Birbirinizi tanıyın ya da tanımayın, aynı parti aynı grup aynı topluluk içinde olun ya da olmayın, komünist anarşist dinci siyasi görüşleriniz birbirine uysun ya da uymasın, dikkat edin, hepinizin odaklandığı yer: ülkemizi yönetenlerin yabancılarla el altından görüşmeleri…
Hangi fikirde olursanız olun zihniniz beyniniz hafızanız manda ilişkileri sömürge ilişkileri yani ajan ilişkilerini öncelikle kayıt altına alıyor, hatta beyniniz alarm veriyor, bu kimin adamı, soruları, bu adamı hangi güçler yönetiyor, kim destekliyor, şüpheleriyle, beyniniz canınız çıkıyor, çünkü bu bedenin ‘güvenlikte miyim’ sorunudur.
Bir dinciyle bir anarşistin beyni aynı siyasi olayları elemesi mümkün değildir, ama iş yabancılar, tahakküm, manda, sömürge, emperyalizm, olunca, insanın fikirlerinden bağımsız beyninde başka bir güvenlikçi‘seçim’ olur.
Niçin binlerce siyasi olay tartışma belge içinde hep ‘dış temasları’ merak ediyor ve hepimiz sanki gizlice anlaşmış gibi siyasetin hep ‘yabancıyla gizlice ne görüştüler acaba?’ noktasına kilitleniyoruz.
İyice tekrar edelim, İslamcı sağcı solcu dinci çevreci komünist anarşist ne olursanız olun, kendinize bir soru sorun, çok yakın tarihinizde zihniniz düşünceniz meraklarınız neden hep ‘yabancıyla el altından temas, görüşme’ noktasında dönüp duruyor, hepinize işte siz de ulusalcısınız demek istemiyorum, biyolojik varlığımızın ihanet ve güvenlik gibi çok temel yasalarından kurtulamadığımız için.
Hacı Murat romanının evrensel bir tema olarak sırrı buradadır, Şeyh Şamil gibi milli hatta ilahileşmiş bir kahramandan uzaklaşıp Ruslar’a sığınmak, hepimiz için çok çarpıcı bir dönüm noktası, romanı ve bizi sürükleyen işte bu ‘ihanet’ noktası beynimizin bedenimizin bestseller konusu ve en temel korkusudur.
Siyasi evet ama asıl biyolojik olarak bedenimiz güven istiyor, ihanet, ‘milli endişeler’ yeryüzü topraklarında herkesin ruhunda bu yüzden en çok müzakere ettiği konudur.
Şeyh Şamil’in en yakın arkadaşının ihanet kuşkusu teması hepimizi romanın sayfalarından bugünkü siyasetimizin içine kadar delice meraklarla sürükler.
Aslında ihanet teması, Tolstoy’un okuyucuya ‘oltası’dır, kurgunun bu ihanet yemiyle, hepimizi başkalaşan bir yeni kahramanın ahlakının doğduğu yere sürükler, taraflar cepheler arkadaşlık bağlılık biat düşman kafir ve diğer yanda insan, bu insan, tarihin bu kadar sertleştirdiği vefa bağlılık inanç iman duygularına rağmen, kişiliğini ahlakını koruyabilecek mi, cemaatin ve Tayyip tayfasının sınavlarda çalıp gizlediği, büyük soru budur.
Her toprak parçasında özgürce yaşamak isteyen her insan evladı ülkesini ihanetten mandadan tahakkümden korumak isteyen çok soylu bir damardan beslenir.
Bu yerli bağımsız düşünceyi bize ideolojimiz fikir babalarımız partimiz öğretmedi. Bu her kuşun her bitkinin suyun çiçeğin alışkanlığın türkünün arkadaşlığın vefanın en yakınında hatıraların herşeyin ruhunda yaşıyor.
Her şarkı her türkü her koku, her insan evladında var, yabancı tahakkümüne karşı bizi koruyan bizden büyük asil ve önlenemez, ket vurulmaz bir duygumuz var. İşte varlığımızı ve sesimizi dünyada çoğaltan bu duygu’dur.
Dünyamızda varoluşsal sorular artık kapıya yol ayrımına dayandı, II. Nuh Tufanı çoktan koptu, yeniden Nuh’un gemisine binmek isteyenler, bu sorulara ahlaki cevaplarını vermek zorunda.
Orta-Doğu’da dini milletleri ulusları soykırımdan geçiren bir kasırga esmeye başladı. İhanet sorusu, kime sığındın sorusu… Kimin adamısın sorusuna inanılır güvenilir cevap veremeyenlerin Nuh’un bu yeni gemisine binme şansları hiç yok.
Ölümüne biat, iman gibi inandığımız liderleriniz, sizleri karmaşık siyasetlerin içine sokarken susanlar, tarihin bu ikinci kez kalkmakta olan Nuh’un gemisine, işte milyonlarca çocuk ölüyor, kıtalar kola kutusu gibi yırtılıp bükülüyor, binemeyecek. Hayatlarının ilk işi ev ve araba alanlar değil hayatlarının ilk işi bu sorulara cevap verenler Nuh’un gemisine binebilecek.
Bu cemaatçiler şimdi, bu Tayyip Erdoğan, taktik gereği mi Batı’ya sığındı, yoksa ülkelerindeki milli devlet baskısından kurtulmak için son ölümcül çare bahanesiyle mi Batılılar’a sığındı, geçin bunları, ne derseniz deyin, kişilik ahlaklarını, her koşulda bizlere yerli milli geven ot’u ahlak’ı gösteremedikten sonra inandırıcılıkları bitmiş ve bu dünya yangını bu kasırganın ortasında başıboş kalmışlardır.
Bu toprakların çocukları nasıl olur da CIA örgütlenmesine tabii olabilir diye hala sözümona şaşkınlık yaşayanlar, önce içlerinde tek bir Hacı Murat barındırmayan biat kültürlerini masaya koymalı.
Her insan evladı her koşulda yedi kat yalnızlık içinde de pekala onurlu olabilir, niyeti temiz, kimliği açık insanlar her şekilde kendini insan sıcaklığını gösterir, siyasi varlığınız kırk yılını dolduruyor, mum ateşi kadar olsun ısınıp sevip yakınlık duyabileceğimiz tek bir hakiki insan resmi bu topraklara sunamadınız.
İnsanın kendi tek başına bir kalıbı vardır, insan olma garantimizi bize sağlayan ahlakın kalıbıdır. Oraya buraya gitmekle ona buna katılmakla eğilmez bükülmez erimez, hiç kimse. Bilemedim anlayamadım karanlıktı karışıktı şaibeliydi diye boş düşüncelere sığınmasın, hiç kimse. Bir zaman Ruslar’a bir zaman Şeyh Şamil’e, ama Hacı Murat’a kimse, sığıntı dönek ihanet içindesin diyemedi. Tolstoy bunu işte bunu anlatır: HACI MURAT kendine karşı değildi. Çoktan hepimiz hem kendisine hem ülkesine hem milli değerlerine düşman heyülaların cehennemine düştük, toprağımızı çağrıştıran hatırlatan hiçbir ses yok.
Trajedi sizi nehirde sürüklemeye başladığında neye tutunacağınızı hala bilmiyorsunuz. O panik anında kurtulmak için içinizdeki çıplak insan yerine, hala liderinize baş eğiyorsunuz… Çaresiz çıkışsız bir yerde kendi yiğitliğine tutunmayı hiç denemeyenler, son nefesinde iki devasa orduya karşı savaşan Hacı Murat’ı hiç anlayamaz, ve modern dünyanın bu yeni gemisi nerden geldi nerelere hangi sonsuzluğa gidiyor, hiç bilemez.
Romanın gizli sorusu, bir insan iki ateş arasında, iki tarafa karşı, hangi güçle hangi silahla savaşır, hangi güçle savaşıyorsa modern toplumu kuran işte o güç’tür.
Cevap, bakınız, Atatürk’e karşı çıkan en yakınındaki kahramanlara, her biri kendi başlarına zaferleri olan insanlardı, kendilerine güvenleri kendi zaferlerinden geliyordu.
Aksine, 1984 romanında George Orwel’in, özelliği düşüncesizlik olan, bir karakteri vardır, adı Parsons, parti pankartını hep taşıyan odur, düşüncesiz kahramanlarla ‘yeni’ ‘demokrasi’ değil, işte bu herkesi dinleyen, herkesi tutuklayan, herkesten şüphelenen, yabancı tahakkümüne sığınmış hukuksuz ara rejimler olur.
Hiç kimsenin zırnık şüphesi yok, düşüncesizce pankart taşıyan kalabalıklar sayesinde İsrail’e ve Amerika’ya ve Arap şeyhlerine sığındınız, bu hikayenin, ahlaki yerli milli hiçbir yanı yok, bu hikaye, insandan demokrasiden yeni’den iz taşımıyor.
Ne zamkınız ne dikeniniz ne çiçeğiniz ne toprağa sımsıkı bağlı kökleriniz var.
Ne de toprağınıza tutunmak için o zehirli dikene kanayan avuçlarınızla tutunacak acı bir cesaretiniz var.