Solda duranların büyük yolsuzluk konusunda yargı-iktidar çekişmesinde taraf seçmesi, taktik hesaplarla bir tarafın zayıflamasından medet umması, ancak bir tükenmişlik hali olarak betimlenebilir.
Soldan bakış, ancak iki karşı-devrimci tarafın birbirini aşındıracağı bir karşılıklı yıpranmayı isteyebilir. Ancak şunu unutmadan: Hesap sorulacak ve siyaseten halledilecek taraf, siyaseten görünür olandır. Hangi iç ve dış örtük koalisyonları kurmuş olursa olsun, siyasi temsile sahip olan ve hedef alınması gereken taraf, seçimle iktidara taşınan siyasal parti ve onun bütün kademeleridir.
Dolayısıyla, iktidarın sıkışmışlığından ve yeni cepheler oluşturma ihtiyacından yararlanıp, onun bugüne kadar Cemaatle el ele kurduğu hukuksuz yargılama rejiminde gedikler açmak üzere, Cemaatin daha fazla etkili olduğu Özel Yetkili Mahkemelerin gördüğü davaları bir «yeniden yargılanma” sürecine sokma ve buradan bir adil yargılama senaryosu çıkarma projesi, en azından saflıkla maluldür. AKP rejimi, kendi sabıkalı yargılama geçmişinin tümünü «yanlış yapmıştık” diyerek temizleyemeyeceğini ve kendisini arındıramayacağını bilir. Buna yeltendiği an, yolsuzlukları kısmen perdelemek uğruna daha büyük bir batağın içine saplanır. Anayasanın öngördüğü hukuk devletinin dışına çıktığını, iktidarını ve özellikle yargıyı, devlet içindeki paralel güçlerle paylaşmış olduğunu, bir tarikatlar devleti kurmuş olduğunu ikrar etmiş olur. Bunun gideceği yer, tıpkı yolsuzluklarda olduğu gibi, Yüce Divandır.
Kaldı ki, iktidarın sıkıştığı köşeden demokrasi yönünde bir manevrayla (S. Demirtaş bunu arzulasa da) kurtulma olanağı yoktur. Buna ne kendi hakikat dünyası izin verir, ne de içine bulaştığı devasa yolsuzluklar. Gideceği tek yer daha fazla otokrasidir ama bunu yaparken halkı aldatacak hamlelere ihtiyacı vardır. Birincisi, Erdoğan’ın kendi seçmenini tutabilmek için, kendisinin ve hükümetinin uluslararası bir komploya maruz kaldığını bıkmadan usanmadan tekrarlaması, üzerine gelen savcıları «vatan hainliği”ne varan suçlamaların hedefi yapması, ezcümle seçmenini kandırabilir bir kıvamda tutması gerekir.
İkinci hamle, «bazı yanlışlarımız oldu” mealinden yaklaşımlarla «yeniden yargılamaya” sıcak bakmak, ama kendi radikal kitlesindeki homurtuları kesmek için de, «28 Şubat davasında medya ve sermaye de yargılanmalıydı” gibi davayı genişletme yönünde tavır koymak. Ama bununla yetinemez, yeniden yargılama «ödünü” karşısında demokrasinin «ruhunu” ya da ondan geriye ne kalmışsa onu ister: «Yargıda normalleşme” adı altında, yargıyı ve üst yargıyı tamamen teslim almaya (HSYK, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, sırası geldiğinde Yüksek Seçim Kurulu ve Anayasa Mahkemesi’ni) ve böylece yolsuzluk suçlamalarından kurtulduğu gibi, her türlü icraatını, yasama sürecini yargı denetimi dışında bırakan bir tek adam rejimine yönelmeye oynar. Kolluk kuvvetlerini yeniden biçimlendirir. Medyayı, internet medyasını dize getirmeye daha fazla mesai harcar. Bu yöneliş aslında 17 Aralık öncesinde de vardır; ama şimdi «en iyi savunma saldırıdır” anlayışıyla, bu gidişatı hızlandırma fırsatını da yakaladığını düşünür. Bir başka açıdan da kendini buna mecbur hisseder.
Bu aslında iktidarın bir çaresizlik tablosudur aynı zamanda. Ama Erdoğan ve hükümeti gitti-gider üzerinden bir büyük beklenti yaratmak ve hayal kırıklıklarına kapı aralamak da yanlış duruş olur. Bu karşı-devrimci gücü hafife almak olur. Milletin Erdoğan iktidarına körü körüne biat edecek kesiminin birdenbire silinmeyeceğini görememek olur. İktidardan gitmektense, eğer şartları oluşursa, bir iç savaşı dahi göze alabilecek bir gözü kara fanatizmle ve büyük bir yolsuzluk çetesiyle karşı karşıya olunduğunu öngörememek olur.
Solun görevi AKP’yi meşrulaştırıcı bir çizgide durmak değildir. Solun görevi, AKP’yi asıl siyasi hedef olarak görüp onun iktidarına ve yolsuzluklarına ve aynı zamanda eski koalisyon ortağının devlet içindeki yapılanmasına karşı mücadele etmektir. Bu duruşu «Cemaatin değirmenine su taşımakla” suçlayan «solcuların” olduğu; sol söylemli Kürt milliyetçi hareketinin «Erdoğan giderse diyalog süreci biter” üzerinden iktidarın ipine sarıldığı bir ülke manzarasında, doğru duruş kritik bir öneme sahiptir. Güvenilmezliğini son HSYK hakkındaki kanun teklifiyle bir kez daha kanıtlayan bir zorba iktidarla, Cemaatle olan çelişkisine dayanarak kısa bir mesafenin birlikte yürünebileceği yanılgısı içinde olmak sol duruşun işi olamaz.
Türkiye’de sol kafaları karıştırmak için değil açmak için var olmalıdır. Kitlelere doğru hedefleri gösterebilmek için var olmalıdır.